"Haberim olsaydı seni karşılardım"
"l954 yılında hacca niyet ettim. Burdur'dan gitmek istiyordum. Polis her an başımda. Tarassut altındayım. Burdur'a hareketimden iki gün evvel Sorgu hakimliğinden çağırıldığımı bildirir bir bildiriyi 'tebliğ' ile bir memur eve geldi. Bütün korkum ve kudsi borçtan beni geri bırakmaları idi. Annem ve zevcemle birlikte niyet etmiştik. Hemen, şimdi rahmete kavuşan ağır ceza hakimlerinden Abdullah Arığ ağabeyi buldum. Vaziyeti anlattım. Dedi: 'Sen korkma, ben kefil olurum, seni gönderirim.' Ve ilave etti: 'İnşaallah, Cidde'de buluşuruz' dedi. Meğer o da, ilk haccına niyetli imiş..... Hakikaten, ben daha evvel Burdur'dan hacca gitmeme rağmen Medine-i Münevvere dönüşü Cidde'de karşılaştık. O da, ağabeyin ihlasını gösteriyordu. Allah rahmet eylesin...
"l954 yılında Medine-i Münevvere'de muhterem Ali Ulvi Kurucu beyle tanıştık. O beni, vaktiyle van'da müftülük yapmış Hasan Hocaefendiyle tanıştırdı. Meğer, bu zat-ı muhterem Üstad Hazretlerini tanıyan bir kimseyi arar dururmuş. Hattat, Konyalı Abdullah Efendinin dükkânına götürdü. Oturduk. Üstad Hazretlerinden uzun uzun sordu. Dönünce selam ve hürmetlerini tebliğ etmemi, artık Medine-i Münevvere'ye yerleştiğini, evlendiğini, Üstad hazretlerini davet ettiklerini söyledi. 'İnşaallah, dönüşte aynen söylerim' dedim. Pek memnun kaldılar.
"Hac farizamı bitirdikten sonra Burdur'a döndüm. Tebrike gelenlerden sonra o günlerde Üstad Hazretleri Isparta'da idiler. Ziyarete gittim. Kendileri çok hasta idiler. Konuşmaları anlaşılmıyordu. Birşeyler söylüyor, biz anlamıyorduk. Sonra bize, Üstadımızın yakınında Zübeyir kardeşimiz naklediyordu. Ben çok üzülmüştüm. Bir aralık, hacca gittiğimi ve eski Van müftülerinden Hasan hocaefendinin selamlarını söyleyince meyyit gibi uzanan Üstadımız yataklarından fırlarcasına 'Ne, sen onu gördün mü?'
"Cenab-ı Hak hacca nasib etti, gördüm, Evlendiğini, davet ettiklerini söyledim.
"İnşaallah' dediler. İnceden inceye sordular. 'Demek, hacca gittin. Allah müberek etsin. Eğer haberim olsaydı seni ben karşılardım' buyurdular. 'Bu selam bana şifa oldu. Allah senden razı olsun' dediler.
Üstada getirdiğim hediyeler
"O sırada elimde küçük bir paket vardı. Almayacağını bildiğim halde önlerine bıraktım. İçerisinde öyle kıymetli şeyler yoktu. Zemzem, hurma, medine kınası, bir şişe gül yağı ve tesbih. 'Bunlar ne?' diye sordular.
"Efendim, bunlar hac hediyesi' dedim.
"Biliyorsun, ben hediye almıyorum. Bunlar mübarek yerlerden gelen hediyeler, Seni de çok severim. Ama parasını vereyim' buyurdular.
"Ben Üstadımı kırarım korkusuyla: 'Bunlar pek para tutmaz. Hiç para vermediklerim de var...' dedim. Buna rağmen on küsür lira hesap çıkardılar. Getirdiğim şeyler o kadar da etmezdi.
"Hatta, şaka yollu, Zübeyir kardeş: 'Üstadım, bu hesapta siz aldandınız' dedi.
"Ona gülerek: 'Keçeli, sen Abdurrahman'la aramdaki sırrı bilmezsin' buyurdular.
"Ben yine, 'Af buyurun bu parayı almayacağım' deyince:'Dur öyleyse' paketimi açıp koku, kına, zemzem ve hurmayı aldılar. 'Tesbih sende kalsın' dediler. Buna karşılık mendilini, havlusunu-dur, aklıma geldi-diye bir de tesbih verdiler. Ben tesbihi görünce çok sevindim. Çünkü aynı tesbihi refikam Medine'de görmüş, 'bana bundan al' demişti. Ben de 'madem bu tesbihi beğendin, namazdan sonra düzine ile alalım, yakınlarımıza da hediye ederiz' demiştim. Fakat, ne hikmettir; o da, ben de unutmuşum. İlk hasta gördüğüm Üstadımızı iyi olarak güleryüzle bizi ayakta uğurlamasından çok sevindim.
"Burdur'a gelince, ilk işim, tesbihi refikama verdim. Yüzüme bakarak: "Demek, bu tesbihi Medine'den aldın, bana haber vermedin' dedi. Ben de: 'Bu tesbihi Üstad Hazretleri verdi' dedim. Daha da sevindi. Vefatına kadar bu tesbihi yanından ayırmadı.