BEŞİNCİ KAT-2
Beşinci Kat’ın en önemli güzellik unsuru sayılan bu kutlu sakinler, hemen hepsi de hâlinden memnun.. ömürleri pür neş’e.. günleri okuyup düşünme-düşünüp Hakk’a yakınlık arama hisleriyle dopdolu.. ve birer derinlik namzetleriydiler. Yanlarına gelen misafirler, onlar için ayrı bir haz vesilesi ve onlara hizmet de payeler üstü bir payeydi. Bu katı şereflendiren kutlu konukları memnun etmek için, âdeta onların çevrelerinde fır döner ve tıpkı halâyık gibi onların hizmetlerine koşarlardı.. hattâ bir mânâda gelen misafirler, onların hayatlarının yeknesaklığını tadil ettikleri için, her zaman gelen konukları minnet ve şükranla karşılar, uğurlarken de, en mükemmel teşyi törenleriyle uğurlarlardı.
Bu temiz insanları, bu ölçüde hayata bağlayan, onlara yaşamayı sevdiren ve başkalarına faydalı olma duygusuyla coşturan hiç şüphesiz onların din hisleri, âhiret itikadları, Allah’la olan içten münasebetleri, geçmişten tevarüs ettikleri medeniyet telâkkileri ve millî üsluplarıydı. Hem onların bu ledünnî hâlleri hem de yanlarına gelen farklı kültürlerin, farklı anlayışların yontup şekillendirdiği o ayrı ayrı insanların hâli ve tabiî mekânın hususiyeti orada bulunan hemen herkese öyle dokunur, derecesine göre herkesin ruhunu öylesine büyüler ve herkesi öylesine kendi sükutuna çekerdi ki, biraz duyarlılığı olan her ziyaretçi, içeriye girdiği andan itibaren bir daha bu sihrin tesirinden kurtulamazdı.
Ben Beşinci Kat’ı, bir deniz gibi her şeyi içine alıp eriten bir dev kentin ortasında veya bir kenarında, o koca ummâna meydan okuyan ve hep dalgaların üzerinde kalmasını bilen bir nilüfer gibi tahayyül etmişimdir.. ve bu mülâhaza ile de onu, onca değişen şeye rağmen hiç değişmeden varlığını sürdüren ve sürekli ruhuma en enfes rayihalar neşreden şirin bir çiçek gibi koklamış ve tasavvurlarımı aşkın bir nefasetle içime aktığını hissetmişimdir. Hattâ ben, onun sekine ve ruhanîlere açık iklimini, gönüllerimizin zaman ve mekân üstü âlemlere yükselmesinde bir rıhtım, bir liman, bir rampa gibi görmüşümdür.
Her şeyin normal mecrasında olduğu dönemlerde veya değişik med ve cezirlerle bütün mecraların ve eksenlerin kendilerine rağmen kaymalar yaşadığı günlerde ne zaman, Beşinci Kat’a girmişsem, onun genel havasının ve canlı-cansız aksesuarının ruhuma ilham ettiği mânâlar sayesinde his ve fikirlerimin daha derin tabakalarına inmiş ve onun büyüsünü daha derinden duymuşumdur.. evet, bu mekânda her zaman içime açılan bir hayâl kapısı bulmuş ve ondan geçerek kendi küçük ve mahrem dünyamın mahfazası içine oturmuşumdur. Aslında, onun içindeki bu derûnî his ve duygular, elbetteki pek çok müşahede, hatıra, tevafuk, müzakere, musahabe ve dünya kadar acı-tatlı hâdiseden kaynaklanıyordu. Hattâ bu iç ve muhteva, binanın fizikî yapısının yorumlanmalarına da aksediyordu. Öyleki, bize göre bu bina, sanki herhangi bir insan eliyle yapılmamış da, yerin derinliklerinden fışkırmış, arz ve göklerin pek çok sırlarını ihtiva ediyormuşçasına alabildiğine derin görünürdü. Fakir bazen onu, ayakta Mabud’a kıyam eden bir âbid, bazen bir dağın zirvesinde secdeye kapanmış bir mahviyet insanı, bazen de Yaratıcısı’na el açmış yalvaran bir gönül eri gibi tahayyül ederdim.
İşte bütün bu hislerin, ruhumda hasıl ettiği enfüsî mülâhazalarla ben, bu mübarek mekâna içindeki kutlu sakinleri, o fevkalade temkinleri ve sükut içindeki talâkatlarıyle her zaman bana şiir söyleyen, mûsıkî dinleten, esrar meşk eden, ders veren birer hatib, birer edib, birer bestekâr, birer heyecan insanı olarak görmüşümdür veya hep öyle görmek istemişimdir.
