Sayfa 2/2 İlkİlk 12
19 sonuçtan 11 ile 19 arası

Konu: Mustafa Kırıkçı

  1. #11
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Son Ankara, Konya ve İstanbul ziyaretleri"

    "Üstad, ömrünün son ayları içerisinde bu üç şehre âni ziyaretler yaptı. Sonra anlaşıldı ki, bunlar aslında birer veda ziyaretiymiş. İlk ziyareti, Ankara'ya 1959 senesi Kasım ayının son gününde vuku buldu. Bunu o günlerin gazeteleri yazdı, bizler de okuduk. Fakat bu hal, o zamana kadar 30-40 seneden beri dışarı çıkmamış veya çıkartılmamış bir şahıs hakkında yeni yaygaralara da vesile oldu.

  2. #12
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Üstadın Konya'ya gelişi"

    "Bizler, Üstadın Konya'ya geleceğini bir gün önceden haber almıştık. Üstad, 9 Aralık 1959 Çarşamba günü öğleye yakın Mevlâna Türbesine gelecekti. Bu haber ağızdan ağıza yayılınca aynı gün Sultan Selim Camii ile Türbe civarı, sabah erken saatlerden itibaren dolup taşmaya başladı. Polisler de, meydanı muhafazaya alınca, gelip geçenlerin dikkatlerini celbediyor ve alan, daha da kalabalıklaşıyordu. Öğle ezanları okunmaya başladı; Üstad daha gelmemişti. Namaz için camiye girildi, namazlar kılındı, camiden çıktık. Fakat ne görmeliydi ki, manzara çok hazin ve dehşetli. Sanki Konya'nın umum zabıta kuvveti orada vazifelenmiş, Türbe meydanını çepeçevre saran atlı veya yaya polisler, camiden çıkanlarla, cadde ve sokaklardan geçenleri itekleyip kakıştırarak etrafa dağıtıyorlardı. Üstadın taksisi, cami kapısının yakınındaki asfalt caddenin kenarında tam Türbe kapısının karşısına gelen bir yerde durmuştu. Bir müddet oradaki ahali, meydanda duran Üstadın arabası ile, haşin tavırları içindeki polislerin hareketlerine seyirci oldu. Koca Sultan, arabanın içinde idi, onu kimse ile görüştürmek istemiyorlar ve yanına da yaklaştırmıyorlardı. Halbuki öz kardeşi Abdülmecid'in evi bile, meydana muttasıl ve çok yakın bir yerde idi.

    "Dikkat ediyorum, bütün bu sert tavırlı kovalamacalara rağmen, oradaki ahali katiyyen dağılıp gitmiyor, aksine, kadın erkek, herkesin gözü ve dikkati, nasıl olsa da, Bediüzzaman'ı bir görebilsem noktasında toplanıyordu. Bu hengâme içerisinde, Üstad arabasından indi, namazını kılmak için, camiye, batı kapısından girdi. Namazdan sonra camiden çıkıp Türbeye girdi ve Hz. Mevlâna'yı ziyaret etti. Ziyareti müteakip yine otomobiline bindi ve o yorgun hali ile ve hiçbir kimse ile görüştürülmeden, geldiği yere, yani Isparta'ya dönmek zorunda bırakıldı. Ve Üstad da, halkın şaşkın bakışları karşısında ve yine bir zabıta ekibi refakati ile, sokaklara dolup taşan insan kalabalıkları arasından sükûnetle, sessiz, sedasız geçip gitti.

  3. #13
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Üstadın Konya'ya ikinci gelişi"

    "O hüzünlü 9 Aralık ziyaretinden dolayı hepimiz fevkalâde müteessir ve derin bir ıztırap içindeydik. Bir gün Sadullah Beyin muayenehanesine uğradım. Oradaki sohbet ve istişaremizde, Üstadı, tekrar teşrifi için, Konya'ya davet etmeye karar verdik ve o anda hemen bir davetiye mektubu yazdık, mektubu Hasan Nevruz'la Isparta'ya gönderdik. Nevruz, ziyaretten döndü, Üstadın davete karşı, 'On gün sonra geleceğim' dediğini bizlere nakletti. Artık dünyalar bizimdi, sevincimize payan yoktu. Hem de Üstadın bundan sonraki âhir ömrünü Konya'da geçirmesini arzu ediyorduk. Bir taraftan da, camilerde Risaleleri okuma faaliyeti devam etmekteydi. Üstadın gelip oturacağı yer olarak, benim kalmakta olduğum güzel evi, kardeşlerle tensib edip, tefrişine başladık; köşedeki büyük odayı, aynen Isparta'daki kendi odasının tarzında, hattâ ondan daha parlak bir şekilde döşedik. Ben de, yine bu eve yakın bulunan başka bir evi 110 lira aylıkla kiralamıştım ki, Üstad gelince ben oraya taşınacaktım.
    "Hasan Nevruz, ziyaretten birkaç gün sonra, camide kitap okumaktan tevkif edilip hapse düştü. Av. Bekir Berk de, tevkife itiraz için gelmiş, Rifat Filizer'in muhasebe bürosunda Said Gecegezen de yanımızda olmak üzere beraber çalışıyorduk. Vakit, ikindi raddeleri idi ki, birden bire, Üstadın Konya'ya teşrif randevusunun tam onuncu gününde olduğumuzu hatırladım. Üstad o sıra İstanbul'dan Ankara'ya gelmişti. Hemen, haber var mı, diye Halıcı Sabri Amca'nın dükkânına koştum, orada oğlu Feyzi vardı, 'Ankara'dan saat 11'de hareket etmişler' dedi. Tekrar muhasebe bürosuna koştum, çabukça aramızda iş bölümü yaptık. Çünkü vakit geçmek üzere olduğundan acele etmek lâzım geliyordu. Gecegezen, Üstadı karşılamak üzere bir taksiye atlayıp Ankara yoluna çıktı. Ben de önceden hazırladığımız evime gittim. Rıfat'la Bekir Berk de orada, yani büroda kaldılar.

    "Günlerden 5 Ocak 1960 Salı, ikindiden biraz sonra idi, hava çok yumuşak, hafif, ince bir yağmur çiseliyordu. Eve varınca, Üstadın hemen gelmek üzere olduğunu çocuklara söyledim. Evde benim ailemle beraber temizlik ve tertip çalışmalarında canla başla gayrette bulunan Mustafa Amcanın refikası Fatma Hanım Teyze de vardı. Zaten Teyze Hanım, bizim evin annesi gibi günlerden beri, Üstadı beklemekteydi. Bu yoğun hazırlık çalışmalarımızdan haberdar olmalılar ki, 29 Aralık 1959 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, 'Said Nursi Konya'ya mı taşınıyor?' başlıklı bir manşet haberle, başka bir gazetede de, 'Nurcular, Konya'da Said Nursi için biri Meram'da, biri de Türbe civarında olmak üzere iki köşk hazırlıyorlar' başlıklı haberler neşredilmişti.
    "Ben eve vardıktan 8-10 dakika sonra Üstadın arabası, kapımızın önüne gelip durdu, yanlarında Said Gecegezen yoktu, meğer Said daha yola çıkmadan onlar şehre girmişler, fakat evin yerini bilemedikleri için, şehirde biraz dolaştıktan sonra Said'in yağ dükkânına varmışlar, oradan babası Mehmet Ali Amcayı alarak gelebilmişler. Polis cipi de, sokağımızın az ilerisinde, birkaç tane polisle, adeta Üstadın muhafızları gibi durup park etmişti. Ortalıkta bir sükûnet ve hattâ sevinç vardı, o eski bed ve sert muamelelerden artık hiçbir eser görülmüyordu. Üstad, tebessümle otomobilinden indi, çok keyifli olduğu, halinden anlaşılıyordu. Bir koltuğunda ben, diğer koltuğunda da Zübeyir Ağabey olmak üzere, kendisini evin merdivenlerinden çıkararak, çok güzel şekilde temizlenip döşenerek hazırlanan odasına götürdük.

