ENTELEKTÜELLİK BAYRAĞI EL DEĞİŞTİRDİ

İsmet BERKAN

Kanuni döneminin Seyhülislam’ı Ebusuud Efendi’nin meşhur fetvası, medreselerde pozitif bilimlerin okutulmasına gerek olmadığı şeklinde değil de okutulmasının iyi olacağı şeklinde yazılsaydı, bugün nasıl bir ülkede yaşıyor olurduk?

Doğru, tarihe böyle bakılmaz. Böyle spekülasyonlar yapılmaz. Ama yine de insan düşünmeden edemiyor: Bilim Osmanlı sisteminden dışlanmasaydı bugün böyle mi olurduk?

Fethullah Gülen’le Eyüp Can’ın yaptığı ve 11 gün boyunca ZAMAN gazetesinde yayınlanan mülakatta Fethullah Gülen de aynı soruyu (daha değişik biçimde de olsa) gündeme getiriyor.

Fethullah Gülen, pozitif bilimlerin eğitiminin verildiği “mektep” ile kendini sadece din eğitimiyle sınırlayan “medrese”nin birleşmesi gerektiğini söylüyor. Taa Gazali zamanından beri devam eden bu “pozitif bilimleri İslâm’dan dışlama” uygulaması, kanımca bugün Türkiye’de yaşadığımız “laiklik”–”şeriatçılık” kavgasının da temelinde yatan neden. İslâm, Gazali’nin fikirleri yüzünden pozitif bilimlere kapılarını kapatmasaydı bugün bilim Yahudi–Hıristiyan dünyasının tekelinde olmaktan çıkacak, (şaka gibi gelebilir ama) Çamlıca Tepesi’nde de coca cola içebilecektik.

Fethullah Gülen’in kapsamlı söyleşide işaret ettiği bir başka önemli nokta ise İslâm’da dogmalara yer olmadığıydı. Kuşkusuz bu iki konu birbiriyle bağlantılı. İslâm, bilimden uzaklaştıkça dogmalara da yaklaştı. Bugün Türkiye’nin yaşadığı en önemli iki sorundan biri olan “laik”–”anti–laik” kamplaşmasında Fethullah Gülen’in de işaret ettiği gibi bu “dogma”ların ve iki kesimde de var olan yobazlığın rolü çok büyük. “Laikperestler” de, “şeriatçılar” da, olur olmaz her fırsatta birbirlerine belden aşağı vurmaktan çekinmiyorlar. İşte son Suudi Arabistan’daki idamlar meselesi. Laik kesim, 40 Türk vatandaşının idam için beklemesini bile “İşte şeriatın gerçek yüzü” diyerek bir iç politika malzemesi haline getirebildi. Fethullah Gülen söyleşisinin bende bıraktığı son intiba, biraz da özeleştiri niteliğini taşıyor. Entelektüellerin hep ve sadece belli bir kesimden çıktığı inancı belleklerimizde yer etti. Yakın zamana kadar Türkiye’de entelektüellik bayrağını nedense hep sol ve liberal kesimler taşıdı. Ama bir süreden beri, Türkiye’de entelektüel faaliyetlerin başlıca sürdürücüsü İslâmî kesim. Kitaplar yazanlar, dergiler çıkartanlar, tartışanlar onlar. “Biz” ve “onlar” ayrımı yapmak hiç hoş bir şey değil ama maalesef bir gerçek. Aziz Nesin’in ölümünün ardından espriyle karışık, “Biz sizin ölülerinize laf ediyor muyuz, Cemalettin Kaplan’a bir şey dedik mi, siz de bizimkine bir şey demeyin” denmişti. Ne kadar yapay olduğunu savunursak savunalım böyle bir ayrım var ve bu ayrımı ortadan kaldırmak gerçekten zor bir iş.

……………………..

ZAMAN gazetesinde Eyüp Can, geçen hafta pazar gününden başlayarak Fethullah Gülen ile çok önemli bir mülakat yayımladı. Bundan bir süre önce Fethullah Gülen, Sabah gazetesinden Nuriye Akman’ın kapsamlı sorularına cevap vermişti.