Bu katta, herkesin, aklını kullanması, iradesini şahlandırması, ruhunu dinlemesi ve ferden-ferdâ maveraîliklere açılması önemli bir esas olmakla beraber, sık sık kendisine başvurulan, akıl danışılan, dert yanılan ve bir ölçüde bazı proje ve plânlarda müracaat edenlerin tevazu mahviyet ve terbiyelerinin gereği merci görünümünde biri de bulunurdu.. bulunur ve teker teker bütün “ashâb-ı mesalih”i dinler.. kendince, danışılan şeylerde danışmanın hakkını vermeye çalışır.. dertlilere “çare” diye mutlaka bir şeyler söyler.. ashâb-ı mesalihin gönlünü hoş tutar.. bazen de iş ve problem bombardımanı karşısında bunalımdan bunalıma girer; başkalarının derdine çare bulayım derken kendisi çaresizlikle inlerdi. Bütün bunlar bazen anlaşılır, bazen de anlaşılmaz; ama mutlaka bir devr-i fani gibi hiçbiri uzun zaman hükmünü devam ettiremez.. bir bir gelir, bir bir gider ve yerlerini zevkli hatıralara bırakırlardı bizde; bir başka gün veya ikinci bir kez binadan içeriye girdiğimizde, bütün bu olanlar, geride hiçbir sır bırakmamış gibi, koca bina, yine o eski şiirli, sihirli haline bürünerek, ruhlarımız üzerinde, içine ilk girilen bir mâbed gibi tesirli olurdu.
Hiç şüphesiz Beşinci Kat’ın en önemli mekânı, onun o geniş salonu ve değişik istihalelerle salon haline getirilmiş bulunan teras katıydı. Çepeçevre hemen her tarafın ve denize kadar bütün ufukların temâşâ edilebildiği bu yer, her yanı camekanlarla kapalı, hem açık hem de kapalı diyebileceğimiz bir gariplik içinde ve umum binanın ruhunun özü gibiydi. Motorla işleyen mini bir şadırvanla küçük bir şelâle de, bütün tabiat unsurlarını bağrında toplama gibi bir tabiîlik duygusunun eseri olarak, onun bir yanına yerleştirilmişti ki, orayı görünce insan tam bir “tabiat meşheri” demese de tabiatın önemli bir kesitiyle karşı karşıya bulunduğunda şüphe etmezdi... Zaman zaman bu mini şadırvandan sular akar ve şelâle de böyle bir kata göre biraz da tiz perdeden diyebileceğimiz o gürül gürül sesiyle bu umumî senfoniye ses katınca camekanların önünde o âna kadar uyuyor zannettiğimiz ağaçlar, çiçekler bu mûsıkîyle uyanırmışçasına raksa geçer veya bu umumî manzaranın çağrıştırmasıyla biz öyle hayâl ederdik ve hepimizin yüreklerinin ritminin de, ona göre atmaya başladığını duyar gibi olurduk.. kim bilir hislerimizi hangi takdir ifadeleriyle dile getirir ve kendi kendimize tabiatın bu küçük kesitinde, umum varlığı bütün güzellikleriyle mülâhazaya alır ve “kâinatta halihazırdaki mevcuddan daha baş döndürücüsü olamaz” diye mırıldanırdık.
Beşinci Kat’ın misafirlere mahsus ve her zaman uğranılmayan diğer odalarında olduğu gibi bu büyük mekânlarda da düzgün çerçeveli, içinde önemli yazılar, manzaralar, hattâ ışıkla derinleştirilmiş Kâbe ve Ravzâ resimleri önemli birer yer işgal ederdi. Bu arada “Devlet kalem ve kılıçla vardır” esprisini aksettiren özel bir harita da bütün bir duvara tek başına sahip gibi görünürdü. Bütün bunlar seri imalat veren bir tezgahtan çıkmış gibi basit şeyler değildir; bu kattaki hemen her şey, suyu, havası, yeşili, dekoru ve daha değişik aksesuarıyla Beşinci Kat’ın ruh, mânâ ve edasına çok yakışan farklı renkte çiçekler gibiydi. Tedâî ettirdikleri şeyler itibarıyla, orada cereyan etmiş dünya kadar hâdiseyi ve oradan gelip-geçmiş pek çok insanı hatırlatırlardı. Mini müze yüzlerce hatıranın bir diskete sıkıştırılmış resmi veya kodlanmış bir hatıralar albümü gibiydi.. bundan dolayıdır ki, buradaki eşya, zatî değerleri itibarıyla değil, şifresi oldukları hatıralar açısından ele alınmalıdır. Ben bir gün, bunların mutlaka böyle değerlendirileceğine inanıyorum. Zira bu mekân biraz da, her biri bir hülyanın resmi bu hatıralarla genişlemekte ve bütün mekânlara, zamanlara açılan bir hayâl ülkesi haline gelmektedir.
