İtaat; dinlemek, inkıyad, bir zatın emrine göre seve seve hareket, Cenab-ı Hakk’ın ahkâm-ı diniyyesine riayet, manalarına gelir.
Malumdur ki dinimizde Allah’a, Rasülüne ve Ülü’l-Emr’e itaat farzdır. Mevlamız bu hususta şöyle buyurur:
يا أيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيع الرسول وألو الأمر منكم
“Ey iman edenler, Allah (C.C)’a itaat ediniz. Peygambere itaat ediniz ve siz (müminlerden)’den olan emir sahiblerine de itaat ediniz: (Onların emir ve nehilerini dinleyiniz)”buyuruyor. Ayeti kerimede zikredilen emir sahiblerinden murad, hak emirler, adil valiler ve hidayet üzere olanlardan kendilerine iktida edilenlerdir ki, hak ve hidayet üzere olan ve şeriatı talim eden hocalar da üçüncü sınıfa dahildirler.
Talebenin ülü’l-emri, kendisini cennet ve Cemâl-i İlahîye ulaştırmak için çalışan hocasıdır. Çünkü onun dünyevî-uhrevî her türlü saadet ve selâmeti hocasına itâat, felâket ve şekâveti de muhalefet etmesine bağlıdır.
Burada kendisine itaat farz olan hocadan maksad irtibât-ı sahîh ile Pîrâna ve Rasülüllah’a ittisâli sâbit olan hocadır ki ona itaat netîcede Allah ve Rasülüne itaat demektir. Zaten talebeye, Allah ve Rasülüne itaati tâlim eden de odur. Bununla beraber kendisinden zâhirî ve müsbet ilimler taallüm edilen hocalara da itaat, âzamî istifâde için zarurîdir. İtaatsiz asker, zaferi; itaatsiz çırak, hüneri; itaatsiz talebe de ilim ve mârifeti elde edemez.
İtaat bir korkudan veya bir menfaat mülahazasından dolayı değil, Allah rızası için severek yapılmalıdır. Kendi fikir ve düşüncelerini, nefsinin gurur ve arzularını bir kenara bırakarak hocasının arzularında fânî olabilmek, hocasının sevdiklerini sevip sevmediklerinden uzak durmak, saadetini hocasına itaatte, şekâvetini de ona muhalefette görmek, hakîkî itaat için şarttır. Zoraki itaat münafıkların işidir.
Talebenin, belli bir kemalata ulaştığını zannederek hocasının emrinden çıkması onu tenkid ve tahkîr etmesi kendisinin felâket ve şekâvetine sebep olur. Talebenin hangi seviyeye geldiğini hocası tesbit ve takdir edip îcabını îfâ eder. İnsanın kendine değer biçmesi, kemalat ve keramet isnad etmesi noksanlığına işarettir.
Talebe için, hoca; hasta için, tabib-i hâzık mesâbesindedir. Hasta şifâ ve sıhhat bulabilmek için tabîbinin tavsiyelerine harfiyyen riayet etmelidir. Verdiği ilaçların muhteviyâtını bilmesi îcabetmez. Acı bile gelse ilaçları içmek hatta icabederse ameliyatlara katlanmak mecbûriyetindedir.Talebe de hocasının emrine itaat, tavsiyelerine harfiyyen riayet etmelidir.
Kur’an-ı Kerimde Hızır (A.S) ve Mûsa (A.S) arasında geçen hoca-talebe münasebeti kıssa edilmektedir. Burada Hızır (A.S) ilm-i ledün taallüm etmek üzere kendisine ittibâ etmek isteyen Mûsa (A.S)’a şunu şart koşmuştur:
فان إتبعتني فلا تسألني عن شيء حتى أحدث لك منه ذكرا
“Bana ittiba’ edeceksen, ben sana bir îzahta bulununcaya kadar hiçbir şey sormayacaksın.”
Soru sormak ilim öğrenmekte ma’kul bir şey olduğu halde Hızır (A.S) bunu bile yasaklamış Musa (A.S) da bunu yerine getiremeyince hocasından ayrılmak mecbûriyetinde kalmıştır.
Hulasa olarak, Allah yolunun yolcusu olan talebeler bu yolun ve yolculuğun icablarını îfa etmeli, bu yolculukta rehber olan hocalarına harfiyyen ittat etmelidir.