Müthiş bir gün var insanoğlunun önünde...
Göklerin yarılıp parçalanacağı, cehennemin köpürüp alevleneceği ve kıyametten sonra bir kere daha üfürülen surla beraber bütün ölülerin diriltilip hesaba çekilmek üzere toplanacağı bir gün...
Her ferdin, yalın ayak, başı çıplak bir vaziyette kendi sırasının gelmesini dehşet ve korkuyla bekleyeceği; kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacağı, kendi başının çaresine düşeceği; peygamberlerin dahi "nefsî, nefsî" diyeceği bir gün...
Kâfirler için hazırlanan zincirler, bukağılar ve çılgın alevlerin herkesi dehşete düşüreceği; pek çoklarının kapkara, ekşi ve asık bir suratla beklerken, adeta bel kemiklerinin kırılacağı; burada kulluk vazifesini yerine getirmeyenlere "Haydi yalanladığınız şeye doğru yürüyün! Yürüyün, gölgesi olmayan ve alevden korumayan üç buudlu (katmerli) cehennem karanlığına!" denileceği ve muflislerin yüzükoyun sürüm sürüm ateşe sürükleneceği bir gün...
İşte, güneşin yaklaştırılıp her yanı kavuracağı, beyinlerin kaynayıp terin gırtlağa ulaşacağı ve sebeplerin bütün bütün iflas edip her şeyin insanın aleyhine döneceği o gün, insanlar altına girip gizlenmek, güneşin yakıcılığından azıcık korunmak için küçücük, ufacık da olsa bir gölge arayacaklar.. arayacaklar ama o gün Hakk'ın himaye ve inâyetinden başka gölge de olmayacak.
Seslerin kesileceği, canların gelip gırtlaklara dayanacağı, başların dönüp bakışların bulanacağı o gün, tek bir sığınak olacak; o da Allah'ın himâyesinin gölgesi..
Peygamber Efendimiz (sallalahu aleyhi ve sellem) "Allah yedi kimseyi, kendi zıllinden başka sığınak olmayan (kıyamet) gününde, zılli altında himaye buyuracaktır." diyor ve hem bu talihli insanların kimler olacağını haber veriyor, hem onlardan biri olmamız için bizi ikaz ve teşvik ediyor ve hem de sağlıklı bir toplumun ancak o insanların sıfatlarını üzerinde bulunduran kimselerle meydana geleceğini bildiriyor.
Bu yedi grup insan şunlardır: Hak, adalet ve istikâmeti temsil eden idareci; ömrünü ibadet neşvesi içinde geçiren genç; mescidlere dil beste olan kimse; birbirlerini Allah için seven, bir araya geldiklerinde Allah için bir araya gelen, ayrılırken de Allah için ayrılan, Hak rızasını, Hak sevgisini mihrâb edinmiş muhabbet fedâileri; güzel ve zengin bir kadının talep ağında (nefsine başkaldırıp) "Ben Allah'tan korkarım" diyen adam; solundakine infak ettiği şeyden, sağındaki bir şey hissetmeyecek şekilde sadakasını gizli eda eden kahraman; ve yapayalnızken Allah'ı anıp da gözleri yaşlarla dolan, yalnızlık anlarını tefekkür ve murâkabe ile buudlaştıran, yer yer gönlünde bestelediği duygularını yanaklarından süzülen yaşlarla seslendiren, gözyaşı kelimeleriyle Dost'a içini dökebilen duygu ve gönül insanı.
Soru: Hadis*i Şerifte "vicdan toplumu"ndan kesitler gösteriliyor gibi..?
Cevap: Evet, yedi grup insandan oluşan bu tablo hem ödleri koparacak olan mahşer gününde Arş'ın gölgesine davet edilecek talihlilerin resmi ve hem de ideal bir toplumu, mükemmel bir milleti meydana getirebilecek insanların fotoğrafıdır.
İdeal neslin fotoğrafıyla alakalı çok şey söyleyebilirsiniz. Bazen onları, beklenen bir mefkûre topluluğu olarak resmedersiniz. Bazen vicdan toplumu olarak dile getirir ve şöyle olması lazımdır, dersiniz. Bazen "geleceğin mimarları ancak bu evsafta olan insanlardır" düşüncesini seslendirirsiniz. Aslında, hepsinde de, değişik versiyonlarıyla aynı mülahazayı işlemiş olursunuz; o da, Allah'ın marziyâtını hedeflemiş ve bu hedefe ulaşmayı da Cenâb*ı Hakk'ın mübarek Nâm*ı Celîlini bütün dünyaya duyurmaya bağlamış topluluk mülahazasıdır.
Soru: Efendim, biraz önce tefekkürün zikirle buud kazanması ve derinleşmesini anlatırken *zannediyorum* o ayet aklınızda değildi. Fakat, aynen Kur'an'daki sisteme göre değerlendirme yaptınız. Bu melekeyi kazanmak için Kur'an'la çok meşgul olmak mı gerekiyor?
Cevap: Kur'an*ı Kerim'le çok meşgul olmak, Kur'an'ı çok iyi bilmek, onun bütününü bir harita gibi gözönünde tutabilmek oldukça önemlidir. Fakat, daha da önemlisi, Kur'an'a itimat etmek, güvenmek ve gönlü O'na vermektir. Zannediyorum, bir insan samimâne, sâfiyâne gönlünü Cenâb*ı Hakk'a verir ve Kur'an'a bir çırak olarak teslim olursa, bütün tenkit mülahazalarından uzak kalır ve O'na teveccüh ederse, aklına*hayaline hiç gelmedik şekilde ufuklar açılır önünde.
Zikirle fikir yolu açılır, zikir size yeni düşünme ufukları açarsa, oradaki çok küçük esintilerle bile, sizin onca beyin cehdi ortaya koymanıza rağmen elde edemediğiniz şeylere mazhar olabilirsiniz. Bu, Kur'an'a tam teslimiyetinizin, onu tam kabullenmenizin, nefsinize rağmen aklınızın ermediği noktalarda bile baştan tam teslim olmanızın bir semeresidir. Zaten, bizler için kapalı gibi görünen hususlar da ancak böyle bir teveccüh ve teslimiyet sayesinde açılabilir.
O sayede, dil kaidelerine, sarf ve nahive, gramere takılan insanların takıldığı yerlerde siz ne mucizeler ne beliğ ifadeler görürsünüz. Başkalarının kendi kıt idraklerinden dolayı "şu ayet orada değil de şurada olacaktı" demesine mukabil siz "Aman Allahım, ne müthiş bir münasebet var burada!" dersiniz. Onlar akıllarına takılır yolda kalır; fakat siz, Cenâb*ı Hakk'ın yolunuzu açmasıyla saygı ve hürmet kanatlı atınızı mahmuzlar daha ileriye sürersiniz.