Her sabah, Beşinci Kat’ta bütün aydınlığıyla bir başka yaşanır.. öğlenler, sıcaklığını daracık sokakların başına boşaltarak, yanına en ince meltemleri alır ve onun üstüne yığar.. akşamın alaca karanlığı bir sürü vâridâtın muştusu ile onu rikkatle okşar geçer.. ve bütün bunlar, bizi günde birkaç defa, nimetlerin çehresinde O’nu anmaya, duymaya çağıran âdeta birer “eşref-i saat” olurdu.
Ben bazen, bir koltuk üzerine oturur; bir yandan şelâleye bakar, bir yandan da ağaçların, çiçeklerin nazlı nazlı salınmalarını seyreder ve hayâlî resimlerle, aradaki boşluğu da doldurup, terastaki bu raks ve cümbüşün yerdeki ağaçlarla bitevîliğe erdiğini tahayyül eder ve hepsinin bir bütünlük içinde el ele, omuz omuza verip “Yâ Hû” dediklerini, yatıp- kalkıp çevrelerine gülücükler yağdırdıklarını hayâlen duyar; îmânın sevginin darları nasıl genişlettiğini, mânâsız gibi görünen şeyleri nasıl mânâlandırdığını, mütenahiyi ne denli eb’âda sığmaz hâle getirdiğini düşünür ve Rabbime şükrederdim.
Güneşin ışınları, günün hemen her saatinde bu salondan ayrılmama ısrarını gösterir; binanın içine sızmak için her yandan pencereleri zorlar ve bu mekânı, her yandan hüzmelerini başına sararak bir güneş otağı haline getirirdi. Bu salonun, minder veya kanepeleri üzerinde oturup düşünürken, burada dinlediğim uhrevîlik; sanki üst üste yığılıp katmerleşmiş, güya senelerden beri içine hiçbir yabancı duygu, düşünce girmemiş, sürekli kendi ruh ve mânâsıyla derinleşe derinleşe koyulaşmış, sabitleşmiş gibi gelirdi bana; gelirdi de gönlümün üzerinde bir mûsıkî tesiri icra ederdi. Hattâ, bir enstrüman sustuktan sonra, uzun zaman kulaklarımızda, az önce onun tellerinin veya tuşlarının susan iniltilerini hâlâ dinlediğimiz gibi, saatler ve saatler boyu, orada vuku bulan bir derinliği duygularımızla dinler ve bu mekânı içinde terennüm edilen güzellikler ve derinliklerle dopdolu sanırdık.
Burada hemen her zaman yapılan ibadetlerin, müzakere edilen konuların; düşünce ve inanç dünyamızla alâkalı tahlillerin, terkiplerin; daha başka içtimaî münasebetlerin bir rüya ve hülyası hissedilirdi.. evet ben, bu müstesna mekânda, çok defa esrarlı bir akımla ürperdiğimi, sırlı bir sükûnet, bir sekineyle irkildiğimi hatırlarım. Eskiden burada tasavvufî bir duyuşla, halvette vâridât tecellileri yaşayarak sık sık hülyalarımın tepesinin delindiğini hissetmiş ve hayretler yaşamışımdır. Yaşamış ve yalnız kaldığım bazı dönemlerde, buranın tadının, neşvesinin ve husûsî esintilerinin ne kadar farklı estiğini duymuş ve bu buk’anın her yanından fışkıran mânâların çevreyi kuşatmasına şahit olmuşumdur.
Fakir, sistemli hülyalarımın tadını ilk defa Beşinci Kat’ta duydum.. ve kendi kendime: Meğer bugünkü hülyalarımla geçmişteki hayâllerimin nokta-i iltisâkı bu mekânmış dedim. Doğrusu ben, Beşinci Kat’ta kaldığım sürece, çok defa akl-ı meâşım durur.. düşüncelerim bağdaş kurup oturur.. gönlüm gider anlaşılmaz bir vuslat lezzetine dayanır ve ben orayı âdeta, Dost’a ulaşmanın bir rampası sanırdım. Öyleki, ruhumun derinliklerinde çiçekler gibi açan hülyalar, cennet güzelliklerinin sırlı birer yansıması gibi gelirdi bana.
