Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?
CEVAP
Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikat meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.

Hadise uymayan ictihad
Sual:
Herkese Lazım Olan İman kitabında, (Müctehid olmayan bir Müslüman, bir sahih hadis öğrenip, mezhebi imamının buna uymayan hükmünü yapmak kendine ağır [güç] gelirse, bu Müslümanın, dört mezhep arasında, bu hadise uygun ictihad etmiş olan müctehidi arayıp bulması ve bu işini onun mezhebine göre yapması lazımdır) deniyor. Biz hadislere göre amel edebilir miyiz?
CEVAP
Bu ifade, hadis-i şerifle amel etmek değil, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmek demektir. Mesela, aç kalıp midyeden başka yiyecek bir şey bulamayan kimse, (Denizden çıkan her hayvan yenir) hadis-i şerifine göre ictihad eden mezheplerden birini taklit ederek deniz haşaratı yemesi caiz olur anlamındadır. Yoksa sahih hadis var diye kendi mezhebine aykırı hareket edemez. Çünkü Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki:
Dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, onlar, nasstan yani âyet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika)

Müctehidin, bana göre demesi
Sual:
Tam İlmihal’de, bana göre, bize göre demek, nakli esas almadan yazmak, konuşmak caiz değil deniyor. Fakat, âlimlerin bana göre, bize göre, bu fakire göre dedikleri de naklediliyor. Bu bir çelişki değil mi?
CEVAP
Hayır çelişki yok. Bana göre demek, kendini müctehid sanmak, yetkili âlim bilmek demektir. Ama bir müctehid ise, yani yetkili âlim ise, elbette bana göre demesi gerekir. Müctehidin bana göre demesi, benim ictihadıma göre demektir. Mesela İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki:
Evliyanın kabirleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak bize göre, ölüye tazime sebep olmak, hakaret edilmemek, gafillerin edepli olmaları içindir, caizdir. (Redd-ül-muhtar)

İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe, ilim, ictihad, vera ve akıl bakımından bizden üstündür. Onların reylerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim reylerimizden evladır. (Risale-i kadime)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekri Sıddık’tır. Ondan sonra, Ömer-ül-Faruk’tur. Üstünlük, bu fakire göre fazileti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde, sonra gelenlere, üstad olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddık’ta toplanmıştır. Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için feda etmiştir. Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştı. (3/17)

Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kâfir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır. (1/259)

Resulullahın en kıymetli zamanları, bu fakire göre, namazdaki zamanıdır. (1/206)

Bu fakire göre, her gece yatarken, (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) yüz defa okuyan, tesbih ve tahmid ve tekbir eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış olur. Kendini hesaba çekmiş sayılır. (1/309)

Müftabih kavil
Sual
: Bir konuda bir mezhepte birkaç tane kavil olsa, müftabih kavil budur deniyor. Müftabih kavil nedir? Niye ona uyulur? Ötekiler de yanlış olmadığına göre niye buna uymak zorundayız?
CEVAP
Tercih erbabı müctehid, bunla amel edilmesi gerekir denirse, avamın artık o kavil ile amel etmesi gerekir. Mesela Ramazanda oruçlu olan kimsenin, Hanefi mezhebinde misvak yaş da olsa, öğleden önce de sonra da kullanması mekruh değildir, müftabih olan budur.

Müftabih, hakkında fetva verilmiş olan, kendisiyle amel olunması gereken hüküm demektir.

Davudoğlu hoca ile sohbet
Sual:
Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl bir kimsedir?
CEVAP
Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum:
- Hocam, Ezher’in durumu nasıldır?
- Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri hakimdir.

- Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?
- Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana, Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı.Efgani’nin ve Abduh’un mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti.

- Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?
- Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur bulaştırmadım.

Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki:
- Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?
- Kesinlikle bulaşmamıştır.

- Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?
Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:
- İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları adını verdim.
- Evet ne var bunda?

- Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis kitabından öğrenebilir mi?
- Öğrenemez.

- Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i tercüme edebilirdiniz!
Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını sallayarak dedi ki:
- İnşallah o da nasip olur.

Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.

Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz.

Hak tektir
Sual:
Dünyadaki bütün Müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikatları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?
CEVAP
Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat) fırkasıdır.

Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir. Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur.

Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir.

İşkembeden atılmış
Sual:
Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz bir yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde fetva verebiliyor?
CEVAP
Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşadbey ise, (bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar.

Namazda niye taklit ediliyor?
Sual:
Diş dolgusu olan, Maliki mezhebini taklit ederek gusledince, guslü sahih olduğuna göre, bu gusülle abdest alıp namaz kılamaz mı? Niye abdestte ve namazda da Maliki’yi taklit etmek gerekiyor?
CEVAP
Gusül, abdest ve namaz birbirine bağlıdır. Bunlardan biri yoksa namazı sahih olmaz.

Eğer abdestte Maliki’nin farz ve müfsitlerine uymamışsa, sadece Hanefiye uymuşsa, böyle abdestle kılınan namaz Maliki’ye göre de, Hanefiye göre de sahih olmaz. Maliki’ye göre abdesti yok, Hanefiye göre de guslü yoktur. Bir mezhebe göre, üçü de sahih olmalıdır.