Nuriye Akman’ın mülakatını okuyanlar, karşılarında ilginç bir Fethullah Gülen portresi görmüşlerdi. Değişik bir insanla karşı karşıya olduğunu düşünenlerden biri de, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Bülent Ecevit’ti. Ecevit, Sabah gazetesindeki mülakatı takip ettiğini ve Fethullah Gülen’i en azından “ilginç bulduğunu” daha önce birkaç kere ifade etti. Ecevit, bundan bir süre önce de Gülen ile görüştü. Edinilen bilgilere göre görüşme, siyasi olmaktan çok, her ikisi de şiire ve soyut düşünceye merak duyan iki entelektüelin buluşması şeklinde geçmişti. Ecevit, Gülen’e şiirlerini ve ünlü Hintli şair Tagore’dan yaptığı çevirilerini hediye etmişti. (Burada Ecevit portresi için ilginç bir detay: Ecevit, Tagore’u çevirmeye İngilizce’den başlamıştı ama daha sonra Hintli düşünür ve şairin dünyasına tam nüfuz edebilmek için Sanskritçe’ye de merak salmıştı.) Fethullah Gülen de Ecevit’e kitaplar armağan etmişti.

Nuriye Akman’ın Sabah’ta yayımlanan söyleşisiyle Fethullah Gülen’e kişisel ilgi duyan ve onunla görüşen Ecevit, geçen hafta boyunca ZAMAN’da yayımlanan Eyüp Can’ın söyleşisini de okuyup bu kez Fethullah Gülen’e fikrî yakınlık da duydu.

Cuma akşamı İstanbul Dedeman Oteli’nde “İş Hayatı Dayanışma Derneği” adlı derneğin dış politika konulu toplantısında bir konuşma yapan Bülent Ecevit, burada sık sık Gülen ile yapılan söyleşiden alıntılar yaptı ve Fethullah Gülen’in kimi fikirleri için “Yürekten katıldığım” tabirini kullandı.

Cemaatinin “Hocaefendi” diye saygıyla andığı, öteki kesimlerinse –bazen küçümser bir şekilde– sadece “Hoca” dediği Fethullah Gülen, geçen hafta ZAMAN gazetesinde yayınlanan söyleşisinde esas olarak 7 şey söyledi:

1. İslâm’da dogmalara yer yoktur. İslâm, gelişmeci bir dindir.

2. İslâm’da “yobazlar” yani dogmatikler olduğu gibi laik kesimlerde de (Burada Ecevit’ten alıntı yapıyor) “Laik yobazlar” mevcut. Bu, aslında o kadar da geniş olmayan iki kesim, Türkiye’nin Cezayir gibi olmasına yol açabilir.

3. Batı’dan kopmak Türkiye’yi yalnız bırakır, izole eder.

4. İmam Gazali’nin “yanlış anlaşılan” görüşleri sebebiyle İslâm pozitif bilimlerden uzaklaştı, bu da İslâm’ın yükselişini önce duraksattı ardından da geriletti.

5. Pozitif bilimlerden uzaklaşma, İslâmî eğitim kurumu medreseyi sadece din ve dinî konuların eğitimi verilen nisbeten faydasız bir konuma indirdi, buna karşılık Batılı ve laik eğitim kurumu “mektep” de pozitif bilimler eğitimi vermesine karşılık dinî eğitimi yok saydı. Esas amaç, mekteple medreseyi birleştirmek, barıştırmak olmalı.

6. “Türk İslâm’ı” deyimi tartışmalı olmakla birlikte kökeni Ahmet Yesevi’ye dayanıyor. Hepimizin Müslümanlığı’nda Yesevi’nin ve onun öğrencilerinin direkt etkisi var. Bugünkü Müslüman kültürümüzü Yesevi’ye ve Orta Asya’ya borçluyuz.

7. Orta Asya ile ilgilenmek zorunda oluşumuzun tek sebebi din ve kültür değil. Türkiye’yi büyük güç yapacak siyasi ve ekonomik imkanlar da Orta Asya’ya yardım etmekte yatıyor.

Bugün Asya’nın neresine gitseniz Türk “kolej”leriyle karşılaşıyorsunuz. Geçen yüzyıl sonunda Amerikalı misyonerler İstanbul’da Robert Kolej’i kurarken, günün birinde bu okuldan önce Bülent Ecevit, ardından da Tansu Çiller gibi iki başbakan ile bir çok bakanın mezun olacağını tahmin etmişlerdi herhalde.

15–20 yıl sonra Orta Asya’yı Fethullah Gülen cemaatinden girişimcilerin kurduğu okullardan mezun olmuş, Türkçe ve İngilizce’yi iyi konuşan, Batılı anlamda iyi eğitim almış insanların yöneteceğini bilmek için falcı olmaya hiç gerek yok. Bugün o okullarda o ülkelerin kaymak tabakası okuyor. Okula girmek için başbakan çocuklarıyla, bakan ve işadamı çocukları yarışıyor.