Cehalet denen yüzkarasından mutlaka kurtulmalıyız:

“Oku” emriyle nazil olmaya başlayan Kur’ân, sık sık temas ettiğimiz gibi, bizden kâinat kitabının ve ayrıca bir kitap gibi insanın okunmasını ve bu kitapların okunmasında bize rehberlik yapan Hz. Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm’ın da tanınmasını ister. İnsanın yaratılışındaki gaye budur. Bakacak, görecek, düşünecek, hergün beynine yeni yeni şeyler yükleyecek ve hep farklı iklimlerde seyahat edecektir o; çünkü budur ulaşması gereken ufuk. Bu ufka ulaşmanın yolu da, dinî ilimlerle müsbet fenlerin izdivacından geçer. Bu itibarla her mü’min, hem dinî, hem de müsbet ilimleri okuyup araştırmalı ve mutlaka ilimle ve irfanla mücehhez olmalıdır. İş yerinde, evde, dükkânda, yemekte, durakta, arabada ve yolda mutlaka okumalı, düşünmeli ve zamanın en küçük parçasını bile israf etmemelidir. Zira, boş bir insanın diğer insanlara verebileceği hiç bir şey yoktur. Fizik, Kimya, Astronomi, Tıp ve Botanik gibi ilimlerin en azından felsefesine, mantık ve düşünce temellerine ve ansiklopedik olarak fezlekelerine vâkıf değilsek, keza, hiç olmazsa aynı seviyede dinî ilimlere de ittılaımız yoksa, bu takdirde başkalarına birşey anlatıp onları ikna’ etmek bir yana, dalâlet rüzgarlarına kapılıp gitmemiz bile mukadder olacaktır. O halde, topyekûn bir millet olarak kendimize gelmeli, bir seferberlik başlatmalı ve “cehalet denilen yüz karasından” kurtulmalıyız. Hemen burada şu noktayı da açıklığa kavuşturmakta yarar var: İlim, her şeyden önce kişinin kendisini ve Rabbini bilmesi demektir. Evet, gönül her zaman kafadan ilerde ve pratik hayat da laftan önde olmalıdır. Yoksa, hâmil-i esfârda ilim sadece bir yüktür.