Din kitaplarımızda da bu husus şöyle bildirilmiştir:
1– Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için koyduğu şartların hepsini yapması gerekir. Bunlardan biri yapılmazsa, bu iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik)

2–
Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklit etmek gerekiyorsa, iki mezhepte de batıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Abdestte, Şafii mezhebini taklit ederek, uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli değince, Maliki’ye göre abdest bozulmaz diyerek, namaz kılsa, bu namazı batıl olur, çünkü kadına dokunduğu için Şafii’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için Maliki’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir)

3–
Bir iş için, başka mezhep taklit edildiği zaman, o mezhebin bu iş için koyduğu şartların hepsine uymak gerekir. Bu şartlardan biri eksikse, ibadet sahih olmaz; çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını yapmak, bütün şartları, yerine getirmekle ancak caiz olur. (Mizan-ül-kübra)

Ben kadılık yapamam
Sual:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife, kadılık teklifini niye kabul etmedi? Eğer o devlette kadılık yapılmazsa, İmam-ı Ebu Yusuf niye aynı devlette kadılık yaptı? Eğer kadılık caiz ise, İmam-ı azam niye yapmadı? İkisinden birisi yanlış iş yapmadı mı?
CEVAP
Bu, iki müctehidin farklı ictihadıdır. Bir müctehid bir meseleye haram derken, öteki caizdir, hatta farzdır diyebilir. Farklı ictihaddan dolayı müctehidlere bir şey denemez. Deve ve Sıffin olayında da farklı ictihad yüzünden savaş olmuştu. Farklı ictihadı bilmeyenler, Eshab-ı kirama dil uzatıyorlar. Kadılık konusu farklı bir ictihaddır.

İmam-ı a’zam hazretlerine kadılık teklif edilince, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun) denilince de, (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Demek ki yapmasına bir mani var. Bir mani olmasa, niye itiraz etsin ki?

Kabul etmemesi, devlete kadılık yapılmayacağı için değil idi. İmam-ı a’zam hazretleri takva ehli olup, dünya malına, makam ve mevkie asla kıymet vermezdi. Bilemediğimiz daha başka sebepler yüzünden kabul etmedi. İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri ise, kendi ictihadına uyup, bu vazifeyi kabul etti. Böylece, o makama ehil olmayan insanların gelmesine de mani oldu. Her ikisinin ictihadına da dil uzatmak, bir Müslümana yakışmaz.

Fasık müctehid olmaz
Sual:
Masondan veya fasık Müslümandan müctehid olur mu? Mesela mason Abduh’a mutlak müctehid deniyor. Müctehid olmak için iman ve amel şartı yok mu?
CEVAP
İctihad için gerekli zahiri ilmi, bir gayrimüslim de, bir fasık da öğrenebilir. Müctehid olmak için, gerekli şartlardan ve ilimlerden başka, kuvvetli iman sahibi olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana sahip olmak da şarttır. (Eshab-ı Kiram kitabı)

Dinimiz, fasığın doğru okuduğu ezana bile itibar etmiyor, yeniden okunması gerektiğini bildiriyor. Okuduğu ezanı kabul olmayan birinin sözüne itibar edilir mi hiç? Masondan, fasıktan müctehid olamaz. Müctehid olmak için ilahi mevhibe sahibi de olması gerekir.

İkinci bir husus ise, müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimselerin azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlimin ortada kalmadığı, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır.
Şimdi salih Müslümandan bile müctehid yetişemezken, fasıktan, masondan nasıl yetişebilir ki?

Allah’ın ipine sarılmak
Sual:
(Allah’ın ipine sarılan kurtulur, Allah’ın ipi de Kur’an olduğuna göre, hadislere, fıkıh bilgisine ve mezheplere ihtiyaç yoktur. Mezhepler bid’attır) deniyor. Mezhepsiz mi olmak gerekiyor?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın.) [Al-i İmran 103]

Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki:
Bu âyet-i kerime, itikatta parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette asla caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer) buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı rahmettir) mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika)

Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki:
Kur'an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbelî’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi)

Farklı ictihad rahmettir
Sual:
Müctehidin sözü, âyet ve hadis gibi senet olmaz. Ebu Hanife veya İmam-ı Şafii ictihadında yanılsa, hiç araştırma yapmadan, deliline bakmadan bu yanlış ictihada uymamız nasıl caiz olur? Bunun için, mezheplerin içindeki isabet eden hükümleri tespit edip amel etmek daha uygun olmaz mı?
CEVAP
Müctehid olmayanların dört hak mezhepten birisine uymaları şarttır. İmam-ı a’zam veya İmam-ı Şafi bir hükmün doğrusunu bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Sizin yapmak istediğinize mezhepsizlik denir. Müctehide ictihad etme yetkisini, dinimiz veriyor. Bizim gibilere de, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruluyor. (Nahl 43)

Müctehid hata etse de, sevap alır. Onun yanlış ictihadı ile amel eden de, kurtulur. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevap alır.) [Buhari, Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed]

(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari]

Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor:
Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri abdest alıp namazını iade ediyor, diğeri iade etmiyor. Durum Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor:
(Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade eden de, iki sevap aldı.) [Nesai, Ebu Davud]

Peygamber efendimiz, müctehidlerin böyle farklı ictihadlarının Müslümanlar için rahmet olduğunu bildiriyor. Mezheplerin çıkışı da, bu hükme dayanıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Farklı ictihad rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ. Münavi, İbni Nasr]

Sahih olması için
Sual:
Yapılan bir ibadet sahih olmadığı halde, sonradan sahih olduğu veya sahih hale getirilebildiği durumlar olur mu?
CEVAP
Evet, bazı durumlarda olur. Birkaç örnek verelim:
1- Yaptığı bir ibadetin kendi mezhebine göre sahih olmadığını anlayan bir kimse, dört mezhepten birine göre şartlarını yerine getirdiğini anlarsa, ibadeti yaptıktan sonra da olsa, o mezhebi taklit ederse, yani bu ibadetimi şu mezhebe göre yaptım derse, geriye dönük olarak ibadeti sahih olur. Tekrar yapması gerekmez. Bu, Müslümanlar için bir rahmettir.