  4. #14
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Ben kendi irademle hareket etmiyorum"

    "Kapıdan girerken, iki cephesi de açık köşe odayı görünce, 'Maşaallah, Barekallah, gazetelerin yazdığı kadar varmış' dedi. Odada sanki gençleşmiş ve delikanlı gibi olmuştu, çok neşeli ve hareketliydi. Az sonra, Sadullah Beyle Sabri Amca da geldiler. Sadullah Bey, karakolda polisler tarafından biraz tartaklanıp tahkir edildiği için, üzgün ve durgun görünüyordu. Ayakta iken Üstad, gülerek Sadullah Beye döndü ve 'Ne üzülüyorsun yahu, bu kaç paralık şeydir? Böyle hallerde beni hatırla, başıma gelenleri düşün' diyerek teselli etti. Bizlere de müjde getirdiğini, Risale-i Nur'un, dünyaya yayılmakta olduğunu, yine ayakta ve çok sevinçli halde ifade ediyor, hatta Ankara'da bir İngiliz gazetecisinin kendisine müracaatla, kabul ederse, haberlerini, memleketindeki gazetesine ulaştırmak için yanında gezmek istediğini, fakat kendisinin bu teklifi kabul etmediğini anlatarak, şimdi dünyanın, Risale-i Nur ile alâkadar olmaya başladığına işaret ediyordu.

    "Bu ayak üzeri verdiği müjdeleri müteakip, karyolasına yöneldi. 'Üstadım, ben yardımcı olayım' dedimse de hiç ehemmiyet vermedi, bir delikanlı gibi hemen atlayıp, karyoladaki örtülü yatağın üzerine oturdu ve oradan konuşmaya başladı. Beni de muhatap etmek için kendisine en yakın bir yeri göstererek oraya oturmamı istemişti; ben ise, oraya, Zübeyir Ağabeyin oturması münasiptir diye, tereddüt gösteriyordum. Bunun üzerine, biraz sertçe, 'Zübeyir dışarılara baksın. Otur' dedi ve beni yakınına oturttu. Zübeyir Ağabey de etrafla alâkalanmaya koyuldu. Sadullah Beye, kendi başındaki sarığın, sıhhi cihetten de bağlanmasının zaruretine dair bir rapor yazdırdı. Sabri Amcaya hitaben birkaç söz söyledi. Bir ara ben, şimdi hatırlayamadığım bir sebeple Üstadın yanından ayrılıp sofaya çıkmıştım. Şoförü Hüsnü, öteki odada ikindi namazı için hazırlık yapmaktaydı. Çok kısa bir aradan sonra, Üstadın ayrılmak üzere ayağa kalktığını bana duyurdular. Hemen yanlarına gittim, Üstad, ayakta ve hareket halinde idi. Şaşırıp kaldım, güya kadınlar çaydanlığı falan ateşe koymuşlar, çay ikram edecektik. Nazlanmaya başladım; 'Olur mu Üstadım, henüz bir istirahat etmiş değilsiniz, nasıl ayrılırsınız?' gibi beyanlarımla, 'Gitmeyin Üstadım' diye ısrar ediyordum. Benim ısrarlarıma karşı şöyle dediği halâ kulaklarımda çınlar, 'Kardeşim, ben kendi irademle hareket etmiyorum.'

    "Bu cümleyi işitince, bir kelime de olsa söyleyemez oldum ve ısrardan vazgeçtim. Akşama yarım saat kadar bir vakit ancak kalmıştı ki Üstad, henüz ikindi namazını da kılmadığı halde hareketinde acele ediyordu. Yine bir koltuğunda ben, diğerinde Zübeyir Ağabeyle beraber, merdivenlerden aşağıdaki antreye indik. Evde bulunan diğer ağabeylerle, Fatma Teyze ve refikam Güleser ve küçük kızlarım da indiler. Orada Üstad, kısa bir fasılayla ayakta durup, o küçük topluluğa şu sözleri ile veda etti. 'Bu evi hem kendi evim, hem medresem, hem de kendi dershanem olarak kabul ediyorum' dedi. Bu hitabı müteakip, hanımlar, cübbesinin kol tarafını, erkekler de elini öptüler, orada yeniden hepimize duacı oldu.