İçinde daha çok kalıp istirahat ettiğim odacık herkese açık bu mübarek mekânla hem iç içeydi hem de ondan ayrıydı. Çocukluğumdan beri ruhumda taşıdığım o eski rüyalarımı derinleştirmek için bu hücrenin husûsî hazırlanmış gibi bir hâli vardı. Bu odacık aynı zamanda, henüz keyfiyetlerini keşfedemediğim bir düzine düşünceye de beşik ve meşcerelik gibiydi. Öyleki, o henüz tam zabt u rabt altına alınmamış duygularımı, düşüncelerimi bağrına basıyor, sallıyor, besliyor, büyütüyor ve aklımın önüne koyuyordu. Kim bilir bu odada, kaç defa o eski hülyalara dalıp, yaşadığım hayatın içinde, biri bedenimle, diğeri de inanç, kanaat, düşünce ve hayâllerimle iki hayatı birden yaşadım. Evet, sanki bu gündelik hayat bana yetmiyordu da, hülya kılıcıyla onu paramparça ediyor ve daha engin bir âleme açılıyor gibi, mâziye, geleceğe birden tutunuyor ve kendime göre yepyeni bir hâl inşa ediyordum.
Evet, hemen her zaman ömrümün ahengine uysam da, bu odada benliğimin içinde bulunan gizli hayatımla kalmayı tercih eder, sonra da ondan yeni bir hayata realite köprüleri kurar; aklım, mantığım ve duygularım hep geleceğin ufuklarında kendime göre bir âtî dantelâsı örmeye çalışırdım. Bu itibarla da burası, her zaman ikinci ve daha zengin olan hayatımın inkişaf etmesine, genişleyip kendini aşmasına müsait ve ruhumu, hülyalarımı besleyen büyülü bir köşecikti.. burada hep, gönlüme göre geçeceğini ümit ettiğim bir istikbal ufku önüme açılır ve bana sürekli yeni doğuşlardan dem vururdu. Zaten, benim gibi hayâlperestlerin kuruntu dünyalarında, geleceğin vadettiği şeyler gökleri dolduran yıldızlar kadar çoktur. Katı realistler yadırgayadursunlar ben, her zaman böyle bir hayâl üstünde toplanıp dağılan ideallerimin pırıl pırıl çehrelerini temâşâ eder; küçük odamla beraber o koca binanın ve o binayla beraber dev kompleksin ve onunla beraber de bütün bir şehir ve hattâ kâinatın sırlı bir kısım ittisal noktaları var olduğuna inanırdım.
Aslında, bu küçük oda gibi o koca binanın da hangi bölümünde olursam olayım herkes her zaman duymasa bile ben, ledünnî bir şiirin, ruhanî bir ilâhînin ve alelacele Dost’a vuslat hazırlığının heyecanını duyar gibi olurdum. Evet, kim bilir kaç defa, bu kapıları harice kapalı, kendi içinde sırlı mekânın herhangi bir köşesinde kendini kendi hayâlî zevklerinin çağlayanına salmış ve kendi enfüsî ahengiyle dopdolu, gönlünü derinden duyup hissetmeye çalışan, ama kolu-kanadı kırık bir insan gibi, bir değişiklik ve bir başkalaşma iradesi duymuşumdur.
Kim bilir, benimle beraber daha niceleri, ruha pek çok şey vadeden bu âlem içinde, ne derin idrakler ufkuna ulaşmış ve ömürlerini yıldızlar arasında seyahat ediyor gibi geçirmişlerdir. Ben bu mekânda hep zamanın çok farklı ve saatler üstü geçtiği kanaatini taşıdım.. taşıdım ve çok kere bir rikkat ve titreyiş içinde bulundum. Doğrusu bu mekân, pek çok kimsenin de kendi içlerinde hissettikleri gibi, benim gönlümün içini de âdeta aksettiren bir yerdi.
Burada, canlı-cansız her şey nazlı birer çiçek gibi güzelliğinin son damlasına kadar açılmış renk renk letafet soluklar ve her motif umumî bir ahenk içinde rengini, çizgisini, resmini, manzarasını, şiirini hep büyülü bir lezzetle ruhlarımıza duyururdu. Tıpkı bir paragraf içinde, her cümlenin umumî ifade ve ahenge destek olması gibi, burada her şey bir “sehl-i mümteni” edasıyla umumî hedefi aksettiren ince bir remz ve sembol gibiydi.
Fakir, değişik şehirlerde pek çok farklı mekânlarda ikamet ettim; ne hayâl ve melâller gördüm ama, bütün bunlar arasında, hafızamda en derin izleriyle her zaman kendini hissettiren sadece Beşinci Kat oldu. Ve zannediyorum, hafızamın unutmamaya kararlı olduğu o bir sürü hatıralar zinciri de yine hep Beşinci Kat’ta cereyan etti. En derin murâkabelerime, en derin muhasebelerime daha çok bu mekân şahid oldu. Ömrümün vefa edip etmeyeceğini bilemem ama, yarınki hülyalarımın da orada süzülüp realitelere dönüşmesini, duygularımın orada yontulup, şekillenip ideallerimdeki dünyanın her yanına yayılmasını arzu ediyorum.