2- Başkasının hayvanını çalan veya gasp eden kimse, bunu kurban edemez; fakat gasp ettikten sonra da olsa, kıymetini öderse, yine geriye dönük olarak, kurban etmesi caiz olur.

3- Şarta bağlı bir adak adarken, o adağı yerine getirecek imkânı yoksa adak sahih olmaz; fakat şart yerine geldikten sonra imkânı olursa, geriye dönük olarak adak sahih olup, adağını yerine getirir.

Avamın mezhebi
Sual:
(Avam [müctehid olmayan kimse], rast geldiği müftüye sorar. Sorduğu müftünün mezhebini bilmek zorunda değildir) deniyor. Mesela Hanefi bir Müslüman, Şafii olan müftüye, (Üç defa emdiğim kadının kızı ile evlenebilir miyim?) dese, Şafii müftü de, (Evlenebilirsin) dese, Hanefi olan sütkardeşi ile evlenebilir mi? Yine Hanefi bir kimse, Şafii müftüye, (Benim elim kanadı, abdestim bozuldu mu) diye sorsa, müftü de, (Bozulmaz) diye cevap verse, Hanefi’nin abdesti bozulmamış mı olur?
CEVAP
Şafii müftü, Hanefi olan avama, (Üç kere emdiğin kadının kızıyla [sütkardeşinle] evlenebilirsin) demez; çünkü Hanefi'de evlenilmeyeceğini bilir. Şafii sanarak evlenebilirsiniz dese de, evlenilmez. Bunun gibi, (Kan abdesti bozmaz) dese de, Hanefi’nin abdesti bozulmuş olur.

Burada bildirilen müftü, müctehid olan âlim demektir. (Feth-ul-kadir)

Rast gele müftüye sormak, Eshab-ı kiram ve Tabiin zamanında idi; çünkü o zaman mezhepler tedvin edilmiş değildi. Her zaman aynı müctehide sorma imkânı da yoktu. Mezheplerden meydana çıktıktan sonra, rast gele bir müftüye soramaz.

Şimdi avam, kendi mezhebinde olan müftüye sorar, kendi mezhebinde olan müftü bulamazsa, ancak o zaman başka mezhepteki müftüye de sorabilir. O müftüye sorarken de, kendisinin Hanefi veya Şafii olduğunu söylemesi gerekir.

İmam-ı Kurafi hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı kiram zamanında, herkes, herhangi bir sahabiye sorar ve öğrendiğiyle amel ederdi. Delil soran olmazdı. Şimdi ise, yeni iman edenlerin, aynı mezhepteki âlimlerden, delil aramadan sorup, öğrenerek amel etmeleri, aynı mezhepte olan âlimleri bulamazlarsa, her âlimden sormaları, sonra bir mezhebi öğrenip, bu mezhebi taklit etmeleri gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişlerdir. Yani icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra)

Harac olunca
Sual:
S. Ebediyye’de, (Bedenin, ıslatılmasında harac olmayan yerlerini yıkamak farzdır. Harac, yani meşakkat, zorluk bulunduğu zaman haraca sebep olan şey zaruri var ise, buraları yıkamak sakıt olur) deniyor. Bu ifadelere göre, dolgulu dişi sökmek harac olmaz mı? Bir de, ikisi de örgü olduğu halde, kadının, gusülde örgülü saçını çözmesi harac oluyor da, erkeğin örgülü saçını çözmesi niye harac olmuyor?
CEVAP
Dolgu dişi çıkarmak elbette haracdır, hem de çok kuvvetli zorluktur. Ancak, başka mezhepte bunun çıkış yolu olduğu için, o mezhebi taklit edince mesele kalmıyor.

Farzı yapmakta haraca sebep olan, yani yapmaya mani olan zaruret, ya zor ile olur. Kadınların saçlarını uzatması böyledir; çünkü İslamiyet, saçlarını kesmelerini yasak etmiştir. Yahut hasta bir uzvu sıhhate kavuşturmak ve tehlikeden korumak için olur. Yahut da, başka şey yapmaya imkân olmadığı için olur. Harac bulunduğu zaman, başka mezhebi taklit mümkün olmazsa, zaruret aranır. Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde harac vardır. Bu haracdan kurtulmak için, başka mezhebi taklit etmeye de imkân olmadığı ve saçlarını uzatmalarında zaruret olduğu için, saçlarının örgülerini açmaları affolunmuştur.

Kadınların örgülü saçlarını açmamaları, erkeklerin örgüsünü açması gibi değildir; çünkü birincisinde zaruret ve harac birlikte vardır. Erkek örgüsünü çözmede harac varsa da, zaruret yoktur. Zaruret olmayınca da, erkeklerin örgülerini çözmeleri gerekir.


Başka müctehidi taklit etmek
Sual:
İmam-ı Şafii hazretleri, İmam-ı a’zam hazretlerinin kabrini ziyaret ettiğinde, sabah namazı kılarken, ona hürmeten kunut okumamış. Bir müctehid, başka bir müctehidi taklit edemediğine göre buradaki incelik nedir?
CEVAP
İmam-ı Şafii hazretleri burada taklit etmiyor. O anda öyle ictihad ediyor, yani yine kendi ictihadıyla kunut okumamış oluyor.