  5. #15
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Üstad Konya'da kardeşi ile görüşmedi"

    "İşte, böylece evimizin bir buçuk saat kadar şeref misafiri olduktan sonra otomobiline bindi. Kendileri arka koltukta yalnız halde, Zübeyir Ağabeyle ben de, ön koltuktaki şoför mahalline oturmuştuk. Direksiyonda Hüsnü vardı, evden ayrıldık, az sonra Abdülmecid'in, Türbenin çok yakınında bulunan evinin kapısı önüne geldik. Üstad, otomobilin içinde oturmakta iken, Hüsnü kapıyı açıp, evi haberdar etti. Fakat ne yazık ki, Abdülmecid Efendi evde yoktu. Yeni Öğretmen olmuş olan genç kızı Saadet Hanım, merdivenlerden koşarak gelip otomobilin açılan arka kapısından, Amcası Üstadın kollarına kendini atarcasına, amcasının elbisesine de olsa sarıldı. Üstad da, geniş pardesülü kolunu Saadet Hanıma uzattı ve onun, yüzünü gözünü rahatça sürüp okşamasına imkân bahşetti. Bu an, genç Saadet Hanım için belki en saadetli bir andı, ama ne çare ki, Abdülmecid evde olmadığı için, Üstad, öz kardeşi ile görüşmekten yine mahrum kalıyordu. Evet; Üstad, bundan önceki ilk ziyaretinde hükümet marifetiyle Konya'da hiç kimse ile görüştürülmediği gibi, bu defa da evine kadar geldiği halde bir su-i talih eseri olarak çok sevdiği Abdülmecid'le yine görüşemedi. Gerçi, Şâhitler'in Dilinden arkadaşımız, Üstadla beraber Abdülmecid'in evinde namaz kılıp, kahvaltı yaptıklarını söylemişlerse de, bunların gerçekle hiç alâkası yoktur. Belki bunlar bazı gazetelerin uydurma haberlerinden kaynaklanan şayialar ve yanlışlıklar olabilir.

  6. #16
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Yanlış bilgiler"

    "Meselâ; o günlerin 20 Aralık 1959 Pazar tarihli Cumhuriyet gazetesinde, '..Said Nursi, son yirmi gün içinde şehrimize (Konya) üç defa gelmiştir... Ziyaretlerin sonuncusu bu sabah saat dörtte vuku bulmuş... Kardeşi Abdülmecid ve tüccardan Said Gecegezen'i ziyaret ettikten sonra sabah namazını kılmış ve derhal Ankara'ya dönmüştür' diye yazılan şu sözde haberin gerçekle ne uzaktan ve ne de yakından hiç bir alâkası yoktur. Haber tamamiyle yalan ve uydurmadır. Zaten böyle bir haber, Cumhuriyet'ten gayri, o tarihlerde yayınlanan diğer gazetelerin hiçbirinde çıkmamıştır. Meseleyi, Üstadın görüşüp görüşemediğini, Hüsnü Bayram'dan sordum. 'Hayır, görüşmeleri kısmet olmadı' dedi. İşte şimdi uydurmalar, maatteessüf herhangi bir inceleme ve tahkike tabi tutulmadan, Necmeddin Şahiner'in ve Abdülkadir Badıllı'nın yazdığı tarihçe kitaplarına da aynen yansımış, böylece, bilinmeyerek olsa bir yanlışlıklar halkası meydana gelmiştir.

    "Yine Badıllı ile Şahiner'in kitaplarında Üstadın, Konya'yı, 19 Aralık 1959 Pazar, üç defa ziyaret ettiği yazılmış ise de, bunun üçü de yanlış ve gerçek dışıdır. Evvelâ, Üstad Konya'ya üç değil iki defa gelmiştir. Burada 19 Aralık'la 20 Aralık diye karıştırılarak gösterilen bir fazlalık, sırf Cumhuriyet gazetesinin o günlerdeki hayal mahsülünden başka bir şey değildir. Bu tarihlerde Üstadın Konya ziyareti diye bir hadise katiyyen mevcut değildir. Öteki tarihler ise, yukarıda da tafsilatıyla anlattığımız gibi, birincisi ve çok hüzünlü olanı, 19 Aralık 1959 Çarşamba gönündedir ki, bu iki arkadaşımız, Üstad da o günün acı hatırası için Konya dönüşünden sonra Afyon şekvasına zeyl olsun diye bir lâhika mektubu yazdığı halde, bunu kitaplarında lâyıkı ile aksettirmediler. İkinci ziyaret ise; yine yukarıda anlattığımız gibi, vâki davetimiz üzerine Üstadın, 5 Ocak 1960 Salı günü, ikindi üzeri Konya'ya teşrifleridir. Bu hâdise de, kitaplar da yine bir sehiv hatası olarak 6 Ocak 1960 diye kaydedilmiştir. Mâlum olduğu üzere, herhangi bir vak'a, gazetelerin ancak bir gün sonraki nüshalarında neşredilebilmektedir. İşte bu küçük sehiv de, böylece bu sebepten kaynaklanmış oluyor.

