"Mezarımı 3-4 talebemden başka kimse bilmesin"
"Sonra Hüsnü'ye, 'Paraları getir, say' dedi. Bir tahta bavulu açarak, içinde bir gümüş mühür, bir de Üstadın imzası olan katlanmış bir kağıt parçası göründü. Üstad, 'Ka' dedi 'Yani onu ver. 'Ka' Kürtçe bir kelimedir). Üstad kağıdı açtı, bana göstererek: 'Bu benim vasiyetnâmemdir. Bu da mührümdür. İki senedir bunu arıyordum, bulamıyordum. Bugün bulunduğuna göre, vasiyetnâmemin Kâmil'e okunmasının lüzumu vardır.'
"Hüsnü Ağabeye, Gözlüğü ver. Kâmil'e okuyayım' dedi. Ve okudu:
"Said'in bir vasiyetnâmesidir. Emirdağ'da vefat edersem, yukarı mezarlığa defnediniz. Isparta'da vefat edersem, orta mezarlığa defnediniz. Üç veya dört talebemden mâada yerini kimse bilmesin... Hayatım, ziyareti kabul etmediği gibi, memâtım hiç kabul etmeyecek. Risale-i Nur şimdiki gibi, kıyamete kadar devam edecek. Risale-i Nur'a tam hizmet edenlerin tediyeleri, Risale-i Nur'un paralarından, zekât paralarından temin edilecek.'
Risale-i Nur'un 11 talebesinin isimlerini okuyarak söyledi. Talebelerden 5-6 tanesinin isimleri aklımda kalmış. Üstad bana; 'Sana tediye vereceğim, fakat ihtiyacın yok' dedi. Ben de, 'Kurban, keşke ben o kadar Risale-i Nur'un hizmetinde bulunaydım. Tediyeye muhtaç olaydım. Başka bir şey istemiyorum' dedim. Bana, 'Sen, Şarkta Hüsnü gibisin' dedi. Ben, 'Hüsnü'nün ayağının türabı olamam' dedim.
"İnebolu'da beraat eden kitapların, beraat kararıyla raporlarını bana verdi. 'Kendi kitaplarını bununla alırsın' dedi. Ve, 'Benim namıma 300 kitap İnebolu'da tahsis etmişler. 150'sini sana göndermek için mektup yazmışım. Lahika mektubunu aldım. Kitaplar gelmedi. Araştır' dedi. Elini öptükten sonra Üstadın yanından ayrıldım. Biraz da Zübeyir Ağabeyin odasında oturduk. Bize Konya adresini verdi, ayrıldık.