Cehennem ebedidir
Sual:
İbni Teymiyye, (Kâfir, Cehennemde ebedî kalmaz) sözünden dolayı tekfir ediliyor da, aynı sözü söyleyen İbni Arabî niye tekfir edilmiyor?
CEVAP
Kâfirlerin sonsuz Cehennemde kalacağı, birçok âyet-i kerimeyle bildirildi. Birinin meali şöyledir:
(Kâfirlerin malları ve çocukları kendilerini Allah'ın azabından asla kurtaramaz. Onlar Cehennemliktir ve orada ebedî olarak kalırlar.) [Âl-i İmran 116]

Bu âyet-i kerime, müteşabih olmayıp, muhkem, açık olduğu için tevil edilemez. Bu bakımdan, İbni Teymiyye bu âyet-i kerimeye göre küfre düşmüştür. Aynı sözü söyleyen İbni Arabî hazretleri, mazurdur; çünkü bu sözü söylediği zaman, sekr hâlinde idi. Yani tasavvuf sarhoşluğu içindeydi, sözünün farkında değildi. Allahü teâlânın rahmet deryasına dalmış, her tarafı rahmet görüyordu. Onun için, (Bu rahmet deryasında, kâfirler de ebedi kalmaz) dedi. Günahkâr müminler Cehennemden çıkınca, onlara ait Cehennemin yeşil çayır çimenlerle kaplı olduğunu gördüğü zaman, yedi Cehennemin hepsi böyle olacak sanmış, tasavvuf sarhoşluğu içinde yanılmıştır. Kasten söylememiştir. Yoksa aklı başında olan kimse, böyle küfür söz söylemez. İbni Teymiyye ise, şuurlu bir şekilde bu sözü söylemiş ve küfre girmiştir. İkisi arasında fark çoktur. Birinde tasavvuf [evliya] sarhoşluğu var, ötekinde vehhabi sarhoşluğu var.


Eşari ve cebriye
Sual:
İmam-ı Eşari’nin insanın iradesiyle ilgili bildirdikleri, cebriyeye yakın mıdır?
CEVAP
Yakın olanları vardır. Yakın olmak, cebriye olmak demek değildir. İmam-ı Eşari, Ehl-i sünnetin iki itikad imamından biridir. İmam-ı Maturidi’nin bildirdiğiyle, arasında söyleyiş farkı vardır.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Bir işin yapılması başkadır, iyi veya kötülüğünün yapılması başkadır. O halde, işin iyi veya kötü olması için de, kuvvetin ayrıca tesiri lazımdır. İnsanların kudretini Allahü teâlâ yarattığı gibi, bu kudretin tesir etmesini de Allahü teâlâ yaratmaktadır. Bunun için, kulun kudreti de tesir eder. İmam-ı Eşari’nin bildirdiklerini, cebriyeden ayıran şey, cebriye mezhebinde, (Bir insan bir işi yaptı demek mecazdır. Yani, o istekli işi, yalnız Allahü teâlâ yapmıştır. O insanın eliyle yapmıştır. İnsanda kudret yoktur) derler. İmam-ı Eşari ise, (İşi yapan, hakikatte insandır. Ancak, insanın isteğiyle değil, Allahü teâlânın istemesiyle yapmıştır) diyor. Ehl-i sünnetten, İmam-ı Eşari’den başkaları, kulun kudreti, yaptığı istekli işte tesir eder diyor. İmam-ı Eşari ise, kudreti ancak, işin yaratılmasına sebep olup, yaratılmasında tesiri olmaz diyor ki, her ikisine göre de, işi insan yaptı demek doğru olur. Ehl-i sünnet, cebriyeden, böylece ayrılmış olur. Cebriye mezhebinin, insanın, istekli işlerini yaptığını kabul etmemesi, işi insan yaptı demek mecazdır demesi küfürdür. (1/289)


Faideli Bilgiler kitabı
Sual:
Hakikat Kitabevi’nin yayınlarından olan Faideli Bilgiler kitabının tamamı Ahmet Cevdet Paşa’ya ait olmaması gerekir; çünkü günümüzdeki mezhepsizlerden bahsetmektedir. Muhalif kimseler, bu kitap Ahmet Cevdet Paşa’nın değil diyorlar. Doğru mudur?
CEVAP
Bu kitabın içinde iki bölüm vardır:

Birinci bölüm,
Ahmet Cevdet Paşa’nın yazdığı Malumat-i Nafia (Faideli Bilgiler) risalesidir. Birinci bölümün Ahmet Cevdet Paşa’ya ait olmasından dolayı, kitabın üstüne Faideli Bilgiler ve Ahmet Cevdet Paşa diye yazılmıştır. Böyle yazılması kitabın tamamının ona ait olduğunu göstermez.

İkinci bölüm
üç kısma ayrılmıştır:

1- Muhtelif Bilgiler:

Bu kısımda, İslam dini hakkında kısa ve öz bilgiler, Ehl-i Sünnet itikadı, fıkıh âlimlerinin sınıflandırılması, İmam-ı a’zam hazretlerinin hayatı, Ehl-i sünnet dışı bir inanç sistemi olan Vehhabilik hakkında bilgi vardır.

2- Din Adamı Bölücü Olmaz:
Bu kısımda, Mısır’da din adamı olarak ortaya çıkan Reşid Rıza’nın bölücü yazılarına cevap verilmektedir. Ayrıca dört mezhep imamı hakkında kısa bilgi verilmektedir. Din adamı nasıl olmalıdır, İmanda ve amelde bid’at konusu da geniş olarak izah edilmektedir.

3- Doğruya İnan, Bölücüye Aldanma:
Bu kısımda, dinde reform yapmak isteyenlere cevap verilmekte, Cebriye, mutezile ve Ehl-i sünnet fırkalarının kaza kader konusundaki inançları, iman yalnız inanmak mıdır, Kur’an-ı kerim tefsir ve mealleri, Allah sevgisi ve Allah korkusu ile İslâm dininin kadına verdiği değer hakkında bilgi verilmektedir.


Hangi kitaba itibar edilir?
Sual:
Bir din kitabına itibar edebilmek için, mutlaka önceki asırlarda yazılmış kitaplardan, nakli esas alması mı gerekir? Bu kitaplarla günümüzde yazılanların farkı ne?
CEVAP
II. Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesiyle, din işlerine de fesat karıştı. İttihatçı olan din cahilleri ve masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, Abdülhamit Han’ın son şeyhülislamı Muhammed Ziyaüddin efendi, vazifesinden alındı. Bu yüksek makama, 1910’da Musa Kazım getirildi, bu zat, ittihatçı ve masondu. Bunun gibi, İslamiyet’e uymayan hareketlerinden ve dine aykırı yazılarından dolayı Abdülhamit Han tarafından uzaklaştırılmış olan bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular.

II. Abdülhamit Han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti tarafından tetkik edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Bunun için, o tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra, din kitapları yetkili âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. İşte bunun için, bu kitaplardan, ancak vesika vererek, salih kimseler tarafından nakledilen bilgilere güvenilir. Mezhepsiz din adamlarının, kendi kafalarına göre yazdıkları, eksik ve yanlış naklettikleri yazıları ve bozuk kitapları okumak caiz olmaz.

İmam-ı a’zamın hadis bilgisi
Sual:
İmam-ı azam için, (Ebu Hanife’nin hadis bilgisi zayıftır) deniyor. Bunların maksadı nedir?
CEVAP
İmam-ı a’zam ifadesini kullanmayıp, Ebu Hanife diyenler, genelde mezhepsiz Abduhcu kimselerdir. Bunların sözlerine itibar edilmez. Hadis ilmini bilmeyen, fıkıh ilmini nasıl bilecek ki? Bunlar birbirine bağlı ilimlerdir. Fıkıh âlimi, diğer ilimlerle beraber, hadis-i şerifleri de iyi bilen kimse demektir.

Mevlana Muhammed Abdülcelil hazretleri buyuruyor ki:
“İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri vera ve takva sahibiydi, hadis nakledebilmesi için çok ağır şartlar koymuştu. Ancak bu şartların bulunduğu hadis-i şerifi naklederdi. Bundan dolayı, az hadis rivayet etmesi, ancak onu övmeye sebeptir. Büyük bir mezhebi kurmak ve yüz binlerce suali, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden delil getirerek cevaplandırabilmek, tefsir ve hadis bilgilerinde derin ihtisas sahibi olmayanın yapacağı iş değildir. Hem de, bir benzeri, bir örneği olmadan, nevi şahsına münhasır, yeni bir mezhep ortaya koymak, İmam-ı a’zamın tefsir ve hadis ilimlerindeki ihtisasını açıkça göstermektedir.

İmam-ı Zehebi buyuruyor ki:
İmam-ı a’zam Ebu Hanife hadis âlimiydi. Dört bin âlimden hadis öğrendi. Bunlardan üç yüzü Tabiinin hadis âlimiydi.

Şafii mezhebinin temel direklerinden biri olan İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı a’zamın müsnedlerinden üçünü inceledim. Hepsi, Tabiinin meşhur âlimlerinden rivayet edilmiştir.

Yine Şafii mezhebi âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Büyük hadis âlimi Ameş, İmam-ı a’zam Ebu Hanife’den birçok mesele sordu. İmam-ı a’zam hazretleri, suallerinin her biri için, hadis-i şerifler okuyarak cevap verdi. Ameş, İmam-ı a’zam hazretlerinin hadis ilmindeki derin bilgisini görünce, (Ey fıkıh âlimleri! Sizler mütehassıs tabib, biz hadis âlimleriyse, eczacı gibiyiz. Hadisleri ve bunları rivayet edenleri biz söyleriz. Bizim söylediklerimizin manalarını siz anlarsınız) dedi. Yine Ubeydullah bin Amr, büyük hadis âlimi Ameş’in yanındaydı. Birisi gelip, bir şey sordu. Ameş bunun cevabını düşünmeye başladı. O esnada, İmam-ı a’zam Ebu Hanife geldi. Ameş, bu suali İmam’a sorup cevabını istedi. İmam-ı a’zam, hemen cevap verdi. Ameş, bu cevaba hayran olup, (Yâ İmam! Bunu hangi hadisten çıkardın?) dedi. İmam-ı a’zam, bir hadis-i şerif okuyup, (Bundan çıkardım. Bunu senden işitmiştim) dedi.

Mezhepsizlerin Selef-i salihine olan düşmanlıkları ve müctehid imamlara ve hele bunların en önde olanı, İmam-ı a’zam hazretlerine olan hasetleri, kalblerini kör ve vicdanlarını yok etmiş olacak ki, bu İslam âlimlerinin güzelliklerini, üstünlüklerini inkâr ediyorlar. Kendilerinde bulunmayan şeylerin, başka salih kimselerde bulunmasını istemiyorlar. Bunun için, din imamlarımızın üstünlüklerini inkâr ediyorlar. Bu iftiraları, ancak din düşmanı olan mutaassıp kimseler söyleyebilir. Onların bu taassuplarıysa, İmam-ı a’zamın kemaline şahit olmaktadır; çünkü noksan olanların kötülemeleri, âlimlerin kemallerini gösterir.” (Seyf-ül-mukallidin)