    "Şimdi yeniden dönüyoruz Abdülmecid'in evine. Genç Saadet Hanım kardeşimiz, kafî derecede, Üstadı, cübbesi üzerinden hasretle kucaklayıp öptükten sonra, ona ve o eve veda edilerek otomobilin kapısı kapatılıp hareket edildi. Zaten şoför Hüsnü'den gayri hiçbirimiz arabadan inmemiştik. İstanbul caddesinden Emirdağ istikametine doğru gidiliyordu. Şehrin kenar semtine gelince otomobil durdu ve artık orada bana inmem ihtar edildi. İndim, hemen. Üstadın oturmakta olduğu koltuğa açılan arabanın arka kapısını açarak Üstada hitaben; 'Üstadım, o ev sizindir ve size tahsis edilmiştir. Ben kira ile başka bir ev tuttum, hemen oraya taşınıyorum. Sizin gelmenizi bekleyeceğiz' dedim. Üstad; 'Hayır olmaz, sen orada otur, çıkma?' buyurdu. Ben oradan mahzun vaziyette evime döndüm. Sonra, kendisini takip eden polislerden işittik ki, yolları üzerinde ilk rastladıkları bir petrol istasyonunda akşam olmak üzere iken ikindi namazını eda etmiştir..

  7. #17
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Camide Risale-i Nur okuduğumuz için hapse konduk"

    "Aylardan beri camilerde okumakta olduğumuz Nur derslerinden Üstad haberdar idi. Fakat, Konya'daki bu faaliyetimiz, valiliğin çok yanlış ve menfi tutumu yüzünden etrafa yanlış aksettirilmiş, başta polis dairesi olmak üzere, kardeşlerimize, karakollarda gayr-i kanuni, çok feci ve çirkin işkenceler tevessül edilmiş, devrin Demokrat mebuslarından birkaç tanesini bile maalesef iğfal ile, üzerimize saldırtmaya kadar varmışlardı. Bizler de bu hallere şevkle dayanıyor, hiç yılgınlık göstermeden cami derslerimize devam ediyorduk. İşte Üstad da, böyle bir hengâmede Konya'ya teşrif eylemiş, fakat bir buçuk saat gibi, çok kısa bir sohbetten sonra, ani olarak, 'Ben kendi irademle hareket etmiyorum' diyerek ayrılıp gitmişti. Yine sabah namazı için kalkıp hazırlandım, İhlâs Risalesi isimli küçük kitabı da cebime koyup, Kapı Camiine geldim. Geçtiğimiz gecenin öncesinde yanımızda olan Üstad, şimdi artık yanımızda değil; bizler de, ondan bir gece sonrasının sabahında yani 1960 senesinin 6 Ocak Çarşamba gününün sabah namazı vaktinde camide idik. O sabah, camide ve etrafında, o vakte kadar belki de hiç görülmemiş bir manzara ile karşı karşıya idik.

