BEŞİNCİ KAT-1
Bugün medeniyetin binbir gürültüsü, yaşadığımız kentteki mimarînin soğukluğu ve şehirlerin her gün biraz daha yabancılaşması karşısında pek çoğumuz, büyük kentlerin, dev metropollerin dışında ayrı bir iklim, sessiz bir bucak, tabiata açık bir koy arama mülâhazasıyla neler düşünür, nelere katlanır ve ne plânlar, ne projeler yaparız.. yaparız da, senede hiç olmazsa belli bir müddet, belki her ay birkaç kez, içinde bulunduğumuz atmosferden sıyrılarak ya bir ormanın üfül üfül iklimine, ya bir korunun sessizliğine, ya bir koyun âsûdeliğine, ya da bir çağlayanın tabiatla çağıldayan harîmine koşarız.. koşar ve varlığı duymaya çalışır, tabiatı bir mûsıkî gibi dinler.. gözümüzle, gönlümüzle, hattâ bütün duygu ve uzuvlarımızla şehirlerin dışındaki farklılığı yudumlar ve kendimizi bir kere daha hissederiz.
İnsanlardan kaçma mânâsına değil, insanlığı bütün derinlikleriyle duyma yolunda böyle bir uzlet, insanın paslanan, kendinden saykıllaşan özüne seyahati demektir. Ben şahsen, böyle bir duyuş, böyle bir tadış ve böyle bir hissedişi değişik esinti buudlarıyla birçok defa yaşadım.. zevk ettim.. fırsat el verirse yine de yaşamayı düşünürüm.
Ancak bütün bu düşünce ve mülâhazalar mahfuz, fakir, bu kâbil özlemlerle sık sık, harîmine koştuğum kerameti kuruluş gayesine ve içindeki masumlara ait bir yer var ki, orası hemen her zaman ruhuma, ırmakların çağıltılarını, ormanların uğultularını, tabiat kitabının fısıltılarını birden boşaltmış ve gönlümde varlığın bir birleşik noktası gibi duyulmuştur. Öyleki, oraya ne kadar alışmış ve onun güzelliklerini ne kadar kanıksamış da olsam, onun harîmine her girdiğimde veya oraya ulaşma yol mülâhazasına daldığımda, âdeta bir mûsıkî, bir romantizm banyosu almış ve hususî bir maneviyat âleminin varlığını kalbimin kadirşinâs katmanlarında duymuş gibi, ruhumda bir metafizik gerilim ve gönlümde bir şahlanış hissetmişimdir. Evet, sanki oranın, ferah-fezâ ikliminden kalblerimize, sürekli bir şeyler sızıyormuşçasına, ben ve arkadaşlarım o mekânda her zaman bir neş’e ve zevk hissetmişizdir. Geleceğin değerlendirmecileri bu sırlı mekânı hangi ad ve ünvanla anarlarsa ansınlar, biz oraya “Beşinci Kat” demiştik. Beşinci kat olması, beş rakamıyla mukayyed değildi; o sadece bir çizgiydi.. bu müsemma onuncu, on beşinci kat da olabilirdi; ama değildi ve o, sadece mevcud binanın en üst katında bir çekme daireden ibaretti.
Beşinci Kat her zaman, bulunduğu yerden başını göklere kaldırmış gibi, semaları gözeten, ve hep öyle tepeden bakıp, istikbal edeceği misafirleri bekleyen için için bir hâli ve bir teşrifat edası içindeydi. O, güvenli bir insan çehresine benzeyen cephesi ve değişik maksatlara açık girintili-çıkıntılı başı secdede Hak kullarını andıran arka bölümleriyle, hep bize heybet fısıldamış, ruhlarımıza ra’şeler salmış ve her zaman ümit rengine bürünerek gözlerimizin içine gülmüştür.