Kur’ana göre ibadet
Sual:
(Namaz, zekât ve oruç gibi ibadetleri, uyduruk dine, yani hadislere veya mezheplere göre değil Kur’ana göre yerine getirmelidir)deniyor. Hadisler ve mezhepler Kur’ana aykırı mıdır?
CEVAP
Mezhepsizler, (İslam’a göre ibadet edelim) diyorlardı. Demek bunlar da, (Kur’ana göre ibadet edelim) dediklerine göre, mezhepsizlerin başka kolu oluyor. Bu kasıtlı bir reform değilse, çok cahilce bir tekliftir. (Ülkeyi kanunlara, tüzüklere, yönetmeliklere göre değil, sadece Anayasaya göre idare etmelidir) demekten daha yanlıştır. Her şey Anayasada olmaz, Anayasa kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerimde namazın farzlarını, namazı bozan şeyleri, namazın rekâtlarını bile bulamayız. Zekâtın farzını, kaçta kaç verileceğini, uşrun ne oranda verileceğini, Kur’an-ı kerimde bulamayız. Namazın, zekâtın, orucun farzlarını, orucu bozanları Kur’an-ı kerimde bulamayız. Bunları Peygamber efendimiz bildirmiştir. Peygamber efendimizin bildirdiklerini de, mezhep imamlarımız açıklamıştır. Onun için namaz, oruç ve zekât gibi ibadetler ancak mezheplere göre uygulanır. Kur’an-ı kerime hatta hadis-i şeriflere göre bile biz uygulayamayız.

Resulullah efendimizin bildirdiklerine ve mezheplere uyduruk din denmesi de, çok çirkin bir iftiradır. Kur’an-ı kerimde, (Resulüme uyun) buyuruluyor. Resulullaha uymamak Kur’an-ı kerime, yani Allahü teâlâya uymamak olur.

Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:

(Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler de vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud]

(Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkacaktır.)
[Ebu Davud]

(Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek bana inanmayanlar çıkacaktır.)
[Ebu Ya’la]

(Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul ederim diyenler çıkacaktır. İyi bilin ki, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.)
[Tirmizi, Darimi]

(Cebrail aleyhisselam, Kur'an gibi, açıklaması olan sünneti de getirdi.)
[Darimi]

(Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.)
[İ. Ahmed]

İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki:
(Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Mesela Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Farzların seferde kaç rekât kılındığını Kur’anda bulamadık) diyene, (Allahü teâlâ bize, Resulullahı gönderdi. Kur’anda bulamadığımızı, Ondan gördüğümüz gibi yaparız. O seferde, 4 rekâtlı farzları 2 kılardı)(Mizan-ül-kübra)


Mason Abduh taraftarı
Sual:
Bir ilahiyatçı, (Son devir İslam âlimlerinden Abduh ve talebesi Reşit Rıza’nın, son peygamberden sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlardan, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih amel işleyen kimseler de kurtuluşa erecekleri sözü savunulabilir) diyor. İmanın şartı altı değil mi? Sadece Allah var, ahiret var demekle iman olur mu? Bir de, salih amel deniyor. Amel imandan parça mı da, böyle söyleniyor?
CEVAP
Sicilli mason Abduh ile çömezi mezhepsiz Reşit Rıza, İslam âlimi değil, birer İslam düşmanıdır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin Efgani’nin İslam’ı içeriden yıkma propagandalarına aldanan mason Abduh hakkında önce kısaca bilgi verelim:
Beyrut mason locası başkanı, (Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti) diyor. (Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197)

Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les franco-maçons s. 127)

(Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer) diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, (Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor) diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde]

Fil suresindeki kuşlara sivrisinek, attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87)

(İslamiyet ve nasraniyet) kitabında, (Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir) diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim) diyor. (F. Bilgiler) [Hıristiyanlığa büyük din diyor.]

Mehmet Sofuoğlu, (Abduh faize helal der, Kur’anı mahlûk kabul eder) diyor. (Tefsir kitabı s.41)

Yüksek İslam enstitüsü eski müdürü Ahmed Davudoğlu, Din Tahripçileri kitabında diyor ki:
1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin (Mevkıful akl) kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81)

2) Ezher Mecellesinde, (Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur) diyor. (s. 81)

3) Şeytan, cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine, med-cezir olayı der. (s. 82, 83)

4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82)

5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82) [Sırf bu bile, Abduhun küfrünü gösteren bir delildir.]

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
(Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.)

Mezhepsiz Reşit Rıza, hocası mason Abduh’un dinde reformcu fikirlerini yaymak için Mısır’da El-Menar dergisi çıkardı. (Eldavetü velirşad) medresesinde hocalık yaptı. El-Muhaverat kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırdı.

Mezhepsizler kitabında Dr. Hasib Es-Samirai [Ali Nar tercümesinde] diyor ki:
(Reşit Rıza ne aldıysa, M. Abduh’tan aldı. O da bütün sermayesini, şarkın filozofu denilen Efgani’den devşirdi. Yani bu iki zatın, özü ve fikrî hüviyeti üstadlarına bağlıdır. (s. 45)

Reşit Rıza, Efgani’nin fikir mirasçısı ve çömezi Abduhla beraber olmuştur. (s. 80)

El-Menar dergisinde Vehhabiler hakkında çeşitli makaleler yayımlayan Reşid Rıza, Vehhabi hareketini yerinde ve lüzumlu görmüştür. [Prof. Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953. Sayı 6]

Eserleri incelendiğinde bozuk mutezile fırkasının fikirlerinin hâkim olduğu görülür. Yaymaya çalıştığı düşüncelerinden bir kısmı şunlardır:
1- Mucizeleri kendi düşüncesine göre tevil etmekte ve birçoğunu inkâr etmektedir.

2- Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın peygamberliklerine dil uzatmaktadır. İsa aleyhisselamın diri olarak göğe kaldırıldığı Kur’an-ı kerimde bildirildiği ve Ehl-i sünnet âlimleri bunu açıklayıp izah ettikleri halde o, (İsa aleyhisselam öldü) demektedir.

3- Cinlerin varlığını kabul etmeyip, onları bir takım zararlı mikroplar olarak göstermektedir. (Tefsir-i Menar: c.3, s.95, 96)

Hâlbuki cinlerin varlığı ve ateşten yaratıldığı Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir.

4- Ehl-i sünnetin dört hak mezhebini kabul etmiyor, mezhepler birleştirilmeli diyor. Bu konuda yazdığı (Muhaverat) veya (Telfık-ı mezahib) kitabının propagandası, yandaşları tarafından yapılmaktadır. Bu kitabında, üstadı Abduh gibi, dört mezhebi tenkit etmiş, mezhepleri şahsi tartışmalar şeklinde göstererek, (İslam birliğini bozmuşlardır) diyecek kadar ileri gitmiştir. Bin yıldan beri dört mezhepten birine uyan halis Müslümanlarla alay etmiştir.

Muhaverat kitabında, dört mezhebe çatılmakta, İslam bilgilerinin dört kaynağından biri olan (icma-ı ümmet) inkâr edilmekte, herkes kitaptan, sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam bilgilerini ve İslam birliğini kökünden yıkmak istemektedir.

Reşit Rıza hakkında yazdığım bir şiir:

Mezhepsiz Reşit Rıza
Reşid Rıza’nın resmi, geçtiği an elime,
Neler geçti içimden, neler geldi dilime.

Sakalını kısaltmış, sünnete hiç uymamış,
Kulakları tıkanmış, hak sözleri duymamış.

Doğru yola girmedi, dolaştı hep kenarda,
Ne zehirler kusmuştu, Mecelle-i Menarda.

(Muhaverat) adıyla, düzdü sayısız yalan,
Okuyan afyonlandı, sapıttı nice insan.

Hocası Abduh gibi, ne naneler yemişti,
İslamı kendisine uydurmak istemişti.

Sayısız hurafeler soktu dini İslama,
Haince saldırmıştı mübarek dört imama.

Büyük bir insan diye Firavunu övmüştü,
Hazret-i Musa için (O bir kâhin) demişti.

Lakin peygamber dedi, kral Hammurabi’ye,
Reformu örnek oldu bugünkü Vehhabiye.

Ölçü aldı kendine, mezhepsiz Şevkani’yi,
Büyük bir üstad bildi, farmason Efgani’yi.

Ne kadar sapık varsa, hepsine kucak açtı,
Dört mezhebin üstüne, telfik zehiri saçtı.

Dil uzattı selefe, büyük küçük bilmedi,
Mezhebi bid’at saydı, taklide haram dedi.

Şer’i delil dört iken, ikisini kaldırdı,
İcma ile kıyasa, pek sinsice saldırdı.

Mucizelerin hepsi, görünmüşken aşikâr,
Kimini tevil etti, kimini ise inkâr.

İnanmadı hadise, mütevatir habere,
Şüphe gözüyle baktı, meşhur Şakk-ul kamere.

Sözde din adamıydı, düşmanlık etti dine,
İctihadlar yapmıştı, hiç bakmadan haddine.

Âlimlere küfretti, gayet edepsiz idi,
Ehl-i sünnet düşmanı, koyu mezhepsiz idi.

Sakın aldanmayalım, Mısırlı bu fellaha!
Küfre varan sözünden, sığınalım Allah’a!

Şimdi de Reşit Rıza’nın, (Son peygamberden sonra yaşayan gayrimüslimlerden, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih amel işleyenleri de kurtuluşa ereceklerdir) sözüne cevap veriyoruz:

Amentü’de bildirilen imanın şartı altıdır. Bunlardan birini bile kabul etmeyen nasıl kurtuluşa erer ki? Peygamber efendimiz, Buhari ve Müslim gibi en sahih iki hadis kitabında, (Cennete sadece Müslüman olan girer) buyuruyor. Reşit Rıza, Müslüman olması şart değil diyerek, Resulullah efendimizi yalanlıyor. Peygamberlere inanma, melekleri inkâr et, kitapları kabul etme ve imanın diğer şartlarını hiçe say ve kurtuluşa er! Bu kadar saçmalık olur mu? Reşit Rıza’nın amentüsünde, salih amel de geçiyor. Kime göre salih amel? Kur’an-ı kerimi iman esasları arasından çıkarınca, dört hak mezhepten birine uymayınca, neye göre salih amel işleyeceksin? Dört mezhepten birine uymadıkça dine uygun sahih namaz kılmak mümkün değildir. Sonra, imanı olmayanın amelini, Allahü teâlâ kabul eder mi?

Mezhepsiz Reşit Rıza’nın böyle saçma inançlarını gündeme getirip savunmak kadar büyük tehlike var mıdır? Amentü’deki altı esasa inanmayan, mümin olamaz. İslamiyet’ten başka hak din yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Âl-i İmran 19]

(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85]

(Onlardan kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56]

(İbrahim ne Yahudi, ne Hıristiyan’dı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslüman idi.) [Âl-i İmran 67] (Her Peygamber gibi Hazret-i İbrahim de Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa, böyle denmezdi.)