    "Sivil ve resmi olarak kalabalık bir polis ekibi caminin içine dağıtılmıştı. Namaz kılındı, cemaat dağılırken, benim 8-10 kişi, önümü keserek; 'Arkadaş, bu defa okuyamazsın, okutmayacağız...' gibi sert ihtarlar yaptılar. Ben de; 'Hayır... Biz okuruz, siz de vazifenizi yaparsınız' diyerek, hızla aralarından geçip, minberin yan tarafına, her zaman olduğu gibi, arkadaşlarımızla beraber oturduk. Ben cebimdeki İhlâs Risalesi'ni çıkarıp okumaya başladım. Bu sefer polisler, işi uzatmaya hiç imkân vermeden, biz beş arkadaşı, o şafak vaktinde, hükümet konağındaki emniyet dairesine götürdüler. Bu beş kişi benimle birlikte, merhum Dr. Sadullah Nutku, merhum Osman Yıldız, Hasan Helvacılar ve Mazhar İyidöner'den ibaretti. Emniyet ve adliye dairelerindeki uzun ifade ve sorgulamaları müteakip aynı gün, yani 6 Ocak 1960 Çarşamba, ikindi vakti sıralarında mevkufen, hapishaneye gönderildik. Mazhar'la beni, onuncu koğuşa, öteki arkadaşlarımızı da altıncı koğuşa verdiler. Böylece, bir gün önce aramızda olan Üstadın, ani olarak birdenbire kalkıp gitmesinin izahı, bu olayların zuhuru ile daha da açığa çıkmış oluyordu. Sanki Üstad, bu vak'aları bir gün öncesinden aynen görüp anlamıştı da, o sebepten ayrılıp gitmişti.

  8. #18
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "Hapishanede kalmak için yarış halindeydik"

    "Bizlerin birkaç gün önce hapsedilen Hasan Nevruz da 9.koğuşta idi. İki hafta sonra, üç arkadaşımızı daha, Said Gecegezen, Hasan İlkbahar ve Hüsmen Duran'ı evlerinden toplayarak yanımıza getirdiler. Böylece, hapishanede dokuz kişilik bir ekip teşekkül etmiş oldu. Orada neşemiz ve moralimiz çok yüksekti, koğuşlardaki hapis arkadaşlarımızla iyi anlaşıp, kaynaşabiliyorduk. Onları her bakımdan teselli ediyor, beraberce her gün risaleleri okuyor, namazlarımızı cemaatle kılıyorduk. Yaşlı, genç birçok kişi namaza başladı ve Nur Talebesi oldu. Koca Konya Hapishanesi, adetâ büyük bir Nur dershanesi haline dönüşmüştü. İçimizde, düştüğünden müteessir hiç kimse yoktu; hepimiz iman hizmetinin bu defa hapishanede olduğu kanaatini taşıyorduk. Bir gün, Ereğlili Ali Tayyar, Üstadı ziyaret için Emirdağ'a giderken yanımıza uğradı. Bizler de, o arkadaşımıza, 'Üstadın bizim için üzülecek bir şey olmadığından bahisle, selâmlarımızı götürmesini ve dua buyurmasını' tembihlemiştik. Ali, ziyaretten dönüşte tekrar yanımıza geldi. Üstadın hepimize, ayrı ayrı selâm ettiğini, kimlerin ve kaç kişinin hapiste olduğunu sorup öğrenmesi üzerine de, 'Çok olmuş, bir kişi olsa kâfi idi, haydi sıkılmasın diye yanına bir daha olsun...' dediğini ifade ile, 'Benim sıhhatim müsait olsa idi, şimdi, Konya Hapishanesinde bir sene kalmaya razı olurdum' diye ilâvede bulunduğunu bizlere nakletti. Artık, sevincimize payan yoktu, bu haber üzerine şevkten dolup taşıyorduk. Hapis müddetinin bir sene olacağı yorumu ile, fakat, bu bir senelik zaman iki kişi üzerinde kalacağı düşüncesiyle, her birimiz o bir senelik hapse can-ı gönülden sahip çıkıyor ve hattâ yarış ediyorduk.
    "Hapsimizin dört veya beşinci günlerinde, Üstadın, Ankara'ya yönelik seyahatinde resmen yolunun kesilmek suretiyle şehre sokulmadığını, geri çevrilerek, Gölbaşı'ndan Emirdağ'a gönderildiğini, radyo ve gazetelerden gözlerimiz yaşararak öğrendik. Ağır Cezadaki duruşmalarımız da başlamıştı. Heyetteki reis, benim dışımdaki arkadaşların tahliyesi ile, benim tutukluluğumun devamına karar verilmesini istiyor, fakat yanımda bulunan iki hanım üye, bunu kabul etmedikleri için mahkemelerimiz ve hapsimiz uzayıp gidiyordu. O günlerin basın yayını da hep, Bediüzzaman ve talebeleri ile meşguldü. Âdeta bunun dışında başka günlük mesele yok gibiydi. Konya'nın malûm bir valisi, kalkıp gazetelere, 'Bunların kökünü kazıyacağız!' şeklinde beyanatlar verebiliyordu. Böyle bir kargaşada, baştaki iktidar ise şaşkın ve kararsızdı. Üstad, belki de bunları, Ankara'ya kadar giderek uyarmak ve ikazlarda bulunmak için çabalıyordu, ama karşısında, maatteessüf korkak, pısırık insanlardan başka, ciddi muhataplar bulamıyordu. Hem, belki de bu son seyahatlerinde, arka arkaya gelen yolculuklarındaki sıklaşmanın ve hatta aceleliğinin bir hikmeti de, dar-ı bekâya kavuşmasının alâmetleri gibi görünüyordu.

