Şefkat Burcunda Bir Tahlil

M. İsmail Tezer


Tarihçe-i Hayat’tan Üstadın şefkat ve merhametiyle ilgili bölümü okuyordum. Daha önceleri de okumuş olduğum bu satırlar, bu kez zihnime daha değişik açılımlarla yansıyıverdi.

Kendisine “sen şuna buna niçin sataştın?” şeklinde yöneltilen soruya mukabil “farkında değilim karşımda müthiş bir yangın var; alevleri göklere yükseliyor” şeklinde cevap veriyordu ahirzamandaki nur yolcusu. İçinde yaşamış olduğu asrın bir özelliğinin sonucu olarak karşısındaki alevleri göklere yükselen müthiş yangını sezebilmişti. Ahirzamanda olduğunu farkına varmıştı Said Nur. Sahâbelerin dahi gelmesinden korkarak, şerrinden emîn olmak için dua ettikleri ahirzaman fitneleri, Onun zamanında boy gösterdi. O, bu müthiş yangına karşı ne gibi tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyordu. İnsanların sel gibi cehenneme doğru akışını eli kolu bağlı izleyemezdi. Ruhundaki şefkat-i imaniye buna izin vermezdi zaten. Zira o şefkat , insanları ona evlâdı gibi gösteriyordu. Veyahut o şekilde görmeye zorluyordu. “içimde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor” ifadeleri bunun bir göstergesiydi. Bediüzzaman, insanlara tıpkı bir babanın evlâdına duyduğu şefkat hissiyle yaklaşıyordu. Bir baba nasıl göz yumarak evlâdının ateşe atıldığını izleyebilirdi ki? Bu mümkün değildi. Fıtrata da tersti zira bu. Bediüzzaman fıtratının gereğini yapıyordu. Rikkat-i cinsiyesini istikâmet üzere kullanıyordu. “şefkat” hissini, meslek edinmişti kendine. Rahîm ismi de azam mertebede tecellî ediyordu kendisinde zaten. Bu derece şefkat sahibi bir insan, elbette “o müthiş yangını söndürmeye ve imanını kurtarmaya” koşarken yolda kendisini kösteklemek isteyenlere hiçbir ehemmiyet vermeyecekti. Davasının büyüklüğü ve kudsîliği, karşısına çıkan bütün engel ve sıkıntıları gözüne hakir gösterecekti. Asayişi muhafaza uğruna, her bir sıkıntıya karşı sabır ve şükürle mukabele etmeye kendini mükellef bilecekti. Davası uğruna ölümü bile hiçe sayacaktı. Ölümü, ahirete gitmek için kendisine bir pasaport şeklinde görecek kadar davasının kara sevdalısı olacaktı. Ahirzamanın küre-i arzı kuşatan dehşetli yangını karşısında, kendisine gelen bir takım sıkıntı ve musibetlere hiçbir ehemmiyet vermeyecekti. İnsanların oluk oluk sel gibi cehenneme aktığını görmek, nur fedaisinin gözünde cennet sevdasını da bırakmayacaktı. Zira o milletinin imanının selâmeti uğruna cehennemin alevleri içinde yanmaya razıydı. Vücudu yansa bile gönlü gül gülistan olacaktı.

Nur yolcusunun takipçilerine bir çok dersler çıkıyordu bu şefkat yüklü ifadelerden. Öncelikle zamanın ahir olduğunun ve Hz. Adem’den kıyamete kadar çıkacak olan fitnelerin en büyüğünün bu asırda çıkmış olduğunun farkında olmak gerekiyordu. Zira Nurları okumaya olan ihtiyaç buradan başlıyordu belki de. Zamanın şiddetini hissedebilmek, Risaleleri okumaya olan ihtiyacın şiddetini de arttıracaktı. İnsan okudukça nurlanacak, nurlandıkça da etrafını nurlandırmaya çalışacaktı. Kendisiyle beraber, başkalarının da imanın kurtarmaya çalışacaktı. Bununla birlikte bu yolda karşısına çıkan her türlü sıkıntı ve musibet karşısında sabır ve şükürle mukabele edecekti.

Evet, zamanın şiddetli fitnelerine karşı, insanların imanını kurtarmak noktasında şiddetli bir şefkat ve bununla beraber, şiddetli mâniler karşısında şiddetli bir metânet gerekiyordu. Bediüzzaman, şefkat yüklü iadelerinde bu mânâları ders veriyordu bizlere.
M. İsmail Tezer, Yeni Asya, 2000


--------------------------------------------------------------------------------