(Yahudiler, Üzeyr’e, Hıristiyanlar da İsa’ya Allah’ın oğlu dediler. Daha önce kâfir olmuş kişilerin sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin.) [Tevbe 30] (Ehl-i kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.)

(Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülükten] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide 65] (İslam’a inanmadıkları için iman etmiş olmazlar.)

(Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap, kâfir olduğu için dost olmaz.)

(Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120] (Yani, Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut olmazlar.)

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hıristiyanlar, elbette Cehenneme girecektir.) [Müslim]



Matüridi ve Eşari
Sual:
İtikadda, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eşari’den birine tabi olmak şart mıdır?
CEVAP
Evet, şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir. Bunlara tabi olmayan bid’at ehli olup, doğru yoldan ayrılmış olur. İbni Hacer-i Heytemi hazretleri buyuruyor ki:
Ehl-i sünnetin sözbirliğiyle bildirdiği itikada uymayan bid’at sahibidir. Bunu, İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi ile bunların yolunda olan âlimler bildirdiler. (Feth-ul-cevad)

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Bid’at sahibi demek, inanışları Ehl-i sünnet inanışından ayrı olan kimse demektir. İslamiyet’in beğenmediği bir şeyi meydana çıkaran herkes bid’at sahibi olur. (Fetava-yı hadisiyye)

Şafii âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri buyuruyor ki: Ebül-Hasan Eş’ari’nin veya Ebu Mansur Matüridi’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse sünni değildir. Bu iki imam, Resulullahın ve Eshabının yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin haşiyesi)


Mezheplerden faydalanmak
Sual:
Bir mezhebe bağlanmadan, bütün mezheplerden faydalanmak caiz midir?
CEVAP
Caiz değildir. Herkesin bir mezhebinin bulunması lazımdır. Bir mezhebi olan kimsenin de, harac, sıkıntı olmadıkça, bir işi bir mezhebe göre, başka bir işi de başka mezhebe göre yaparak, mezhepleri karıştırması caiz olmaz. Bir kimse, dört mezhepten hangisini taklit ediyorsa, yani hangi mezhebi seçmişse, o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, harac, sıkıntı olmadıkça, her işinde o mezhebe uyması lazımdır. (M. Nafia)

Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Her Müslümanın yalnız bunlardan birine uyması şarttır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya (Telfîk) denir ki, caiz değildir. (Hadika)

İki mezhebi telfîk edenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliğiyle bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar)
Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini techil etmek [cahil saymak], küfürdür. (F. Bilgiler)


Modern müceddid
Sual:
Bazı kimseler için, (Post modern dönem müceddidi yani reformcu, dini yeniden yorumlayıp modern hayata uyduran) gibi tabirler kullanılıyor. Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir?
CEVAP
Modern hayattan kasıt ne? Avrupa tarzı, ahlak ve namus tanımayan bir hayat yaşamak mıdır? Öyleyse bu, dini değiştirmek olur. Zamana uygun yaşamak için, dini yeniden yorumlamaya, reform yapmaya yani dini değiştirmeye zaten ihtiyaç yoktur. Böyle yapmak dini yıkmak olur.

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid’at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve pişmanlıktan başka bir netice vermedikleri görülecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabı, yolların en hayırlısı, benim yolumdur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan reformlardır. Her bid’at sapıklıktır.) [Mektubat-ı Rabbani 1/186]
Her yüzyılda bir gelen müceddidlerin görevi de, dinde yenilik yapmak değil; aksine, yapılan bid’atleri, reform ve yenilikleri temizleyerek, dinin aslını ortaya çıkarmaktır. Yeni ictihadlara, yorumlara ihtiyaç yoktur.

Din kitaplarımızda deniyor ki:
Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. (S. Ebediyye)

Müslüman olan Alman ilim ve fikir adamı Dr. Hamid Marcus diyor ki:
İslam dininde akla sığmayan, inanılması mümkün olmayan hiç bir inanca rastlanmaz. İslamiyet’te, modern ilimlere uymayan hiçbir nokta yoktur. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıki ve faydalıdır. İslamiyet’te, diğer dinlerde olduğu gibi, imanla mantık arasında hiçbir ayrılık yoktur.

Fransız Roger Garaudy de, diyor ki:
İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur'an-ı kerimse, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır.


Müfti-yi macin
Sual:
Kitaplarda geçen, müfti-yi macin ne demektir?
CEVAP
Macin, dini dünya kazancına alet eden hilecidir. Müfti-yi macin ise, sapık itikadını başkalarına bulaştırmak çabasında olan din görevlisi demektir.


Yanlış bilgi edinmek
Sual:
Dini bilgiler öğrenmek için, herkes farklı kişilere soruyor. Yahut rast gele kitaplardan bilgi alıyorlar. Öğrendikleri yer yanlış bilgi veriyorsa, öğrenenler de sorumlu olur mu? Suç cevap verenin veya kitabın olmaz mı?
CEVAP
Suç cevap verenin veya kitabın olsa da, yanlış bilgi öğrenen sorumluluktan kurtulamaz. Bir de, ihtiyata riayet etmek gerekir. Bir iş için, kitabın biri haram, öteki de helal diyorsa, haram olduğunda şüphe olur, o işi yapmamak gerekir. Doğru kitaptan öğrenilirse, böyle bir şeye lüzum kalmaz. Doğru yolu bulmak için de, dua etmek gerekir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Cenâb-ı Hak böyle samimiyetle yalvarana muhakkak doğru yolu gösterir. Doğru yoldayım diye inat ederek dua etmeyen de, elbette yaptıklarından sorumlu olur.
buyurdu.