Hz. Ebû Bekir, daha Müslüman olmamıştı. Çok te’sîrinde kaldigi bir rü’yâ gördü. Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzamaya gelmis ve sonra parça parça olmus, parçalar Mekke’deki her evin üzerine düsmüs, sonra da tekrar bir araya gelip göge yükselmisti. Fakat, kendi evine düsen ay parçasi evde kalmis tekrar göge yükselmemisti. Hz. Ebû Bekir, evin kapisini kapayarak, ay parçasinin çikmasina mâni olmustu. Kavminden Peygamber gelecek Sabahleyin heyecanla uyanan Hz. Ebû Bekir, hemen bir Yahûdî âlimine gidip, rü’yâsini anlatti. O da dedi ki: - Bu rü’yâ karisik rü’yâlardan biridir. Bunun ta’bîri yapilamaz. Fakat bu söz O’nu tatmin etmemisti. Devamli bu rü’yânin ta’bîrini düsünüyordu. Bir zaman sonra ticâret maksadiyla gittigi yerde, râhip Bahîra’ya rü’yâsini anlatti. Rü’yâ Bahîra’nin çok dikkatini çekti. Bunun için Hz. Ebû Bekir’e sordu: - Sen nerelisin? - Kureys’tenim. - Tamam. Simdi rü’yâni ta’bîr edeyim. Mekke’de, bu kavimden bir peygamber gelecek, O’nun hidâyet nûru her yere yayilacak. Sen, O hayatta iken O’nun vezîri, vefâtindan sonra da Halîfesi olacaksin!.. Hz. Ebû Bekir ne yapacagini sasirmis hâldeyken, râhip Bahîra sözlerine söyle devam etti: - Simdi sen hemen memleketine dön! O’na ulas! O’na vahiy gelmeye basladiginda, git herkesten önce O’na îmân et! Hz. Ebû Bekir bu ta’bîri kimseye anlatmadi. Peygamber efendimiz, peygamberligini teblîge baslayinca sordu: - Peygamberlerin, peygamber olduklarina dâir delîlleri vardir. Senin delîlin nedir? Peygamber efendimiz buyurdu ki: - Peygamberligime delîl, o rü’yâdir ki, bir Yahûdî âliminden ta’bîrini istedin. O âlim, “Karisik bir rü’yâdir, i’tibâr edilmez” dedi. Sonra râhib Bahîra, dogru ta’bîr etti. Yâ Ebâ Bekr, seni Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân etmege da’vet ederim. Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir, kelime-i sehâdet getirerek Müslüman oldu. Zaten bir gece önce söyle düsünmüstü: Aklima yatmiyor “Baba ve dedelerimizin seçtigi din, hiç aklima yatmiyor. Zîrâ hiçbir zarar ve fayda vermeye kâdir olmayan bir heykele tapinmak, ibâdet etmek akillica bir is degildir. Bu kadar muazzam bir kâinâtin bir yaraticisi olmasi lâzimdir. Fakat bunu kendi aklim ile bulmam mümkün degildir. Yarin gidip durumu Muhammed aleyhisselâma anlatayim. Bu durumu ancak O’na arz edebilirim. Zîrâ, olgun ve akilli, dogru görüslü, hiç yalan söylemiyen bir kimsedir. Herkes O’ndan Muhammed-ül emîn diye bahsetmektedir. O, ne yapmami isterse ona göre hareket ederim.” Resûlullah efendimiz de, ayni gece, Hz. Ebû Bekir’i Islâm’a da’veti düsünmüstü. Sabah olunca her ikisi de ayni düsünce ile birbirlerinin evine gitmek üzere evlerinden çiktilar. Yolda karsilastiklarinda, “Sözlesmeden birlestik” dediler. Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimizin huzurlarinda Müslüman olur olmaz, hemen yakin arkadaslari hatirina geldi: - Yâ Resûlallah, müsâade ederseniz, yakin arkadaslarimi da huzûrunuza getirip, onlarin da Müslüman olmalarini arzû ediyorum. Onlarin da ebedî saâdete kavusmalarini istiyorum, diyerek arkadaslarina kostu. Arkadaslarim dedigi, Hz. Osman, Hz. Talhâ bin Ubeydullah, Hz. Zübeyr, Hz. Abdurrahmân bin Avf, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkâs ve Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi, ileride Eshâb-i kirâmin ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olacak kimselerdi. Gelin îmân edin Hz. Ebû Bekir, yeni Müslüman olmasinin ask ve sevkiyle, Mescid-i Harâma vardiginda, dayanamayip, müsrikler tarafina dönerek seslendi: - Bütün kâinâtin yaraticisi olan Allahü teâlâyi birakip, niçin gidip, bu âciz putlara tapiyor, onlara yüz sürüyorsunuz. Gelin, Allaha ve O’nun resûlü Muhammed aleyhisselâma îmân edin! Bunun üzerine müsrikler, hep birlikte üzerine yürüdüler. Kendisini çok fecî sekilde dövdüler. Kabîlesinden gelen ba’zi kimseler, kendisini baygin bir hâlde evine götürdüler. Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendisine gelemedi. Ayilmasi için yapilan bütün gayretlerden bir netîce alinamiyordu. Artik, ümitsiz bir sekilde basinda beklemeye basladilar. Nihâyet aksam üstü biraz kendine gelir gibi oldu. Gözünü açar açmaz, agzindan çikan ilk kelâm su oldu: - Resûlullah, ne yapiyor, O ne hâldedir? O’na birsey oldu mu? Annesi Ümmülhayr sevinç içinde dedi ki: - Yavrum, bir sey arzû eder misin, yiyip içmek ister misin? - Annecigim, ben Resûlullaha birsey oldu mu diye soruyorum. O’nun hakkinda bana bilgi getirmedigin takdîrde, ne bir lokma yerim, ne de birsey içerim. - Evlâdim, vallahi, O’nun hakkinda bir bilgim yok. Onun için sana cevap veremiyorum. Sen biraz ye, kendine gel. Sonra O’nun durumunu ögrenirsin. - Hayir anne!.. Sen Ümm-i Cemil’e git ve de ki: Oglum Ebû Bekir, senden Resûlullahi soruyor. Acaba ne hâldedir? Annesi de îmân etti Annesi hemen gidip, Ümm-i Cemil’e durumu anlatti. Daha sonra, annesi ve Ümm-i Cemil’in yardimiyla, yavas yavas Hz. Erkam’in evine vardi. Peygamber efendimizi sag sâlim görünce çok sevindi, Resûlullaha sarildi. Artik bütün agrilarini unutmustu. Peygamber efendimize dedi ki: - Yâ Resûlallah! Bu benim annem Selmâ’dir. Ona duâ etmenizi istiyorum. O da hidâyete kavussun! Peygamber efendimiz duâ buyurdu. Böylece annesi de, îmân ile sereflendi ve ilk Müslümanlardan oldu. Resûlullah efendimiz Mi’râca çiktiktan sonra, ertesi gün, Kâ’be yaninda mi’râcini anlatinca, isiten müsrikler, inkâr edip, alay etmeye basladilar. Müslüman olmaya niyetli olanlar da vazgeçtiler. Müsrikler, “Tamam, bu defa bir koz yakaladik” diyerek Hz. Ebû Bekir’e gidip sordular: - Ey Ebâ Bekr! Sen çok defa Kudüs’e gidip geldin. Iyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek, ne kadar zaman sürer? - Iyi biliyorum. Bir aydan fazla. Mi'râciniz mübârek olsun! Kâfirler bu söze sevindi. “Akilli, tecrübeli adamin sözü böyle olur” dediler. Gülerek, alay ederek ve Hz. Ebû Bekir’in de kendi kafalarinda olduguna sevinerek, “Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldigini söylüyor” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygi gösterdiler. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahin mübârek adini isitince; - Eger O söyledi ise, inandim. Bir anda gidip gelmistir, deyip içeri girdi. Kâfirler neye ugradiklarini anliyamadi. Önlerine bakip gidiyorlar ve bir taraftan da diyorlardi ki: - Vay canina, Muhammed ne yaman büyücü imis. Ebû Bekir’e de sihir yapmis. Hz. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahin yanina geldi. Büyük kalabalik arasinda, yüksek sesle dedi ki: - Yâ Resûlallah! Mi’râciniz mübârek olsun! Allahü teâlâya sonsuz sükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla sereflendirdi. Parliyan yüzünü görmekle ve kalbleri alan, rûhlari çeken tatli sözlerini isitmekle ni’metlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün dogrudur. Inandim. Canim sana fedâ olsun! Böylece Hz. Ebû Bekir, o gün tereddüde düsen Müslümanlarin tereddütlerini giderdi, digerlerinin ma’nevîyatlarini güçlendirdi. Böyle tereddütsüz îmân etmesinden dolayi Resûlullah, o gün Hz. Ebû Bekir’e Siddîk dedi. Bu adi almakla, bir kat daha yükseldi. Beraber hicret ederiz Mekke’de müsriklerin, Müslümanlara yaptiklari baskilar ve iskenceler üzerine, Müslümanlarin çogu, Resûlullah efendimizin izniyle Medîne’ye hicret etti. Hz. Ebû Bekir de hicret için izin istediginde, Resûl-i ekrem buyurdu ki: - Sabreyle. Ümîdim odur ki; Allahü teâlâ bana da izin verir. Beraber hicret ederiz. - Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Böyle ihtimâl var midir? - Evet vardir. Peygamber efendimizin bu cevaplari, Hz. Ebû Bekir’i sevindirmisti.Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir hazirliklara basladi. Hicret için iki deve satin aldi ve o günü beklemeye basladi. Artik Mekke’de sadece; sevgili Peygamberimiz ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali, fakîrler, hastalar, ihtiyârlar ve müsriklerin hapse attigi mü’minler kalmisti. Diger taraftan Medîneli Müslümanlar, ya’nî Ensâr, hicret eden Mekkelileri ya’nî Muhâcirleri çok iyi karsilayip, misâfir ettiler. Aralarinda kuvvetli bir birlik meydana geldi. Resûlullah efendimiz, hicret gecesi, Allahü teâlânin emriyle evinde Hz. Ali’yi birakip, müsriklerin üzerine toprak saçarak uzaklasip, Hz. Ebû Bekir’in evine gitti. Hz. Ebû Bekir’e buyurdu ki: - Hicret etmeme izin verildi. Hz. Ebû Bekr-i Siddîk heyecanla sordu: - Mübârek ayaginizin tozuna yüzümü süreyim yâ Resûlallah! Ben de beraber miyim? Efendimiz cevap verdiler: - Evet... Anam-babam fedâ olsun Hz. Ebû Bekir sevincinden agladi. Gözyaslari arasinda dedi ki: - Anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah! Develer hazir. Hangisini murâd ederseniz, onu kabûl buyurunuz. - Benim olmayan deveye binmem. Ancak bedeliyle alirim. Bu kesin emir karsisinda mecbur kalan Hz. Ebû Bekir, devenin bedelini söyledi. Hz. Ebû Bekir, Abdullah bin Üreykit isminde, kilavuzlugu ile meshûr olan zâti çagirip, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dagindaki magaraya getirmesini emretti. Safer ayinin 27’si persembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Siddîk, yanlarina bir miktar yiyecek alarak yola çiktilar. Izleri belli olmasin diye parmaklarina basarak gidiyorlardi. Hz. Ebû Bekir, Resûlullahin çevresinde, ba’zan sola, ba’zan saga, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptigini sorunca dedi ki: - Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eger bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canim yüksek zâtiniza fedâ olsun yâ Resûlallah! - Yâ Ebâ Bekr! Basima gelecek bir musîbetin, benim yerime, senin basina gelmis olmasini ister misin? - Evet yâ Resûlallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemîn ederim ki, gelecek bir musîbetin, senin yerine, benim basima gelmesini isterim. Magara kapisi önüne geldiklerinde, Hz. Ebû Bekir dedi ki: - Allah için yâ Resûlallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararli bir sey varsa, bana gelsin, mübârek zâtiniza bir keder, bir elem degmesin. Ayagini yilan soktu Sonra içeri girip, süpürüp temizledi. Saginda, solunda irili ufakli birçok delikler vardi. Hirkasini parçalayip, delikleri kapadi, fakat biri açik kaldi. Onu da ökçesi ile kapayip, Resûlullahi içeri da’vet eyledi. Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek basini Hz. Ebû Bekir’in kucagina koyup uyudu. O zaman, Hz. Siddîk’in ayagini yilan soktu. Resûlullahin uyanmamasi için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyasi Resûlullahin mübârek yüzüne damlayinca buyurdu ki: - Ne oldu yâ Ebâ Bekr? - Ayagim ile kapattigim delikten, bir yilan ayagimi soktu. Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir’in yarasina, iyi olmasi için mübârek agzinin yasindan sürünce, acisi hemen dindi, sifâ buldu. Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Siddîk içerde iken, müsrikler, iz takip ederek magaranin önüne geldiler. Magaranin agzinin bir örümcek tarafindan örüldügünü ve iki güvercinin de yuva yaptigini gördüler. Iz sürücü Kürz bin Alkama dedi ki: - Iste burada iz kesildi. Müsrikler dediler ki: - Eger, onlar buraya girmis olsalardi, kapinin üzerindeki örümcek aginin yirtilmis olmasi lâzim gelirdi. Bu örümcek, agini, Muhammed dogmadan önce örmüstür. Içeri bakmadan geri döndüler Müsrikler kapi önünde münâkasa ederken, içeride Hz. Ebû Bekir endiseye kapildi. Kâinâtin sultâni efendimiz buyurdu ki: - Yâ Ebâ Bekir! Üzülme! Süphesiz Allahü teâlâ bizimledir. Müsrikler içeri bakmadan geri döndüler. Magarada üç gece kalip, pazartesi gecesi yola çiktilar. Eylül ayinin 20 ve Rebî’ul-evvelin 8. pazartesi günü Medîne’de Kubâ köyüne geldiler. O gün, Müslümanlarin Hicrî semsî sene baslangici oldu. Hz. Ebû Bekir, hazerde ve seferde Resûlullahtan hiç ayrilmadi. Ona her zaman arkadaslik etti. Her zaman, malini, canini fedâ etmeye hazir hâlde yaninda beklerdi. Bedir savasinda bir ara, Islâm askeri zorlanmaya basladi. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, Sa’d ve Sa’îd hazretlerini gönderdi. Sonra Hz. Ebû Zer’i gönderdi. Daha sonra da Hz. Ömer’i gönderdi. Bir saat geçtigi hâlde, zorlanma devam ediyordu. Bunu gören, Hz. Ebû Bekir, kilicini çekip atina binmek isteyince, Peygamber efendimiz elinden tutup buyurdu: - Yanimdan ayrilma yâ Ebâ Bekr! Bedenime ve kalbime gelen her sikinti, senin mübârek yüzünü görmekle hafifliyor. Seninle kalbim kuvvetleniyor. Peygamber efendimiz, Hz. Ebû Bekir’i aglarken görünce buyurdu ki: - Yâ Ebâ Bekir, aglama! Arkadasligi ve mali, bana, senden daha bereketli olani yoktur. Hz. Ebû Bekir'in îmâni Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir sey konusmamak için mübârek agzina tas koyardi. Mecbûr kalmadikça aslâ dünya kelâmi konusmazdi. Hadîs-i serîfte buyuruldu ki: (Ebû Bekir’in îmâni, bütün mü’minlerin îmâni ile tartilsa, Ebû Bekir’in îmâni agir gelir.) Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanlarin en üstünü olmak fazîleti, üstünlügü, sadece Hz. Ebû Bekir’e nasîb olmustur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber efendimizi memnûn etmek için malini vermekte, düsmana karsi cihâd etmekte, hep önde olmustur. Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki: (Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malini veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malini dagitan ve cihâd edenden daha büyük derece vardir. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti.) Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekligini gösterdigini âlimlerimiz söz birligi ile bildirmislerdir. Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânin râzi oldugu bildirilmistir. Tebük gazâsinda, Resûlullah, herkesin yardim yapmasini emir buyurunca, herkes malinin bir kismini getirip verdi. Hz. Ömer, her zaman en çok yardimi yapan Hz. Ebû Bekir’i, bu defa geçeyim diye, malinin yarisini alip getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir de malini getirip teslîm etti. Peygamber efendimiz sordu: - Yâ Ömer, evine ne kadar mal biraktin? - Yâ Resûlallah, bu kadar da eve biraktim. Allah ve Resulünü biraktim Sonra Hz. Ebû Bekir’e dönüp sordu: - Yâ Ebâ Bekr, sen evine ne biraktin? - Yâ Resûlallah, evime birsey birakmadim. Tamamini buraya getirdim. Onlara Allah ve Resûlünü biraktim. Resûlullah efendimiz Hz. Ömer’e dönerek buyurdu ki: - Ikinizin arasindaki fark, cevaplariniz arasindaki fark kadardir. Hz. Ebû Bekir’in, Peygamber efendimizin vefâtindan sonra da çok büyük hizmetleri oldu. Zîrâ Peygamber efendimiz vefât edince, Eshâb-i kirâmin akli basindan gitti. Mescidde aglasmaya basladilar. Hiç kimsenin inanasi gelmiyordu. Hele Hz. Ömer tamamen kendinden geçmis bir hâlde idi. Peygamber efendimizin mübârek yüzüne bakip diyordu ki: - Resûlullah bayilmis, fakat bayginligi çok agir. Ölüm sözünü agzina almadigi gibi, kimsenin de söylemesini istemiyordu. Disari çikip dedi ki: - Kim “Resûlullah öldü” derse, kilicimla boynunu vururum! Resûlullah da vefât edecektir Hz. Ebû Bekir ile Hz. Abbâs’in Eshâb-i kirâm arasinda bir agirligi vardi. Eshâb-i kirâmi ancak bunlar teskin edebilirdi. Bunun için beraber mescide gittiler. Hz. Ebû Bekir buyurdu ki: - Ey insanlar! Resûlullahin, “Ben vefât etmiyecegim” dedigini içinizde duyan var mi? - Hayir, böyle bir söz duymadik. Sonra Hz. Ömer’e dönüp sordu: - Yâ Ömer, bu husûsta sen birsey duydun mu? - Hayir duymadim. Sonra Eshâb-i kirâma dönüp buyurdu ki: - Hiç kimse, Resûlullahin vefât etmiyecegini söyliyemez. Cenâb-i Hakka yemîn ederim ki, Resûlullah ölümü tatmis bulunmaktadir. Allahü teâlâ Kur’ân-i kerîmde, “Muhakkak, sen de öleceksin, onlar da ölecektir” buyurmaktadir. Resûlullah, Islâmiyetin bütün hükümleri tamamlandiktan sonra, aramizdan ayrildi. Artik kendimize gelip, defin islerini tamamlayalim. Sonra, Hz. Abbâs da buna benzer konusmalar yapti. Böylece Eshâb-i kirâmin akli baslarina geldi. Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-i kirâm ile sohbet ederken, “Sehîdligin fazîletlerini” anlatiyorlardi. Sehîdlerin sefâ’ati hakkinda buyurdu ki: - Kiyâmet gününde sehîdler, mahser yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayaga kalkarlar. Onlar, çocuklari, akrabâlari ve dostlarindan 70 bin kisiye sefâ’at ederler. Gazâniz mübârek olsun Bu sözleri isiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, sehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler. Bir müddet sonra, muhârebeye çikildi. Peygamber efendimiz de aralarinda bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsindan sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel sehîd düserek, arzûsuna kavustu. Peygamber efendimiz ve Eshâbi, muhârebeden dönüyorlardi. Karsilamaya gelenler arasinda, Hz. Nevfel’in hanimi, çocuklari ve yasli annesi vardi. Yasli annesi, “Gazâniz mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oglunu sordu. Peygamber efendimizin gözleri nemlendi. Oglunun sehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadi. Elleriyle arkayi isâret edip, yoluna devam etti. Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber efendimizin hemen arkasindan gelen, Allahin arslani Hz. Ali’ye de ayni sekilde oglunu sordu. O da sehîdlik haberini veremeyip, arkayi isâret etti. Yasli kadin daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladi. Onlara da oglunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullahin yaptigi gibi arkayi isâret ettiler. En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadincagiz büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadasina yaklasarak ayni seyleri sordu. Hz. Ebû Bekir kendi kendine düsündü: “Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayim. Eger dogruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüs olacagim. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasil aykiri davranabilirim. Sen bana öyle bir sey ilhâm et ki, bu gariplerin yüregi daha fazla yanmasin Allahim!” Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle: - Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bagirdi. Iste o sirada, yaydan firlamis ok gibi bir atli, yildirim hiziyla yanlarina yetiserek dedi ki: - Buyur yâ Siddîk, beni mi çagirdin? Bu atli, Hz. Nevfel’den baskasi degildi. Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize sunlari söyledi: - Yâ Resûlallah! Hak teâlânin selâmi var. “Eger Peygamberin magara arkadasi Siddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi, yüceligim hakki için, bütün sehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememistir” buyurdu. Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yasadi. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar sehîdlik serbetini içti.
HZ EBUBEKIR SIDDIK (R.A.)
Abdüllah bin Ebû Kuhâfe Osmân bin Âmir bin Kâ’b bin Sa’d bin Teym bin Mürre bin Kâ’b Kureyşî, Eshâb-ı kirâmın en üstünü, Aşere-i mübeşşerenin birincisidir. Resûlullahın mağara arkadaşı ve ilk halîfesidir. Annesinin adı Ümmülhayrdır. Atîk ve Sıddîk ismleri meşhûrdur. Manifatura tüccârı olup, çok zengin idi. Kureyşin ileri gelenlerinden idi. Hadîce, Alî ve Zeyd bin Hâriseden sonra, dördüncü olarak îmâna gelmişdir. Resûlullaha fevkal’âde sıdkı ve sevgisi vardı. Herkesi îmâna çağırırdı. Osmân, Zübeyr, Abdürrahmân, Sa’d bin Ebî Vakkâs, Talha gibi üstün Sahâbîler, Ebû Bekrin çağırması ile îmâna geldi. Malının hepsini, Resûlullahın uğrunda harc etdi. Çok hadîs-i şerîf ile ve âyet-i kerîme ile medh olundu. Bütün gazâlarda bulundu. Kendini Resûlullaha siper ederdi. Resûlullah vefât etdiği gün, hazret-i Ömerin aklı gidip, (Resûlullah göke çıkdı. Kim Ona öldü derse boynunu vururum) diyerek kılıcını çekdi. Herkes, üzüntüden ve Ömerin bu hâlinden korkduğu hâlde, Ebû Bekr büyük cesâret ile arslan gibi ortaya çıkıp, (Resûlullahın her insan gibi öleceğini) bildiren âyet-i kerîmeyi okudu. Te’sîrli sözleri ile, nasîhat ederek, halkı sükûna ve huzûra getirdi. Mü’minlere tesellî verdi. Eshâb-ı kirâmın sözbirliği ile halîfe seçilip, önce, mürted olanlarla ve Peygamber olduklarını söyliyerek câhil köylüleri aldatan Esved-i anesî ve Müseylemetülkezzâb ve Sicah hâtun ve Tuleyhat ibni Hüveylid ile ayrı ayrı harb edip, hepsini kahr ve mahv eyledi. Hîre ve Enbâr şehrlerini feth eyledi. Hâlidi ve Ebû Ubeydeyi büyük ordu ile Şâma gönderdi. Dîn-i islâmı yeniden düzene koydu ve kuvvetlendirdi. İki sene, üç ay ve on gün hilâfetden sonra, hicretin onüçüncü yılı, Cemâzil-âhır ayı yirmiikinci salı günü, akşamdan sonra, 63 yaşında vefât etdi. Vasıyyeti üzere zevcesi Esmâ yıkadı. Resûlullahın tabutuna konup, nemâzını hazret-i Ömer kıldırıp, gece, hucre-i se’âdete defn edildi. Zevceleri Katîlden, Abdüllah ve Esmâ, Ümm-i Rûmandan, Abdürrahmân ve Âişe isminde çocukları olmuşdur. Ca’fer Tayyârdan dul kalan Esmâ ve Habîbeyi alıp, birincisinden Muhammed, ikincisinden, kendisinin vefâtından sonra Ümm-i Gülsüm dünyâya gelmişdir.
Menkıbeleri, tevâzu’u ve cömerdliği dillerde destan olmuşdur. 142 hadîs-i şerîf bildirmişdir. Kur’ân-ı kerîmi toplıyarak, İslâmiyyete en büyük hizmeti yapmışdır. Ensâb ilminde çok ileri olup, eşi yok idi “radıyallahü teâlâ anh”.
Ebû Bekr-i Sıddîk, beyâz, za’îf, seyrek sakallı, güzel bir zât idi