Son Şahitler 2.Cild s. 69
Eskişehir Hapsinde
POSTACI KÂMİL
1985 kışında serhad şehri Edirne'de Postacı Kâmil isimli yetmiş yaşlarında birihtiyar, heyecanla, korka korka, 1935'de şahit olup yaşadığı hadiseleri şöyle anlatıyordu:
"Eskişehir hapishanesindeki vazifem"
"l935 yılında Eskişehir'de jandarma olarak vatanî vazifemi yapıyordum. Vazife taksiminde bana hapishane düşmüştü. Bu vazifeye devam ederken, âni bir haberle sarsıldım: 'İdamlıklar gelecekmiş, hem de bunlar hocalarmış!' Bu heyecanlı haberle, merakla beklemeye başladık. Birkaç gün sonra Hoca Efendi (Bediüzzaman) geldi. Arkasından da talebeleri olan diğer hocaları getirmişlerdi.
"O tarihlerde temyiz mahkemesi Eskişehir'deydi. Beni oraya çağırarak, muhbir olarak hapishanede çalışmamı emretmişlerdi. 'Biz sana orada serbest hareket etme imkânı veririz' demişlerdi. 'Sen bize, bu hocaların gayelerini, maksatlarını, neler yaptıklarını, neler yapabileceklerini bildirirsin!' diyerek vazifemi söylemişlerdi. O sırada benim adam öldürmek suçundan sabıkam vardı. Daha önceden de biraz hapis yatmıştım. İçerde yatanlardan bir kısmı beni tanıyorlardı. Tanıyanlar 'O, jandarma Kâmil!' diye söylemeye başladıkları zaman bana karşı şüpheler yönelmeye başlamışsa da, benaldırış etmedim ve sakin olmaya çalıştım. İşlediğim suç için yattığımı söylemiş, bu durumu çeşitli vesilelerle belirterek, bana olan şüpheleri izale etmeye çalışmıştım.
"Eskişehir hapishanesinde herkes birbiriyle kaynaşmıştı. Büyük bir samimiyet vardı. Hep birlikte namaz kılınıyor, Kur'ân'lar okunuyor ve dualar yapılıyordu.
"Sibyan koğuşunu Üstad Bediüzzaman için boşaltmışlar ve onu oraya koymuşlardı. Nur talebeleri ise, hocalarından ayrı yerlerde yatıyorlardı. Üstadın kaldığı sibyan koğuşu genişçeydi, burada tek başına kalıyordu. Üstadın aleyhinde bize çok telkinat yapılmıştı. Biz de ister istemez o tesir altındaydık.
"Bir gün giderek ellerinesarılıpöptüm. Bir pir-i fâniydi, zayıftı, saçları uzundu, yanlardan sarkıyordu. Sakalı, traş olmadığından, biraz uzamıştı. Gösterdiğim samimiyet üzerine beni kucaklayarak bağrına bastı. Ben de çok duygulanmıştım, ağlamaya başladım. Bana hayatından, hatıralarından anlatmaya başlamıştı. Kafkas cephesinde gönüllü alay kumandanlığı yaptığını, yaralanıp esir düştüğünü, Rusya'da esaret günlerini, esaretten firar ederek vatana döndüğünü, ordunun tavsiyesiyle büyük bir İslâm topluluğuna kendisinin de âzâ olarak alındığını anlatmıştı. Hakikaten duruşundaki heybetten kahraman bir zit olduğu anlaşılıyordu. Devr-i âlemin değişmesiyle Isparta'nın Barla nahiyesine sürüldüğünü, buralarda kimseyle alakâdar olmadığını, hiç bir gazeteyi bile okumadığını, sadece Kur'ân'a yöneldiğini ve tefsir ederek Risale-i Nur ismiyle eserler yazdığını ve bu eserlerle uğraştığını anlatmıştı.