İnsan yaratılışı itibari ile yaratılışında yaratıcısının ona verdiği bir ünvan vardır. İnsan eşref_i mahlûktur, yaratılanın en hayırlısıdır. İnsan bazen öyle bir safhaya gelir ki kendini esfelin safilin kalıbına sokar. Oysa Allah'ın insana verdiği vasıf cinleri bile kıskandırmamış mıydı?
Kul bir gemidir, tabiri caizse yaratıcıda bir limandır. Her halükarda da geminin dönüp dolaşıp sığınacağı yer limandır. Aksi takdirde açık denizde kalan gemi deryanın hayat şartlarına ne zamana kadar ve ne kadar mücadele verebilecektir. Gemi her şart ve ortamda limana dönebiliyorsa kurtuluş kapılarına merhaba der. Yok, eğer her şeye rağmen açık denizde kalmaya inat ederse kaçınılmaz gerçek geminin akıbetini hazırlayacak ve sona erdirecektir. Liman ise öyle mi, her zaman ne olursa olsun yerinde mukimdir. Gelecek gemileri kabul etmektedir. Fırtınadan yorgun çıkmış, hırçın dalgalardan darbeler almış gemileri hiç ayrıt etmeden kabul eder liman.
Kul sevdalı olarak yaratılmıştır, Allah sevdalanılan yar olarak vardır. Ve kulun sevdalısına karşı duyduğu deruni bir aşkla bağlanışı, muhabbeti karşısında Allah onu derecelere ulaştırır. Ulaştığı derece nispetince değer kazanır. O zaman kulun mana boyutunda asla adem yoktur.
Allah bütün kullarına adalet ile muamele eder ve rahmet bulutlarını her zaman üzerinde tutar. Düşünün milyonlarca insan var, bu milyonlarca insan içinde biri sizi daha derin bir muhabbetle, aşkla seviyor. Milyonların arasındaki o salt kişi sizin için daha kıymetli olmaz mı? Helede beklediğiniz sevgiyi size sunuyorsa...
İnsan bazen bir dostun omzuna yaslanıp ağlamak ister ama bulamaz... Kimsenin merhem olmadığı, olamadığı muzdariplikte son durak olarak duada bulur kendini. Bir lahzada lahuti bir lezzetle huzura şahlanır. Ve Allah “bana dua edenin duasına icabet ederim “ buyruğunu yerine getirir. Peki, insanda bu inanma duygusu yoksa ne yapardı?
Esasen hiçbir insana inançsız diyemeyiz, sıhhatli ve ya bozuk bir inanç sistemini benimsemiştir. Fakat bu ölçüde inanmış insan hayatın karmaşıklığında kendini kaybettiği gibi kendi içinde de kendini kaybetmiştir. Çünkü en muzdarip anlarında bile sığınacak bir yaratıcısı yoktur onun. Bunalır... Bunalır... Bunalır... Ve çareyi intiharda bulun.
Kul ile yaratıcısının arasındaki muhabbeti ifade etmek pek kolay olmasa gerek. Derler ya anlatılmaz yaşanır diye. Bütün çıkmazlara yolum çıktıda karşımda derman diye tek seni buldum diyerek de mısralandırabiliriz duygularımızı. Hallacı Mansur’un “ben hakkım” sırrında da bu ilişkiyi daha ince hatlarıyla anlayabiliriz. Dikkat edilmelidir ki hallacı Mansur ‘Hakk benim’ dememiştir ‘ben hakkım’ demiştir. Arif olmayanlar burada i muhabbeti anlayamadı. Ya da İslam tarihinin ilk aşk şehidi olan Salebe’de(zekâtını vermediği için helak olan Salebe değil) de bu hikmeti görebiliriz.
Kul ile yaratıcı arasında bir Hallacı Mansur bir Salebe vasfını taşımak iktiza ediyor. Her an yanında olabileceğiniz ve her an onu yanında hissedebileceğiniz salt bir hakikattır bu duygu. Hiç bir engel sizi ondan ayrı koyamaz ve siz istemediğiniz müddetçe sizi ondan kimse ayıramaz. Yeryüzünde aranıza set çekilmeyecek tek güçtür bu...
“seni bekledim ilkin
Ölüm çıktı karşıma
Ne güzel şeymiş ölüm
Seni çıkardı karşıma”
rayet alterego