Beşinci Kat, sırtını sağlam bir zemine dayamış gibi oldukça rahat görünümlü.. ve bazen küçük bir dağ zirvesi heybetiyle, bazen de çömelmiş orta boy bir tepe şeklindeki haliyle hep bize mehabet gamzetmiştir. Hattâ o, çevresindeki ona nispeten küçük binalar, altında ve üstünde dört bir yanını saran ağaçlar arasında, kalbimizin her zaman duyup hissetmeye hahişkâr olduğu bir manzara konumundadır. Onun, göklerin mavisi ve yerin yeşilliklerinin birleşik noktasındaki bu müstesnâ konumu, bize hep annelerimizin şefkatini, babalarımızın irade ve kuvvetini, gençlik duygularımızın his ve hayâl dolu saatlerini hatırlatır. Bu müstesnâ mekânda her zaman, dört bir yandan kopup gelen tabiatın o kendine has natürel ses ve solukları, yanıbaşınızda veya biraz aşağılarda, tabiatın nağmelerine göre kısmen rötuşlanmış çocukların çığlıklarının çiğ çiğ üzerinize dökülüşü; bulunduğunuz yerin mânevî havası ve şivesiyle birleşerek size alabildiğine derin o şanlı geçmişimizin her telden nağmeleri gibi gelir. Bu nağmeler sanki, zuhur ettikleri zamanın atmosferini delik deşik edip kendi “oluşum” şartlarını aşarak, zaman üstü bütün vâridâtlarını, tarih hareminin el değmemiş bütün mahrem sırlarını, gelecek günlerin tad ve şivesiyle macun haline getirip size sunduğunu sanırsınız; sanırsınız da, dünü tahayyül ederken, ayaklarınızın günümüzün zeminine bastığını ve gönüllerinizin de yarının ufuklarında attığını duyarsınız.
Evet, hassas ve duyarlı bir ruh, bu masmavi iklime hemen her yönelişinde, tozlu, dumanlı ve oldukça bulanık bir âlemden sıyrılıp, gökler kadar derin, yerler kadar zengin, analarımızın bağrı kadar sıcak bir güzellik ufkuna yürüyor gibi olur. Bu şefkat ve güzellik âleminin havası, ziyası, tadı, şivesi o kadar mûnis ve o kadar yumuşaktır ki, o tarafa doğru, otobüs, taksi veya bir başka vasıta ile hemen her seyahat âdeta, ruhun zaferine doğru bir yolculuğu gibi duyulur.. ve ciğerlerimizi oksijenle doldurmak için, ulaştığımız zirvenin tertemiz havasını yudumluyor gibi bir hâl alır. Hiç şüphesiz bu temiz iklimi ziyaret, kalbimizin en derin noktalarına sinmiş en silinmez hatıralar gibi hâlâ taptaze durmaktadır. Öyle zannediyorum ki, bütün dünyanın zevkleri, lezzetleri, hiçbir zaman bize, bu çok farklı unsurların birleşmesinden meydana gelen ledünnî hazları veremeyecek ve dünyada hiçbir zaman parçası da o mekânda geçen saniye ve saliselerin gölgesine ulaşamayacaktır. Hattâ o mekân olduğu gibi kalsa, onun o mübarek müdavimleri de oraya gelip gitmelerini devam ettirse, ben şahsen, bugüne kadar sürüp-gelen o farklı geçmişin bundan sonraki ömrümde hep aynı çizgide kalsam bile ruhuma vadettiği yeni şeyleri duyacağıma emin değilim. İhtimal bu mekânın, kuruluş niyet ve mülâhazalarının çizgilerini tam aksettirdiği o ilk günlerin havasını, tadını, şivesini duymak mümkün olmayacağı gibi, onun gerçek derinlik ve zenginliğinin ana unsurları sayılan ve bugün çoğu itibarıyla göçüp gitmiş o eski müdavimlerin eksikliği de hep derinden derine hissedilecektir.
İlk günler itibarıyla orada, o kadar bizim dünyamıza ait bir terbiye ve nezaket ve bir teşrifat anlayışı göze çarpardı ki, oraya ömründe bir kere uğrayanlara bile mutlaka bir şeyler bulaşırdı –estağfirullah– onların ruhlarına bir kısım ledünnîlikler sinerdi, sinerdi de, aradan yıllar ve yıllar geçse dahi, bir gün onlar da mutlaka ruhlarının derinliklerinde kuluçkaya yatmış hatıraların tedâîleriyle hülyalarında o mânâ iklimine yönelir ve uhrevî zevkleri adına ne nağmeler ne nağmeler dinlerlerdi...
Evet, insan eğer bütün bütün kör değilse, bu mekâna uğradığında mutlaka onun yüzüne, gözüne, sözüne, edasına bir ruh, bir mânâ, bir şiir siner ve ona nice nezih hayâl âlemleri kapılarını aralardı. Doğrusu bu mekân hemen her zaman, duyguları besteleyen, düşünceleri besleyen ve ruhları coşturan büyülü bir yerdi. Bu husûsî mekânın ruhlarımızda hasıl ettiği his zenginliği sayesinde, şehir hayatının zahmet ve sıkıntılarıyla iki büklüm ve ard arda solup giden günlerimizin duygu ve düşünceden yana ne kadar fakir geçtiğini anlamak için herhalde psikoloji uzmanı olmaya gerek yoktu... Evet bugün, tıpkı yük arabaları ve nakliye vasıtaları gibi tıklım tıklım dolu ve korkunç bir sıklet altında geçen hislerimizin hiçbirini duya duya yaşayamıyor, onların varlıklarını kendi derinlikleriyle sezemiyor ve âdeta kendi zenginliklerimize karşı kapalı yaşıyoruz. Oysaki Beşinci Kat ve o mânâdaki yerler, pekâlâ hislerimizin inkişaf edip gelişmesi için müsait birer ortam teşkil edebilir ve edebiliyordu da.
Her gün çok değişik yerlerden gelen farklı insanlarla karşılaşmak.. haftada birkaç defa mantık-muhakeme dudaklarından farklı kültürlerin usârelerini yudumlamak.. her gelene teşrifat merasimini eda ederken onlara, bu mekânı, o günün çok yönlü yeni ilhamlarıyla bir kere daha yorumlamak.. çevrenin temâşâ noktalarını, ziyaretçilerin ilmî, idarî, siyasî, felsefî kimliklerinin çağrıştırdığı muhteva ile yeniden bir kere daha tefsir etmek.. günün değişik saatlerinde, ilâhî iltifatların farklı tecellî matla’larını vicdan menfezlerinden tekrar tekrar müşahedenin zevkini yaşamak.. tulûu gözlemek, gurûbu seyretmek, mehtapla konuşmak.. yıldızlarla hasbihalde bulunup hayâl peyklerine binerek galaksiler arasında dolaşmak bu mekândaki husûsî derinliği açısından görmenin, hissetmenin, duymanın, içe sindirmenin, değerlendirmenin değişik dalga boyunda farklı öyle televvünleri idi ki, buraya ulaşan hemen herkesin bakışlarını yontar, şekillendirir; fikirlerini biler ve enginleştirir; ruhlarını inceltir ve şeffaflaştırır ve hususiyle de bu katın mânevî haz ve tiryakilerine kitapların verdiğini ve vereceğini aşkın öyle bir marifet bahş eder ki kıtmirleri müstesna bu güvertenin kutlu sakinleri, tesbihle yükselen nefesleri âdeta bir çiçek kokusu gibi duyar.. tekbirle kanatlanan âvâzı, ışık huzmeleri gibi göz bebekleriyle emer.. hamd ü senâları, göklerin üzerimize titreyen gölgeleri gibi hisseder.. ve Allah’a teveccühü kalbin en saf ve ritmik vuruşları gibi duyarlardı.
Bu mübarek hazîrenin biz öyle zannediyor da olabiliriz harîminde az dahi olsa, ârâm etme imkânı bulan hemen bütün misafirler, müstahdemler, talebeler, değişik programlar münasebetiyle bir akşamlığına gelip-konan, konup göçen ashab-ı mesalih, burada koklanan, duyulan, sezilen veya öyle olduğuna inanılan umumî havayı bozmamak, başkalarının konsantrasyonuna dokunmamak, herkese açık bir kısım mânevî zevk ve lezzet kanallarını münasebetsiz şerarelerle kirletmemek için, gezip dolaştıkları her yerde kırılabilecek kristaller varmışçasına, olabildiğine nazik ve kibar davranır, dikkatle oturur-kalkar ve âdeta bir ruhanîler topluluğu manzarası sergilerlerdi. Öyleki bunların, gözlerinin önünde sanki nihâî buudu masmavi bir ukbâ derinliği, başlarının üstünde ruhanîlerin kanat çırpış sesleri, düşüncelerinde bütün bunları temâşâ edebilme genişliği ve gönüllerinde bunları ve dahasını tatma enginliğiyle her şeyi kucaklamaya yeten bir insanî derinlikleri vardı.
Aslında hemen her atmosfer, her çevre, biraz da ona uyulunca, onun ruhuna nüfuz edilince ve onunla aramızdaki sevgi bağları tam sezilince netleşir, derinleşir, âdîlikleri aşarak fevkalâdeliklere ulaşır, derken, içindekilere daha bir talâkatle seslenir ve onlara ruhunun enginliklerinden gelen en mahrem bir mûsıkîyi dinletir. Beşinci Kat’ın bize, hemen her zaman bu vâridâtın en zengin bir sâkisi olduğunda şüphe yoktur. Evet o, oturduğu yer ve konumuyla bu mânânın mücessem bir heykeli gibidir.
Beşinci Kat ve onu omuzlarında taşıyan bina, bulunduğu nokta ile o kadar ciddi bir uyum içindedir ki; sanki onun plân ve projesi acemi, amatör bazı kimselerce değil de –aslında bu öyle olmuştu– ruhanîlerin ilhamlarıyla müeyyed bir dimağ, hem de onun bütün hususiyetlerini, çevresiyle münasebetlerini, bizim ruh dünyamızla derin alâkalarını kompüter tekniğiyle değerlendirmiş de öyle tatbik etmiş gibi, fevkalâde tenasüb içinde bir görünüm arz etmektedir.
İnsan, ne zaman onun üfül üfül esen iklimine adım atsa, daha temelinin ilk atıldığı gün toprakla buluşan ve yanı başlarında yükselen binayı takip edercesine her gün santim santim büyüyen ağaçların, ince ince salınışlarını, bir mûsıkîye dönüşen hışırtılarını duyar, o bina ve o ağaçlara emeği geçmiş insanların hayâlleriyle karşılaşır.. birkaç adım daha ilerleyince, her yanda salınan selvilerin, çamların, kavakların ve salkım söğütlerin serin ikliminde kendini bulur ve onların hoşâmedîlerini almış gibi ilerler. Ana binayı aşıp da, ona nisbeten oldukça küçük ve âdeta bir yavru, bir çocuk gibi sevimli, masum Beşinci Kat’a ulaşınca, kendini münzevî bir sessizlik ve sâkit bir şiirin büyüleyiciliği içinde bulur.
Beşinci Kat’a hem merdivenlerle çıkılır hem de asansörle.. merdivenlerden çıkarken, hemen her katta kapıları koridora açılan pek çok odalarla karşılaşılır. Bunlar bizim, eşiklerini pek fazla aşıp, aşındırdığımız yerler değildir. İç âlemleriyle bize meçhul ve sakinlerine malum bu odalarda okul veya yurt talebeleri kalır. Birer birer bütün katlar aşılınca, sonunda insan kendini terasla iç içe bir mekânda bulur. Burası oldukça geniş ve ferah-fezâ bir yerdir. Buranın rahatlatıcı havasını çok iyi bilen bizler, asansörü kullanmıyorsak, merdivenleri birer-ikişer sıçrayarak çıkar ve âdeta bir an evvel yukarının temiz ve âsûde havasını teneffüs etmeye koşardık..
Burası, gerçekten de binanın en güzel, en aydınlık, en ferah, en büyüleyici ve gönüllerimizi uhrevî hülyalarla süsleyici müstesna bir yeriydi. Buraya ulaşınca, şehir, büyük bir bölümü itibarıyla âdeta ayaklarımızın altında kalır.. deniz gözlerimizi okşar, serinliğiyle bizi selamlar.. ve çevredeki tümsekler, tepeler gıptayla bizi seyrederlerdi. Binanın içinde dolaştıkça, kendimizi daha bir büyülenmiş hisseder ve her yanımızı âdeta uhrevî esintilerin kuşattığını sanırdık.. ve hele her köşede kalblerinin safveti yüzlerine vurmuş, hisleri pırıl pırıl gözlerinde nümâyân, yüzleri talihlerine tebessümle süslü bir sürü temiz çehreyle karşılaştıkça, kendimizi varlığın perde arkasında seyahat ediyor gibi anlaşılmaz bir derinlik içinde bulur ve ne hayâller yaşardık.!