ŞAHABEDDİN ÜNLÜ
"Dua et Üstadım"
"1956-1960 yılları arasıydı. Henüz ortaokul öğrencisi idim. Evimiz Bolvadin'de, o gün için Eskişehir-Emirdağ-Afyon ve Isparta güzergâhında, ana caddede idi. Kimi zaman mahalle arkadaşlarıyla oynar, kimi zaman da topluca oturur, yoldan gelip geçen otobüsleri seyrederdik.
"Bir gün bir şey dikkatimizi çekti. Sonradan defalarca göreceğim, hattâ plâkasından marka, renk ve kornasına kadar iyice belleyeceğim bir taksi. Etrafı yoğun bir kalabalık tarafından sarılı olduğu için yavaş seyrediyordu. Hemen, arkadaşlarla birlikte koşarak taksinin yanına vardık. Önce, bir şey satıldığı için halkı etrafına topladığını sandığım takside, bir şey satılmadığını görerek hem taksiyi, hem de halkı dikkatle izledim. Takside tahminen üç-dört kişi vardı. Yalnız, arka koltukta oturan başı sarıklı, keskin bakışlı, nuranî bir zat dikkatimi çekiyordu. Halk, adeta pencereden içeri girecekmişçesine ona doğru yönelmiş, 'Duâ et Hocam, duâ et Üstadım!' diye çırpınarak taksiyi takip ediyor, bırakmıyorlardı.
"Ben de tam olmasa bile mahiyetini birazcık olsun sezdiğim bu durumu, kendime, oynadığımız oyunlardan daha zevkli bir meşgale sayıp, taksinin peşinden gittim. Taksi şehrin dışına yaklaştıkça hızlanıyor, hızlandıkça da yaşlı ve büyük adamlar geride kalıyordu. Yalnız, beni, his ve müşahede ettiğim bazı durumlar geride bıraktırmıyor, koşturuyordu.
"Birincisi, takside gördüğüm nuranî zâtın, büyük adamlardan çok -sanki onlar daha büyükmüş gibi- çocuklara yönelmesi ve onlara daha bir içten mukabele etmesi; ikincisi de bakışlarında varlığını sezdiğim manyetik güç idi. Onu görür görmez, kendimi bir saman çöpü gibi hissediyor ve adeta ona doğru iteleniyordum. Nihayet şehrin dışına kadar taksiyi bırakmadım. Tabiî, taksi hızlanınca el sallayarak onu uğurladım.
"Sayısını bilmiyorum. Ama bu tatlı oyun epey sürdü; belki üç, belki dört sene... Hem bir öncekine kıyasla daha bir bağlılık ve daha bir tanışıklıkla.