Son nefesimize kadar ihlâsla anlatmak bizden, neticeyi hasıl etmek ve hidayet ise Allah’tandır.

Bize düşen vazife, ancak tebliğdir (Mâide, 5/59). Hatırlatır, nasihat eder, fakat zorlamayız; (Gâşiye, 88/21) sevdiğimizi bile, ne kadar yürekten istersek isteyelim hidayet edemez;(Kasas, 28/52) ve sadece Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla hidayetlerine vesile olabiliriz (Şûrâ, 42/52); Allah’a karşı da sû-i edep olacağından, iş ve hizmetlerimizi neticeye bina etmeyiz.

Öyle peygamberler gelip geçmiştir ki, ömürleri boyunca ısrarla Hakkı anlatmalarına ve tebliğde bulunmalarına rağmen, sadece bir-iki kişi ümmetleri olmuştur. Bunun gibi, biz de ömür boyu anlatsak, ama kimse hüsn-ü kabul göstermese, biz yine vazifemizi yapmış oluruz. Şu kadar ki, “acaba ihlâssızlığımızdan mı böyle oluyor; içimizde bir bozukluğuk mu var?” diye kendimizi hesaba çekmekten de geri kalmayız. Bir de, “acaba teknik bir hata mı ettik” diye düşünür, varsa düzeltmeye çalışırız. Yoksa, “ben bir şey anlatır anlatmaz hemen insanlar gelecek” şeklinde düşünmek ihlâssızlıktan başka bir şey değildir. İhlâsla kalbin ta derinliklerinden uzay boşluğuna bırakılan herhangi bir söz, bir de bakarsınız hiç ummadığınız bir anda binler-yüzbinler filiz vermiştir.