YENİ VE ESKİ

Mehmet BARLAS

Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de, saflar belirlendi. “Sağ” ve “sol” yok artık. “Yeni” ve “eski” var.

Keşke Demirel gibi, Mesut Yılmaz gibi isimler de “yeni”nin yanında yer alsalardı.

Türkiye’nin yeniden–yapılanma süreci çok kolaylaşırdı. Demokratik gelişme de, ekonomik kalkınma da, daha hızlı ve problemsiz gerçekleşirdi. Gelelim, muhafazakâr ve mukaddesatçı kesimdeki “yenilikçi”liğe.

Bir haftadır “ZAMAN” gazetesinde, Fethullah Gülen’in “Ufuk Turu” yayınlanıyor. Bakın neler diyor Fethullah Hocaefendi:

–İmam–ı Gazali Hazretleri’nin felsefeye karşı tavrından, ilimler de nasibini almıştır. Rasyonalizmle insanlığa kazandırılan ilimler, düşünce tarzları da nasibini almıştır. Osmanlı tarihinde Kadızadeler var meselâ. Dinî ilimlerin dışındaki herşeyi medreselerden söküp atmışlar.”

Bu sözler ne demek biliyor musunuz?

1000 yıl gecikme ile, İslâm’ın yeniden “aydınlanma çağı”na girmesi arayışının ifadesidir bu sözler.

İslâm dünyası da, Abbasi Halifesi Memun’un (813–833) son dönemine kadar, sade teolojinin değil, müspet ilimlerin ve felsefenin de, özgür çizgide geliştiği bir ortama sahipti. Hıristiyan Avrupa’sı “Karanlık Çağ”ı yaşarken, antik Yunan’ın eserleri Arapça’ya çevriliyordu. Tıpta, matematikte, kimyada, tarihi değiştiren aşamalar yapılıyordu. Batı dünyası, ilk çağın en büyük doktoru ve ilk anatomicisi Galen’i tanımazken, Bağdatlı doktor Hunayn, onun çalışmalarını Arapça’ya çeviriyordu. Razi’nin 200, İbn–i Sina’nın 170 kitabı yayınlanıyordu o dönemde. Batılılar, deneysel araştırıcılığın ilk örneklerini “Avicenna” dedikleri İbn–i Sina’dan ve “Averroes” dedikleri İbn–i Rüşd’den görmediler mi?

O dönemde, bugünkü ilkel anti–Semitizm de yoktu İslâm’da. Maimonides çapında bir bilim adamı (İbn Meymun), saraylara danışman olarak alınıyordu. Ama insan aklı ile dini inançların yanyana yaşayıp, geliştiği bu dönem, Halife Mütevekkil’in zamanında (849) bitiyor. İçtihat kapıları ile birlikte, müspet ilimlerdeki ve felsefedeki arayışlar da, yasaklanıyor. Fethullah Gülen, söyleşisinde, “İslâm’ın bize emrettiği itaat, istibdada itaat değildir” derken, Aquinnolu Thomas’ın (1235–1274) söyledikleri ile, Bacon’ın, Descartes’in arayışları arasındaki ortak aklı, 2000’lere giden İslâm düşüncesine yansıtmış olmuyor mu? Bu dönemde en ilgi çekici düşünceleri seslendiren kişinin, Fethullah Gülen olduğunu söylemeliyiz. Camide vaaz verirken, Hallac’ın “Tavasin”inden, “vahdet–i vücud”dan, “panteizm”den söz ettiğini anlatıyordu. Bu vaazından sonra, İskenderun’da askerlik yaparken tanıdığı eski komutanının, yanına gelip, –Bu aptallar, bu cahil insanlar Hallac gibi seni de öldürecekler, dediğini naklediyordu. “Enel Hak” dediği için, önce işkence görüp, sonra öldürülen (922) Hallac–ı Mansur, içtihat kapısının (bab–ı içtihat) kapatıldığı İslâm dünyasının, belki de, çok sesliliğinin yok edilmiş simgesidir. 1000 yıl sonra Fethullah Gülen’in “Hallac Sendromu”nu seslendirmesi, ilgi çekici bir olay.