Risale-i Nur nasıl telif edilmişse öyle neşrolsun
Hapishanede Risale-i Nur yazdınız mı?
Afyon hapsinde El-Hüccetü'z-Zehrâ'yı birkaç defa yazdım. Bir defasında da Kastamonu'ya giden birisiyle gönderdim. Bir tane de babama hatıra olmaka üzere çok itina ile yazmıştım. Bunu Hz. Üstada tashih için gönderdim. Hz. Üstad tashih etmiş ve öyle muazzam bir dua yazmıştı ki, görenler hayran oldular. Ben de hapisten sonra babama takdim ettim. Babam çok memnun oldu, ağladı; fakat şimdi o kitap nerededir, bilmiyorum.
Ayrıca Afyon hapishanesinde Cevşenü'l-Kebir ve diğer Evradı yazmıştım. Bir tane de Emirdağlı Mustafa Acet yeni öğrendiği o güzel hattı ile bir Cevşenü'l-Kebir, bir de Evrad-ı Kudsiye yazmış, bazı kısımların tashihini yaparak bana hediye etmişti. Daha sonra te berrüken Mehmed Feyzi ve Hasan Feyzi Ağabeylerin yazdıkları Hülâsatü'l-Hülâsa ve sair Evradları ilave ederek Hz. Üstada tashih ettirdim. Hz. Üstad mübarek bir dua yazarak bana iade etti.
Ahmed Feyzi Ağabeyle 2 ay kadar bir koğuşta yattık. Bir defasında Ahmet Feyzi, Hz. Üstada bir pusula yazarak, "Üstadım ben Gençlik Rehberini bugünkü gençliğin anlayabileceği şekilde lügatsız Türkçe olarak yazıp neşretmek istiyorum, müsaade eder misiniz?" diye sordu.
Hz. Üstad da "Kardeşim Ahmed Feyzi, sen öyle bir risale yazarsan kendi imzanı at veya lügatlarını haşiyesinde kısaca Türkçeye çevir, yine imzanı at" demişti. Bu ifadeleriyle Üstad Hazretleri, Risale-i Nur nasıl telif edilmişse öyle neşrolunmasını anlatmak istemişti.
Hz. Üstadın kendi elyazması olan, El-Hüccetü'z-Zehrâ'da yer alan Fatiha'nın tefsir kısmını Hz. Üstad, Ceylan'a vermiş, Ceylan da, "Teberrüken sana getirdim" dedi ve bana verdi. Ben de alıp öptüm, başıma koydum ve itina ile muhafaza ettim. Tahliyeden sonra İstanbul'a gittiğimde o gün için en güzel bir cilt ile ciltlettim ve İnebolu'da onu canımdan kıymetli olarak sakladım.
Sonra bir mahkeme sebebiyle İnebolu'ya gelip fakirhanemde misafir olan Bekir Berk kardeşimiz onu gördü ve kendi müzesinde muhafaza etme ve "Hizmet-i Nuriyede çok büyük hizmetlere vesile olacak" diye ısrarla benden istedi. Ben de "Hizmete medar olur" niyetiyle hiçbir şeyimi esirgemezdim ve verdim. Seneler geçti; baskınlar, musadereler ve imhalar.... Bekir Berk hapse girince kayboldu. Çok aradım, sordum; bilen olmadı.
Yıllar sonra Mehmed Emin Birinci ve Mehmed Fırıncı kardeşlerin elinde hakikaten bir hizmete medar olmak için çıkarılmış iken gördüm. Dünyalar benim oldu. Çok sevindim, kayıp olmamış. O kıymetli kardeşlerim onu muhafaza etmişler. Kalbim rahat etti.
Afyon hapsindeki hapis müddeti ne kadardı?
Tarihler, hapishanede yazdığım evrak defterinde yazılı. Afyon hapsine girmeden evvel İnebolu'dan ayrıldığım tarih: l7 Ağustos l948 Perşembe. Hapishaneye girdiğim tarih: l0 Eylül l948 Cuma, Afyon hapsinden çıktığım tarih: 9 Mart l949. Bu hesaba göre hapiste 6 ay kalmışım.
Avukat olarak kimlere vekâlet verdiniz?
İlk defa Ahmed Bey isminde bir avukat fahri olarak vekâletimi almıştı. Sonra bir baro reisi-ismini Halil zannediyorum-almıştı. Başka hatırlamıyorum.
Hapishanede günlük hayat
Afyon hapishanesinde Üstad ve Nur talebeleri günlük zaruri ihtiyaçlarını nasıl karşılardı?
Hapishaneye birkaç çamaşırdan başka bir eşya ile girmemiştim. Rahmetli Hüsrev Ağabey bana bir minder göndermişti. O minderin üzerinde yatardım. Bir de üstüme örtecek bir şey vardı. Daima elbisemle yatar kalkardım. Banyo için bir teneke suyu bulabilirsem onunla banyo yapardım. Bazen dışarıdan yardım yaparlardı. Kimler yapardı bilmiyorum, o yardımlar para, yiyecek gibi şeyler olurdu ve onları teberrük diyerek almamız için Üstad Hazretleri gönderirdi.
Bizim koğuş, ikinci koğuş zemin kat idi, tabanı taş idi. İçi 20-25 metre uzunluğunda ve 8-l0/ metre genişlikte idi. Koğuşta, kapıları içeride 3 adet hela vardı. Banyomuzu da o helalarda yapardık. Bizim koğuşun mevcudu bazen 70-80 kadar kişi olurdu. Koğuş başkanı olan ağır cezalı mahkum Hasan Ağa, aynı zamanda berberlik yapardı ve Üstadı da o traş ederdi. Benden para almazdı. Akşamları birer tayın dağıtırlardı ve parasını alırlardı. Fakirlik mazbatası verenlerden almazlardı. Benim param yoktu. Bana "fakirlik mazbatası getir" dediler. Ben de İnebolu'ya yazdım, fakat gelmedi. Hapisten çıktıktan sonra inebolu'da benden tahsil ettiler.
Mübarek Kandil Gecelerinde, bayramlarda ve Muharrem ayında hapishaneye aşure ve tatlı gibi yiyecekler gelirdi. Hz. Üstad onları teberrük diyerek alıp yememizi tavsiye ederdi. Dışarıdan nohut, börülce, fasulye ve bulgur gibi şeyler az gelirdi.
Hapishane içinde boş gaz tenekelerinden ufak mangal yaparlar ve satarlardı. Beş kuruş verip bir tane de ben almıştım. Onda kömürle çorba pişirirdim. Bir defasında teneffüs esnasında mangalı bahçede unutmuştum. Beni kapı altı dedikleri başgardiyanın dairesine çağırdılar. O dairenin üstünde Hz. Üstadın bulunduğu koğuş vardı. Üstadı tek başına bıraktıkları 70 kişilik bu koğuşun 40 kadar camgöz penceresi vardı. Bunların ancak l5 tanesinde cam takılıydı, diğer pencerelerin camı hep kırıktı.