  9. #19
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Mustafa Kırıkçı

    "En acı haber"

    "Ramazan ayına girilmişti. Oruçlarımızı tutuyor, teravih namazlarımızı koğuşlarda cemaatle kılıyorduk. Leyle-i Kadire yakın, Martın 24. günü sabahı bir radyo haberi, ortalıkta bomba gibi patladı. Haberde, Üstadın Urfa'da vefat ettiğini bildiriyordu. Şoke olmuş ve hiç beklemediğimiz bu acı haberden şaşkına dönmüştük. Önce inanamadık, sonra bakıp gördük ki, havadis maalesef gerçek. Ah-ı vah ederek, ağlayıp sızladık, Yasinler ve hatimlerle mübarek Üstadımıza manevi hediyelerimizi ulaştırmaya çalıştık. Hapiste oluğumuz için böylesine bir sarsıntı, bizi daha ziyade sarsıp dağidar ediyordu. Çünkü, etrafla haberleşmek için hiçbir imkâna mâlik değildik. Hem, onun son yolculuğunda, üzerimize düşen vazifeleri ifa etmekten de mahrum bulunuyorduk. İşte, muhitimiz böyle dört duvar arasından ibaret olduğu için, sıkıntımız, daha da şiddetini artırarak devam ediyordu. Üstadın vefatı zamanında hapiste olan, Konya'da bizlerden başka, bir de Ankara Hapishanesinde yalnızca Said Özdemir vardı. Türkiye'nin diğer yerlerinde, hiçbir Nur talebesi hapiste değildi. Bizden başka herkes, Urfa'daki büyük cenaze merasimine serbestçe koşabilmekteydi. Bu haller içindeyken bir yandan da mahkemelerimiz devam ediyordu. Benim mevkufiyetimin devamı ile, diğer arkadaşlarımın tahliyesine kuvvetli ihtimal ile bakılmakta iken, tam aksine 17 Mayıs'taki bir duruşmamızda, Said Gecegezen'le Hüsmen Duran'ın dışında hepimiz tahliye edildik. Biz hapiste tam dört ay, dört gün kalmıştık. Artık, Büyük Üstadın çok önceden işaret ettiği bir senelik müddeti tamamlamak üzere orada Hüsmen'le Gecegezen kalmışlardı. Hakikaten, onların da, sonradan bir yıllık zamanı ikmal etmeleri üzerine, tahliye edildiklerine hep beraber şahit olduk. Ve Koca Üstadın, hâdiselere ne derece şümullü bir ihata ile muttali olduğuna taaccüple hayran kaldık. Ve Cenab-ı Hakkın, bizleri öyle bir Üstada bağladığına nâmütenahi şükrettik... Tahliyeden sonraki dört beş sene içerisinde, çıkardığım mecmualar münasebetiyle, üç defa daha Konya Hapishanesinde yatıp çıktım. Fakat ben, mevzuyu şimdi burada bağlamak istediğim için, daha fazla teferruata girmek istemiyorum ve bu kadarlıkla iktifa ediyorum."

    (Son Şahitler kitabının, üçüncü cildinden derlenmiştir...)

Sayfa 2/2 İlkİlk 12

Benzer Konular

  1. Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V)
    By afşar in forum Sadatı kiram
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 04.07.09, 18:39
  2. Dördüncü Mustafa Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 10:15
  3. İkinci Mustafa Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.10.08, 10:06
  4. İkinci Mustafa Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.08, 12:46
  5. Birinci Mustafa Han
    By Konyevi Nisa in forum Osmanlı tarihi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.08, 12:42

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •