2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Fasl

    Share
  1. #1
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Fasl

    Ateşle dağlamak, ba�zı yerlerde âdet hâlini almışdır. Hâlbuki, dağlamak, tevekkülü bozar. Hattâ islâmiyyet, bunu men� etmişdir. Çünki, tehlükeli yaralara sebeb olabilir. Fâidesi de kat�î değildir. Dağlamanın fâidesi, başka ilâclarla da, te�mîn olunabilir. İmrân bin Husayn �radıyallahü anh� hastalandı. Dağlama yap dediler, yapmadı. Yalvardılar, dağladı ve iyi oldu. Sonra buyurdu ki, önce nûr görüyordum. Sesler duyuyordum. Melekler bana selâm veriyordu. Dağladıkdan sonra, bunlar olmadı. Çok tevbe ve istigfâr etdi. Cenâb-ı Hakkın, bunları tekrâr kendisine ihsân eylediğini, Mutrif bin Abdüllaha söylemişdi. FASL � Ba�zan, ilâc kullanmamak dahâ sevâb olur ve bu, Peygamber �sallallahü aleyhi ve sellem� efendimize uymamak olmaz. Büyüklerimizden çoğu ilâc kullanmadı.
    Süâl � İlâc kullanmamak kemâl olsaydı, Peygamberimiz �sallallahü aleyhi ve sellem� ilâc kullanmazdı. Hâlbuki kullanmışdır.
    Cevâb � İlâc kullanmamak için altı sebeb vardır:
    1) Bir kimse, kalbi uyanık, keşf sâhibi olur. Ecelinin geldiğini anlar. İlâc kullanmaz. Nitekim doktorlar da, çabuk öleceği belli hastaya, ilâc ve perhîz vermiyor. Halîfe-i müslimîn, Ebû Bekr �radıyallahü anh� hasta olunca, (Tabîb getirelim) dediler. (Tabîb beni gördü ve ben, irâde etdiğimi yapacağım dedi) buyurdu.
    2) Hasta âhıret korkusu içindedir. İlâc düşünmez ve istemez. Ebüdderdâ �radıyallahü anh� hasta olunca inledi. Sebebini sorduklarında, günâhlarımı düşünüp, inliyorum buyurdu. Birşey istiyor musun dediler. Allahü teâlânın rahmetini istiyorum buyurdu. Tabîb çağıralım mı dediler. Beni tabîb hasta yapdı buyurdu. Ebû Zer-i Gıfârînin �radıyallahü anh� gözü ağrıyordu. İlâc yapmaz mısınız dediklerinde, ondan dahâ mühim işim var buyurdu. Bunların hâli, birini i�dâm etmeğe götürürlerken buna, yolda, yiyecek birşey ister misin diye sormağa benzer ki, aç olsa bile yimek acabâ hâtırına gelir mi? Sehl bin Abdüllah-i Tüsterîye, gıdân nedir dediler. Hayy ve kayyûm olanın zikridir dedi. Sana, kuvvetini nerden alıyorsun diyoruz, dediler. İlmden dedi. Gıdân nedir dediler. Fikr ve zikrdir dedi. Vücûdü besliyen gıdâ maddesini soruyoruz dediler. Vücûdü düşünmeyip, rızkı göndereni düşünmekdir dedi.
    3) Sebebi bilinmiyen müzmin bir hastalık olup, hasta, tesellî ilâclarını kullanmak istemez. Tıb bilgisi olmıyanlar, birçok ilâcları böyle sanır.
    4) Ba�zısı da, hastalığın sevâbından mahrûm kalmamak için, iyi olmak istememiş, sabr etmek sevâbına da kavuşmak istemiş, ilâc kullanmamışdır. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Şübhe edilen altını, ateşle mu�âyene etdikleri gibi, Allahü teâlâ, insanları derd ile, belâ ile imtihân eder. Ba�zısı, belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Ba�zısı da, bozuk olarak çıkar). Sehl bin Abdüllah-i Tüsterî �rahmetullahi teâlâ aleyh�, hastalara ilâc verir, kendisi ise kullanmazdı. Hastalığa sabr ederek, oturarak kılınan nemâz, sağlam olanın, ayakda kıldığı nemâzdan dahâ kıymetlidir, derdi.
    5) Günâhı çokdur. Hastalık çekmekle günâhlarının afv edilmesini ister. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Sıtma hastalığı, insanın günâhlarının hepsini temizler. Dolu dânesinde toz olmadığı gibi, sıtmalının günâhı kalmaz). Îsâ �aleyhisselâm� buyurdu ki, (Hasta olup, musîbete, felâkete uğrayıp da, günâhları afv olacağı için sevinmiyen kimse, âlim değildir). Mûsâ �aleyhisselâm�, bir hastayı görüp: (Yâ Rabbî! Bu kuluna merhamet et!) dedikde, Allahü teâlâ: (Rahmetime kavuşması için, gönderdiğim sebebler içerisinde bulunan bir kuluma, nasıl rahmet edeyim. Çünki, onun günâhlarını, bu hastalıkla afv edeceğim. Cennetdeki derecesini, bununla artdıracağım) buyurdu.
    6) Sıhhatin hep yerinde olması, Allahü teâlâyı unutmağa, Ona ısyân etmeğe, harâm işlemeğe sebeb olacağını düşünüp, hasta kalmağı ister. Allahü teâlâ, acıdığı kullarını derd ile, hastalık ile, gafletden uyandırır. Nitekim, bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Mü�minlerde, üç şeyden biri bulunur: Kıllet ya�nî fakîrlik, ıllet ya�nî hastalık, zillet, ya�nî i�tibârsızlık) ve buyurdu ki, (Allahü teâlâ buyurdu ki: Hastalık benim kemendim, tuzağımdır ve fakîrlik zındânımdır. Buralara sevdiklerimi sokarım). Sıhhat, günâh işlemeğe sebeb olur. Âfiyet hastalıkda olur. Alî �radıyallahü anh�, bir kalabalığı eğlence içinde görüp sordukda, bugün bayramımızdır dediler. Günâh işlemediğimiz günler de, bizim bayramımızdır buyurdu. Büyüklerden biri, rast geldiği birine, nasılsın dedikde, âfiyetdeyim dedi. O da, âfiyetde olduğun, günâh işlemediğin gündür. Günâh işlemekden dahâ tehlükeli hastalık yokdur buyurdu. Fir�avnın, herkesin kendine tapınmasını istemesine sebeb, dört yüz sene yaşamışdı. Bir kerre başı ağrımamış, ateşi olmamışdı. Bir kerre başı ağrısaydı, o saygısızlık hâtırına gelmezdi. Bir kimse, hasta olup tevbe etmezse, Azrâîl �aleyhisselâm� der ki, ey gâfil! Sana kaç def�a haberci gönderdim. Aklını başına toplamadın. Büyükler buyurur ki, mü�mine kırk gün içinde, her hâlde üzüntü veyâ hastalık veyâ korku yâhud malına ziyân gelir. Resûlullah �sallallahü aleyhi ve sellem�, bir hanımı nikâh ile alacakdı. Bu kadın hiç hasta olmamışdır diye medh etdiler. Almakdan vaz geçdi. Birgün baş ağrısını söyliyordu. Bir köylü: Baş ağrısı nasıl olur? Benim başım hiç ağrımadı deyince, (Benden uzak ol! Cehennemlik görmek istiyen, buna baksın) buyurdu. Âişe �radıyallahü anhâ�, şehîdlerin derecesine yükselen olur mu? deyince: (Hergün yirmi kerre ölümü düşünen kimse, şehîdlerin derecesini bulur) buyurmuşdu. Şübhesiz, hastalar, ölümü çok hâtırlar. İşte, bu altı sebebden dolayı, ba�zıları ilâc kullanmamışdır.
    Resûlullah �sallallahü aleyhi ve sellem�, bu sebeblere muhtâc olmadığı için ilâc kullanırdı.
    (Dürr-ül-muhtâr)da ve bunu açıklıyan (İbni Âbidîn)de (Sular) kısmı sonunda buyuruyor ki: (Harâm olan şeylerin ilâc olarak içilmesi, bunun hastaya iyi geleceği bilinirse ve halâl olan ilâc bulunmazsa, câiz olur. (Buhârî)deki hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâ, harâm olan şeylerde, size şifâ yaratmamışdır) buyurulmuşdur. Bunun ma�nâsı, şifâsı olduğu tecribe edilen harâm maddeler, ilâc için halâl olur, demekdir. Nitekim, susuzlukdan ölecek kimseye, ölümden kurtaracak kadar şerâb içmek halâl olur. Harâm olan şeyde, şifâ bulunması, mütehassıs olan müslimân bir doktorun söylemesi ile anlaşılır. Yalnız, domuz eti ve yağı, şifâsı bulunsa da, ilâc olarak da kullanılmaz). Muhammed Zerkânî �rahmetullahi teâlâ aleyh�, (Mevâhib-i ledünniyye) şerhi, sekizinci maksadda diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, tedâvî olunuz buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfe göre, ölüme veyâ bir farzı terk etmeğe mâni� olacak tedâvî ve kalb hastalıklarının tedâvîsi farzdır. Başka hastalıkların tedâvîsi sünnetdir.)
    (Tâtârhâniyye)de diyor ki, (Başka çâre olmayınca, ölümden kurtulmak için ameliyyât olmak câizdir.)
    Son söz olarak deriz ki, hastalık sebeblerinden kaçınmak, tevekküle mâni� değildir. Halîfe Ömer �radıyallahü anh�, Şâma gidiyordu. Şâmda tâ�ûn [ya�nî vebâ hastalığı] olduğu işitildi. Yanında bulunanların ba�zısı, Şâma girmiyelim dedi. Bir kısmı da, Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım dedi. Halîfe de, Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim. Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur buyurdu. Abdürrahmân bin Avfı �radıyallahü anh� çağırıp, sen ne dersin? buyurdukda, Resûlullahdan �sallallahü aleyhi ve sellem� işitdim. (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden, başka yerlere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız!) buyurmuşdu, dedi. Halîfe de, elhamdü-lillâh, benim sözüm, hadîs-i şerîfe uygun oldu deyip, Şâma girmediler. Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebeb, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Vebâlı yerde, kirli hava [ya�nî mikroblu hava, vebâ basilleri], herkesin içine yerleşince, kaçanlar, hastalıkdan kurtulamaz [ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaşdırmış olurlar]. Hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki, (Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muhârebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhdır). [Muhyiddîn-i Arabî �kuddise sirruh� (Fütûhât-ül-mekkiyye) kitâbında (Kazâ, belâ) bahsinde, (Belâlardan, tehlükelerden, gücünüz yetdiği kadar sakınınız. Çünki, tâkat getirilemiyen, dayanılamıyan şeylerden uzaklaşmak, Peygamberlerin âdetidir) buyurmakdadır. Eceli gelen hastanın ölmesine mâni� olunamaz. Ancak, ölüm hastasının istigfâr okuması, hastalığın veca�larını gidereceği (Mektûbât-ı Ma�sûmiyye) ikinci cild, 80.ci mektûbunda yazılıdır. Bu mektûb, (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbımızda mevcûddur.]
    (Redd-ül-muhtâr) beşinci cild sonunda ve (Bezzâziyye) fetvâsında diyor ki, (Kapalı yerde iken zelzele olursa, oradan açık bir yere kaçmak müstehabdır).
    FASL � Tevekkül etmek için, hastalığını herkese bildirmemek lâzımdır. Bildirmek ve şikâyet etmek mekrûhdur. Yalnız fâidesi olacaklara, [meselâ, doktora söylemek] veyâ aczini, zevallılığını bildirmek için söylemek mekrûh olmaz ve tevekkülü bozmaz. Nitekim Alî �radıyallahü anh� hastalanmışdı. Nasılsın, iyi misin dediklerinde, hayır dedi. Şaşıp birbirlerine bakışdılar. (Allahü teâlâya aczimi gösteriyorum) buyurdu. Bu söz onun hâline lâyık idi. O cesâret ve kuvveti, yeğitliği ile, aczini biliyordu ve (Yâ Rabbî! Bana sabr ihsân et!) derdi. Tevekkülün kıymeti, (Cevâb Veremedi) kitâbının 144.cü sahîfesinde yazılıdır.
    Peygamberimiz �sallallahü aleyhi ve sellem� buyurdu ki, (Allahü teâlâdan âfiyet isteyiniz. Belâ istemeyiniz!). Hastalığı herkese söyleyip, hâlinden şikâyet etmek harâmdır. Şikâyet niyyeti ile değilse harâm olmaz. Fekat, söylememek iyidir. Çünki, çok söyleyerek, şikâyet şeklini alabilir.
    Hindistânda bulunan islâm âlimlerinin büyüklerinden Muhammed Bâkîbillah buyuruyor ki, (Tevekkül, sebeblere yapışmayıp, tenbel oturmak değildir. Çünki, böyle olmak, Allahü teâlâya karşı edebsizlik olur. Müslimânın, meşrû� olan bir sebebe yapışması lâzımdır. Sebebe yapışdıkdan, çalışmağa başladıkdan sonra tevekkül edilir. Ya�nî istenilen şey, bunun hâsıl olmasına sebeb olan şeyden beklenilmez. Çünki, Allahü teâlâ sebebi, istenilen şeye kavuşdurmak için, bir kapı gibi yaratmışdır. Birşeyin hâsıl olmasına sebeb olan işi yapmayıp da, sebebsiz olarak gelmesini beklemek, kapıyı kapayıp pencereden atılmasını istemeğe benzer ki, edebsizlik olur. Allahü teâlâ, ihtiyâclarımıza kavuşmamız için kapıyı yaratmış ve açık bırakmışdır. Onu kapamamız doğru değildir. Bizim vazîfemiz kapıya gidip beklemekdir. Sonrasını O bilir. Çok zemân kapıdan gönderir. Dilediği zemân da pencereden atarak verir). Bâkî-billahın bu sözü (Berekât) kitâbında yazılıdır. Görülüyor ki, çalışmayıp, boş oturup, tevekkül ediyorum demek câiz değildir. Tesavvuf büyükleri, çalışmağa, sebebe yapışmağa başlayıp, bundan sonra tevekkül etmeli demişlerdir.
    Hindistânın büyük âlimlerinden Mazher-i Cân-ı Cânân �kuddise sirruh�, onüçüncü mektûbunda diyor ki, cebr ve ihtiyâr üzerinde âlimlerimiz çok şey yazdılar ise de, insanın zihnine yine şübheler gelmekdedir. Çünki akl, din bilgilerinden ba�zılarını anlıyamıyor. Eğer anlasaydı, insanların işlerinin fâideli ve iyi olması için, Peygamberlere vahy gönderilmesine lüzûm ve ihtiyâc olmazdı. İnsanda tam ihtiyâr vardır demek, ya�nî insan her dilediğini yapar demek ve insanın elinde birşey yokdur, kazâ ve kaderde olanı yapmağa mecbûrdur demek, kitâba ve sünnete inanmamak olur. Çünki, insanların amellerini de, cesedlerini de, ya�nî maddelerini de, işlerini, hareketlerini de Allahü teâlâ yaratmakdadır. Böyle olunca, tam ihtiyâr vardır denilebilir mi? Cebr ile, zorla yapdırılan iş için hesâba çekmek de zulm olur. Allahü teâlâ zulm yapmaz. O hâlde, insan mecbûrdur demek, nasıl doğru olabilir? İnsanların işlerinin bir titreme gibi cebren yapılmadığı meydândadır. İlm, irâde ve kudretimiz ile yapılmakdadırlar. İnsanın ihtiyârı [istekli hareketi], her üçünden hâsıl olmakdadır. Fekat, insanda bu üçünün hâsıl olması, insanın ihtiyârı ile değildir. Allahü teâlâ dilediği zemân, bunları insana gönderir. Cebr de, bu kadardır. İnsanda tam ihtiyâr ve tam cebr olmadığı için, insanın hareketleri, bu ikisinin arasında hâsıl olmakdadır. İşlerin böyle yapılmasına (Kesb) denir. İnsanın kesb etdiği işlerinde bu kadarcık ihtiyârın bulunması, Allahü teâlânın teklîflerine [emr ve yasaklarına] sebeb olmuşdur. İhtiyârımız za�îf, az olduğu için de, teklîfler hafîf olmuş, Allahü teâlânın mü�minlere olan rahmet sıfatı, onların âsîlerine olan gadab sıfatını aşmışdır. Diğer sıfatlarından hiçbiri, ötekilerini aşmış değildir. Allahü teâlânın fî�lleri de, ilmi, irâdesi ve kudreti ile olduğu için, bu bakımdan kulların işlerine benzemekdedir. Böyle işlerden dolayı, kullarını hesâba çekmesi adâlete uymuyor denilemez.
    [TENBÎH: Ölümden evvelki hayâta (Dünyâ hayâtı), ölümden sonraki hayâta (Âhiret hayâtı) denir. Âhiret hayâtı üçe ayrılır: Mezârdan kalkıncaya kadar, (Kabr hayâtı), tekrâr dirildikden, Cennete veyâ Cehenneme gidinceye kadar, (Kıyâmet hayâtı), üçüncüsü (Cennet ve Cehennem hayâtı)dır. Dünyâda yapılan her işden ve düşünceden, dünyâda ve âhiretde fâide veyâ zarar hâsıl olur. Fâide hâsıl olanlara (Hayr), zarar hâsıl olanlara (Şer) denir. Allahü teâlâ, hayrları, şerlerden ezelde ayırmışdır. Bunlar, birbirleri ile hiç karışmaz. Bu ayırmağa, (Kazâ) ve (Kader) denir. Kazâ, kader hiç değişmez. Allahü teâlâ hayr ve şer işlemekde insanları serbest bırakdı. İsteyen hayr işler, isteyen şer işler. Allahü teâlâ, merhamet ederek, hangi işlerin hayr, hangi işlerin şer olduğunu, Peygamberler vâsıtası ile kullarına bildirir. İnsanlar da, bunları, Peygamberlerden, aklları ile, ilmleri ile öğrenirler. Akl ve ilm sâhibleri akla, ilme uyarak, hayr işler. Aklı ve ilmi olmıyan ahmaklar, câhiller, nefslerine ve şeytânlara uyarak, şer ya�nî günâh işleyerek, dünyâda ve âhiretde azâba sürüklenir. Görülüyor ki, Peygamberlerin emrleri, ya�nî dinler, Allahü teâlânın ni�meti, büyük ihsânıdır. İslâmiyyete uyanlar, Cennete gidecekler, uymıyanlar Cehenneme gideceklerdir.]
    Bir kişide olmasa ger vecd-ü hâl,
    eylese islâmiyyete o imtisal.
    Dâimâ bid�atleri terk eylese,
    ehl-i sünnetden hiç ayrılmasa.
    O kişi, ehl-i se�âdetdir hemân,
    şer�i pâke iyi sarıl, ey civân.

  2. #2
    ACİZKUL
    ACİZKUL - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Fasl

    Ger islâmiyyetsiz olursa vecd-ü hâl,
    ehl-i istidrâc olur, ol bed fi�al.
    Uçsa da, aldanma öyle şeylere,
    kes kanâdı, tâ ki düşsün yerlere.
    Anlara aldanma, îmânın gider,
    şer�i pâki tutmıyan bulmaz zafer.

Benzer Konular

  1. FasL-ı GüL
    By SiLa in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 5
    Son Mesaj: 19.02.09, 20:47

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •