Sayfa 9/14 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon
134 sonuçtan 81 ile 90 arası

Konu: Bayram Yüksel

  1. #81
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Her yerde dershane açın"
    "Matbaalarda yeni harflerle neşriyat başlamıştı. Aynı zamanda hatt-ı Kur'ân'la Isparta'da teksir devam ediyordu. Üstadımız Nur Talebelerinin her yerde dershaneler açmalarını teşvik ediyordu. Isparta'nın köylerinde dershaneler açmaya başladılar. Üstadımızı davet ediyorlardı. Üstadımız da ya bizleri gönderiyor, yahut da kendisi gidiyordu. Dershane açanlar, 15-20 anahtar bizlere teslim etmişlerdi.
    "Üstadımız Isparta'nın köylerinden gelen Nur dershanelerinin anahtarlarını bana vermişti. Ben muhafaza ediyordum.

  2. #82
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Yeni bir alet çıkmış: Risale-i Nur hafızı"
    "Biz Üstadımızın yanında kaldığımız uzun seneler boş oturduğunu görmedik. Ya okur, ya tashih eder, veyahut okutur, dinlerdi. Hatta son zamanlarda teybe Risale-i Nur okuyorduk. Üstadımız da dinliyordu. Üstadımız, ziyarete gelenlere, 'Yeni bir âlet çıkmış Risale-i Nur hafızı, Risale-i Nur'u çok güzel okuyor' diyor ve alıp dinlemeye teşvik ediyordu.

  3. #83
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Bugün kaç sayfa okudunuz?"
    "Üstadımız bazen diyordu: 'Bugün kaç sahife okudunuz?' Biz de üç veya beş dediğimiz zaman, 'Ben iki yüz sahife okudum. Hem benim kalemim yok, çok ağır yazıyorum. Hem de sizin gibi gazete gibi okuyup geçmiyorum. Ben manasını da anlayarak okuyorum. Hem de bakın ne kadar tashih ettim' derdi. Risaleleri açarken sahifeleri hiç incitmeden, elini ağzı ile ıslatmadan çok itina ile açardı.

    "Elhamdülillah ben bugün bu kadar okudum, çok istifade ettim. Bugün imanım çok inkişaf etti' derdi. Hayretler içinde bize gösteriyordu. 'Fesübhanallah bu eseri hiç görmemiş gibi istifade ettim' derdi. 'Nasıl mübarek günlerde camilerde tecdid-i iman ederler; biz de Risale-i Nur'u okumakla tecdid-i iman ediyoruz" derdi. 'Kardaşlarım, bakın ben bu kadar yer okudum, hiç yanlış bulamadım. Risale-i Nur'un telifinde inayet-i İlâhiye ve hıfz-ı Rabbanî bize yardım ettiler. Bizim bu ne hünerimiz, ne de kabiliyetimiz. Bu tamamen Cenab-ı Hakkın ihsan ve kereminden, biz acizlere bir lütf-u ihsanıdır' derdi.
    "Risale-i Nur'un telifinde tayy-ı zaman, tayy-ı mekân karışmış, az zaman içinde çok işler yapmışız' derdi. 'Kardaşlarım, nasıl geldi ise öyle yazıyorum. Hiç değiştirmeye cesaret edemiyorum. Hiç fikrimi de karıştırmıyorum' derdi.

    "1954'te Ceylân Ağabey ile ikimiz iki ay Barla'da kaldık. Üstadımız Emirdağ'a gitmişti. Ev sahibinin küçük oğlu askerden gelmişti. Polisler kandırdı, bize 'İlla çıkın' dedi. Biz de Üstada haber gönderdik. Üstadımız da haber verdi. 'Sungur askere gitsin, Ceylan'la Bayramda Barla'ya gitsin.' İki ay Barla'da kaldık.

  4. #84
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Çok süratli yazdırırdı"
    "Üstadımız, Zübeyir Ağabey ile beraber iki ay Emirdağ'da kaldılar. Biz Ceylân Ağabey ile beraber her gün öğle namazından sonra Sıddık Süleyman Ağabey, Hafız Tevfik Ağabey, Abdullah Çavuş ve Hacı Bahri Ağabeylerden biri ile Risale-i Nurların telif olduğu menzillere (Karadut, Karakavak, Büyükoluk, Küçükoluk gibi) giderdik. Risale-i Nur'un telif olduğu yerleri gezerdik, mesrur olurduk.
    "Bazen Hafız Tevfik Ağabeyler Risale-i Nur'un telif olduğu yerleri bize gösterirken, 'Bak size bir hatıra anlatayım' derdi. Bir defasında şunları anlatmıştı:

    "Üstadımızla tenha kırlara giderdik. Münasib bir yere oturur, belirli bir noktaya bakardı. Çok süratli söylerdi, ben de çok süratli yazardım. Eli ile 'Yaz kardaşım' der ve devamlı bir noktaya bakardı. Arada bir, 'Dur, kesildi. Git sinekleri kovala' derdi. Ben de hakikaten çok fazla sigara içerdim, başım şişerdi. Üstadımızdan ayrılır, bir taşın arkasına oturur, sigaramı içer bitirirdim. Üstad, 'Gel kardaşım, gel' derdi. Tekrar yazmaya başlardık. Öyle risaleler var ki; bazen bir saatte, bazen iki saatte yazmışız' Yeminle söylerdi ki: 'Aynı risaleyi başka zaman iki günde yazmakla bitiremezdim.'

    "Bunu mükerrer defa yeminle söyler, 'Biz o zaman ne hallerde, ne günlerdeymişiz? Kime hizmet etmişiz bilmemişiz, kaçırdık o fırsatları' derdi. 'İşte kardaşım bu tayy-ı zaman, tayy-ı mekân budur' derdi. 'Ah kardaşım, Üstadın bütün hayatı hep kerametle dolu. Bizler anlatmakla bitiremeyiz' derdi.

  5. #85
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    Sıddık Süleyman
    "Sıddık Süleyman Ağabey de Üstadımızı anlatmakla bitiremezdi. O da bizlere şunları anlatmıştı: 'Bir gün Üstadımıza içimden dedim, 'Biz yazıyoruz, biz okuyoruz, Üstad bu kadar zahmeti niye çekiyor?' diye düşündüm. Böyle mülahaza ediyordum. Üstadım, birden, 'Kardaşım göreceksin, ben bunları bütün dünyaya okutturacağım' dedi. Bu neviden eski ağabeylerin hepsinden bu mevzularda çok şeyler işittik.

    "Münasebet geldiği için şunu da geçemiyorum. Bir gün bulaşık yıkıyordum, Üstadımız da balkonda (Barla'daki Hacı Enver'in balkonunda) okuyordu. Aramızda on beş metre kadar mesafe vardı. İçimden dedim. Bu Barla çok mahrumiyetli bir yer, mübarek Üstad, geldiği zaman burada duruyor. Halbuki Isparta daha güzel, her şey mükemmel ve Isparta'da hem talebe çok, hem hizmet geniş, vasıta filan da bol, diye içimden böyle konuştum. Üstad beni çağırdı. 'Gel evlâdım Bayram' dedi. 'Evlâdım sen burayı kerih görme, burası çok mühim, cidden çok mühim, burası ileride nurlanacak inşaallah' dedi.

  6. #86
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Ne düşünüyorsun?"
    "1959'da Antalya taraflarında Ağlasun dağlarına gitmiştik. Dağların en yüksek noktasında bir kayanın üzerine çıktık. Hüsnü kardeşimizle, Zübeyir Ağabey, Üstada çay yapmakla meşguldüler. Ben de Üstada şemsiye tutarak gölgelik yapıyordum. Üstad da Cevşen okuyordu. Ben dalmışım. 'Acaba bizim sonumuz ne olacak, ileride ne yapacağız?' diye derin düşünceler dalmıştım.
    "Üstad benim düşünce ve halimi hissetmiş ki, 'Keçeli... Keçeli,' diye bana bir tokat vurdu. 'Ne düşünüyorsun? Sen sonunu düşünme. Senin sonun çok iyi olacak inşaallah' diye ikaz etti.

    "Elhamdülillah Üstadımın sağlığında, hayatında ve vefatından sonra, hiçbir gün sıkıntı çekmedik.
    "Birgün Üstadımız, 'Moğol ve Mançurya'ya gittin mi?' diye sordu. Ben 'Oralara gitmedim. Güney Kore'nin başşehri olan Seul, Pusan şehirlerine gittim' dedim. Şunu ilâve ettim. 'Amerika bir silah bulmuş. 150 metre uzaklıktaki kara karıncayı vuruyor. Ruslar da onu gören silahı bulmuşlar' dedim. Üstad, 'Ahmak, ben onları çoktan geçmişim' dedi. Sonra 'Allah-u âlem Ahirzamanda Ye'cücü ve Me'cüc Moğol ve Mançurya'dan çıkacak' dedi.

  7. #87
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Vasiyetini yazdırıyordu: Kabrim gizli olsun"
    "Hususan Üstadımızın kabrinin gizli olma meselesinde o kadar bâriz kerametini gördük ki; hakikaten harfiyyen, aynı aynına çıkmıştır. Üstadımız sık sık vasiyetini yazdırıyordu.

    "Birincisin, Ceylân ve Zübeyir Ağabeylerle beraberdik, Yalvaç yolu üzerinde bir dere kenarında söğüt ağacının altında yazdırdı: 'Evlâtlarım, ben bu vasiyetimi bir ihtara binaen yazdırıyorum. Ben size vasiyet ediyorum ve bunu da kaleme alın, nasıl Gavs-ı Azam, Cenab-ı Allah'tan biraz ömür istemiş, Cenab-ı Hak hizmet için ömrünü uzatmış. Ben de Cenab-ı Allah'tan ömür istiyorum. Risale-i Nur külliyatının baskısı matbaalarda bitinceye kadar. Ta ki ehl-i dünyanın nazarı bende olsun, matbaalarda ve Risale-i Nur'larda olmasın.' Hakikaten Üstadımız her gün Barla'ya veyahut başka bir semte gider, orada Nurları okur, veya tashih eder, evradıyla meşgul olurdu. Hem Isparta hükümeti, hem Ankara hükümeti Üstadla meşgul olurlardı. Polisler telsizle, 'Bediüzzaman namaz kıldı, şurada burada' diye Ankara'ya malumat verirlerdi. Üstadımız onları uyuturdu. Üstad onları meşgul ederken hem Ankara, hem İstanbul, hem Samsun, hem Antalya'da Risale-i Nur'lar basılıyordu. Üstadımız, matbaalarda Sözler basılırken, 'Ya Rab! Bunu görsem gideceğim' dedi. Ondan sonra Mektubat basılmaya başladı, 'Bunu görsem gideceğim' dedi. Lem'alar basılmaya başladı aynı şekilde 'Bunu görsem gideceğim' dedi. En sonunda Şuâlar'ı ve Sikke-i tasdik-i Gaybî mecmuasını gördü. 'Ya Rab! Artık ben gideceğim, benim vazifem bitti' diye sık sık söylerdi. 'Allah'tan ömür istedim ve hadsiz şükür olsun, bunları da gördüm. Yalnız benim kabrim gizli olsun. İki-üç talebemden başkası bilmesin. Nasıl ömrümde mukabilsiz hediyeler bana dokunuyordu. İsabet-i nazar verecek haller var, Risale-i Nur'un mesleğindeki azamî ihlas için bu hastalık verilmiş. Çünkü bu zamanda şan, şeref perdesi altında riyakârlık yer aldığından azamî ihlâs ile bütün bütün enaniyeti terk lâzımdır. Dostlar uzaktan ruhuma fatiha okusunlar. Mânevî dua ile ziyaret etsinler. Fatiha uzaktan da olsa ruhuma gelir. Risale-i Nur'daki azamî ihlas ile bütün bütün terk-i enaniyet için buna bir mânevî sebep hissediyorum. Kendini Risale-i Nur'a vakfetmiş olan, yanımda bulunanlardan nöbetle birer adam kabrimin yakınında bulunup bu mânâyı, lüzumsuz ziyarete gelenlere bildirsinler.'

    "İkincisini Emirdağ'da yazdırmıştı.

    "Üçüncüsü olarak da; yine vefatından üç-dört yıl önce Isparta'da bir hastalık içinde, yanında bulunan talebelerine gayet ciddî olarak aynen şunları söyledi:

    "Benim kabrimi gayet gizli bir yerde, bir-iki talebemden başak hiç kimse bilmemek lâzım geliyor. Bunu vasiyet ediyorum. Çünkü dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, elbette vefatımdan sonra da hakikat bu surette beni mecbur ediyor.'

    "Bunun üzerine Zübeyir Ağabeyle Ceylân Ağabey sordular:
    "Kabri ziyarete gelenler, fatiha okur, hayır kazanır. Acaba siz ne hikmete binaen kabrinizi ziyaret etmeyi men ediyorsunuz?' Üstad da cevaben şöyle dedi:

    "Bu dehşetli zamanda, eski zamanlardaki firavunların dünyevî şan ve şeref arzusuyla heykeller ve resimler ve mumyalarla nazar-ı beşeri kendilerine çevirmeleri gibi, bu zamanda enaniyet ve benliğin verdiği gafletle heykeller ve resimler ve gazetelerle nazarları tamamen kendilerine çevirmeleri ve uhrevî istikbalden ziyade dünyevî istikbali hayal edinmiş olmaları ile eski zamada lillah için ziyarete mukabil, ehl-i dünya kısmen bu hakikate muhalif olarak mevtanın dünyevî şan ve şerefine ziyade ehemmiyet verir, öyle ziyaret ediyorlar. Ben de Risale-i Nur'daki azamî ihlası kırmamak için o ihlasın sırriyle, kabrimi bildirmemeyi vasiyet ediyorum. Hem şarkta, hem garpta, her kim olursa olsun okudukları fatihalar o ruha gider.

    "Dünyada sohbetten beni men eden bir hakikat, vefatımdan sonra da bu surette, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle menetmeye mecbur edecek.'

    "Bu meseleyi Ceylân Ağabeyle biz kaleme almıştık. Üstadımız, 'Hz.Ali'nin kabri nasıl gizli ise, benim de kabrim öyle gizli olsun' demişti.

    "Üstadımız bu hususta bizlere şu dersi de vermişti:

    "Saniyen: Belki beni uzak bir yere gönderirler. Veyahut bu defa ki zehir beni kabre sevk edecek. Ben de her birinizi yerimde birer Said ve Nura birer bekçi ve muhafız olarak varis bırakıyorum. Bir bekçiye bedel binler muhafız olursunuz. Hem sizler dahi benim yerimde her bir mecmua-i Nuriyeyi bir manevî Said görüp, benim bedelime ondan ders almaya çalışınız. Sarsılmayınız, fani zahmetlerin ehemmiyeti yoktur. Bizim sohbetimize hiçbir şey mâni olmaz. Hatta bezrahtaki merhumlar ve yirmi sene sureten görmediğim Nur kardeşlerimi her zaman görür gibi bir nevi beraberlik hissediyorum.

    "Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi Risaleyi açsa, benimle değil, hadim-i Kur'ân olan Üstadıyla görüşür ve hakaik-i imânîyeden zevkle ders alabilir.

    "Evet, Risale-i Nur'la görüşen benim adi şahsımla değil, Kur'ân hadimi ve Nur tercümanıyla görüşüyor. Çünkü Nurlardaki ilim başka kitaplar gibi bir ilmî ders dinlemek değil, belki müellifinin mânevî ameliyat ve tedavileri içinde ve bütün lâtife ve duygularıyla çırpındığı ve çalıştığı ve kısmen aynelyakîn kazandığı aklî ve halî ve kalbî hissettiği ve zevk ettiği hakikatları onun ders aldığı yerden ders almak ve manevî muhavere ve sual ve cevabı müstefîdane dinlemektedir. Bu ise fena ve fânî şahsımla sohbetten çok ziyade faydası var. Hem meşrebimizde surî ve muvakkat sohbet esas değil, manevî ve daimî sohbet yeter.

    "Bilirsiniz ki, kendim sadaka ve yardımları kabul etmediğim gibi, öyle yardımlara da vesile olmadığımdan kendi elbisemi ve lüzumlu eşyamı satıp, o para ile kendi kitaplarımı yazan kardeşlerimden satın alıyorum. Ta Risale-i Nur'un ihlasına dünya menfaatleri girmesin, bir zarar vermesin. Ve başka kardeşler de ibret alıp hiçbir şeye alet edilmesin.

    "Rabian: Nurun hakikî şakirtlerine Nur kâfidir. Onlar da kanaat etmeli. Başka şereflere veya maddî manevî menfaatlere gözünü dikmesin. Hem münakaşa, münazaa, mesail-i diniyede damara dokunacak tarafgirane mübahese etmemek lazımdır ki, Nur aleyhinde garazkârlar çıkmasın.'

    "Üstadımız 1960'ta 'Bu sene teravihi beraber kılacağız' dedi. Bizler çok sevindik. Ceylân Ağabeyle konuşmuştuk. 'Bu sene Ramazan'ı Isparta camilerinde sırayla gidip kılalım.' Mübarek Tahiri Ağabey teravihi bir buçuk iki saatte kıldırıyordu. İflahımız kesiliyordu. Üstadımızdan böyle müjde gelince çok sevindik. O sırada Ceylan Ağabeyin babası kamyon almış. Ceylân Ağabeyi istiyordu. O da Emirdağ'a gitmişti. Ramazan geldi, namaza başladık. Üstadımız yatsı namazının farzını kıldırıyordu. Tahiri Ağabey de teravihi kıldırıyordu. Bizim yattığımız odanın karşısındaki odayı mescit olarak kullanıyorduk. Odada Üstadımız, Tahiri Ağabey, Zübeyir Ağebey, Sungur Ağabey, Hüsnü kardeşle beş-altı kişi oluyorduk. Ramazan'ın tam on beşiydi. Üstadımız çok rahatsız oldu. Zübeyir Ağabey Tahiri Ağabeye, 'Ağabey, yarıda keselim, sonra tamamlarız' sözüne Üstadımız, 'Yok tamam kılacağız' dedi. Ve tamam kıldık. Üstad çok ağırlaştı. Yatağına götürüp yatırdık. Sungur Ağabeyle Cevşen okumaya başladık. Zübeyir Ağabeyin yatağının bir tarafında ben, bir tarafında Sungur Ağabey oturduk. Benimle Sungur Ağabeyin kulağımızdan tuttu, 'Evlatlarım, evlatlarım, katiyyen müteesir olmayın. Risale-i Nur dinsizlerin, masonların belini kırmıştır. Risale-i Nur daima galiptir. Katiyyen merak etmeyin. Ben kemal-i ferahla gideceğim' dedi. Koltuğuna girerek yatağına götürdük. Ramazan'ın on beşinden sonra hiçbirimiz yatmazdık. Üstadımız dahil ağabeyler hep ayaktaydık. Sabah oldu, Üstad bizleri çağırdı, 'Emirdağ'a gideceğiz' dedi. Bana da 'Hazırlan, seni annenin yanına götüreceğim' dedi. Ben de Emirdağ'a gidince muhakkak köye uğrarız, köylüler Üstadımızın elini öpeceğiz diye rahatsız ediyorlardı. 'Sungur Ağabey gitsin' dedim. O Ankara'ya gidecekti. Tarihçe-i Hayat'ın mahkemesi vardı. Üstadımız, 'Doğru, Sungur'u götürelim' dedi. Beraber gittiler. Ben bilemedim. Oysa Üstadımız annemle vedalaşacakmış. Nitekim Emirdağ'da ağabeylerle vedalaştı, geldi. Bu Üstadın son gidişiydi.

  8. #88
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Hoca Efendi nereye gitti?"
    "Üstad Emirdağ'a son olarak 17 Mart 1960'ta gitti. İki gün orada kaldı.
    "Üstadımız, Zübeyir Ağabey, Hüsnü kardeşimiz ve Sungur Ağabeylerle birlikte sabah saat sekizde Emirdağ'a hareket ettiler. Evimizin önünde polis bekliyordu. Tahirî Ağabeyle ben Isparta'da kalmıştık, bir saat sonra polisler geldi. Zili çaldılar, aşağı indik. 'Hoca Efendi ne tarafa gitti' dediler. Biz de, 'Bilmiyoruz, gideceği yeri söylemez. Emirdağ'a mı, Barla'ya mı? Bilmiyoruz' dedik. Hemen gittiler, muhtelif yerlere telefon ederek Üstadı aramışlar.

    "Hazret-i Üstad, 19 Mart 1960 Cumartesi günü, ikindi namazından sonra geldi. İkindiden evvel de bir polis gelmişti. 'Hoca Emirdağ'dan hareket etmiş' dedi. 'Gelmedi' dedik. Hakikaten bir saat sonra geldi. Eve gelmeden korna çalardı. Üstadın arabasının kornasını bilirdik. Korna çaldı. Tahirî Ağabey ile beraber hemen aşağıya indik. Kapıyı açtık, araba içeri girdi.

  9. #89
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Urfa'ya gideceğiz"
    "Üstadımız arabanın arka koltuğunda yatıyordu, zorla kucağımıza aldık, arabadan çıkardık. Merdivenden çıkarken sırtımıza almak istedik, binmedi. Kollarına girdik. Tahirî Ağabey ile beraber yatağına yatırdık. Çok şiddetli ateşi vardı, yanından hiç ayrılmadık. Namazları da nöbetle kılıyorduk.
    "Üstadımızın hizmetinde o anda Tahirî Ağabey, Zübeyir Ağabey ve Hüsnü kardeşimizle dördümüz bulunuyorduk. 19 Mart 1960 gecesi saat iki veya iki buçuktu. Zübeyir Ağabey ile beraber Üstadın başında nöbet tutuyorduk. Zübeyir Ağabey kollarını ovuyor, ben de ayaklarını ovuyordum. Üstadımız bana baktı. 'Gideceğiz' dedi. 'Üstadım, nereye gideceğiz?' dediğimde, 'Urfa.. Diyarbakır...' dedi.

    "Tekrar, 'Gideceğiz' dedi. 'Nereye Üstadım?' dediğimde, 'Urfa'ya gideceğiz diye söylenince, Zübeyir Ağabey, 'Çok ateşli de ondan öyle diyor' dedi. Burada şunları da yazmak isterim:

    "Bizler çok gafletteyiz. 1951'de Üstadımız bütün hususî kitaplarını Urfa'ya göndermişti. Mevlânâ Halit Hazretlerinden kendisine kalan cübbeyi de göndermişti. Köyümüzden Emirdağ'a Üstadı ziyarete gitmiştim. O sırada Eskişehir'den Astsubay Ahmet Özyazar ve Urfa'dan Vahdettin Gayberi, daha başkaları astsubaylar da vardı. Üstadımız, 'Tam tam, siz Eskişehir'de meşveret edin. Eğer münasip görürseniz, Bayram, benim Albay Reşat Beyde muhafaza olan hususî kitaplarımı, hem Mevlânâ Halit'ten kalan cübbeyi götürsün' demişti. 'Hem Bayram Urfa'da kalsın' demişti. Eskişehir'de meşveret ettiler. 'Trenle gönderelim. Bayram Eskişehir'de kalsın' dendi ve askere gidinceye kadar Eskişehri'de kaldık. Bazen Urfalılardan Üstadı ziyarete gelenlere, 'Ahir ömrümde Urfa'ya gideceğim. Ben Urfa'ya dua ediyorum. Urfa'nın taşı da, toprağı da mübarektir' derdi. Urfa'dan da kardeşler sık sık mektup yazıyorlardı. Üstadımızı Urfa'ya davet ediyorlardı. Üstad da, 'Geleceğim' derdi. Abdullah Ağabeyle Hüsnü Kardeşimiz o zamanlar, yani 1951-1957 arası Urfa dershanesinde kaldılar. Devamlı Üstadımızla muhabere ederlerdi.


    "Bizlerin hiç hatırına gelmezdi ki; Üstadımız artık Urfa'ya gidecekler. Bizler Üstadımızın öleceğine hiç ihtimal vermiyorduk. Çünkü Üstadımızı çok seviyorduk. Annemizden, babamızdan görmediğimiz şefkat ve merhameti, terbiye ve nezaketi, ilmi, irfanı, şecaati, cesareti, ihlası, uhuvveti, kahramanlığı, tevazu ve mahviyeti hep onda görüyorduk. Acîb bir mahviyet. Üç dört sene evvelinden vasiyet etmeye başladı:

    "Kardeşlerim, evlâtlarım, artık ben gideceğim. Cenab-ı Allah'tan biraz ömür istedim. Tâ ki, bu günleri göreyim, Risale-i Nurlar matbaalarda basılsın, ehl-i dünyanın nazarı bende, benimle meşgul olsun ki, Risale-i Nur Külliyatı matbaalarda tamamlansın.'
    "Hakikaten mühim mecmualar tamamlanmıştı.

  10. #90
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Bayram Yüksel

    "Arabayı hazırlıyoruz"
    "Saat iki buçuk civarında, sık sık tekrarlamaya başladı, 'Sabah olsun hemen Urfa'ya gideceğiz' diyordu. Diyarbakır, bir sefer ağzından çıktı. Daima Urfa diyordu. Tahirî Ağabeyle Hüsnü kardeşimiz nöbete geldi. Biz Zübeyir Ağabeyle sahur yemeği yemeye gittik. Üstadımız yine, 'Urfa'ya gideceğiz hazırlanın' diyor, Hüsnü kardeşimize. Hüsnü de 'Lastikler arızalı' diyor. Üstad, 'Urfa'ya gideceğiz, başka araba da olabilir ve iki yüz elli lira olsa veririz. Hattâ cübbemi bile satabilirim' diyordu. Hüsnü geldi, hemen arabayı hazırlamaya başladık. Hakikaten lastikler patlaktı. O zaman yeni lastik bulmak zordu. O sırada Üstadımız, Tahirî Ağabeyi, 'Git, sen de yardım et' diye bir kaç sefer gönderdi. 'Kardeşim, ben de yardım edeyim, Üstad acele ediyor, çabuk olun' dedi.

    "Arabayı hazırladık. Üstadımız da hazırlandı, Zübeyir Ağabey de akşamdan beri, 'Keşke Bayram da beraber gitse, bize çok yardım eder, yalnız başımıza çok zor oluyor' diyordu.
    "Çünkü Üstadımız Ankara veya İstanbul'a giderken kimseyi götürmüyordu. Yalnız Zübeyir Ağabey ile Hüsnü kardeşimiz gidiyorlardı. Zübeyir Ağabey de, 'Nazar-ı dikkati fazla celbetmesin diye, Üstadımız yanında fazla kimseyi götürmüyor' demişti. Üstadım da hazırlandı, kapıdan çıkacağı zaman, 'Efendim Bayram da gidecek mi?' diye Zübeyir Ağabey Tahirî Ağabeye sordurdu. Üstadımız da, 'Gidecek' dedi. Zaten ben de hazırlanmıştım. Üstadımızı arabanın arkasına yatak koyarak yatırdık. Zübeyir Ağabeyle biz şoför mahaline oturduk.

    "20 Mart 1960 saat tam dokuzdu. Üstadımızın evinin önünde caddede iki polis bekliyordu. İnönü, Menderes'e hücum etmişti. O zaman hükümet bildirisi olarak radyoda 'Said Nursî'nin Emirdağ ve Isparta'da oturması tavsiye olunur' diye okumuşlardı. Polisler, ekseri Ankara veya İstanbul'a gider diye çok korkuyorlardı. Onun için bilhassa o günlerde çift polis bekliyordu. Araba hareket etmeden, ev sahibi Fitnat Hanım, arabanın yanına geldi.

    "Allah'a ısmarladık"
    "Üstadımız, 'Hemşirem Allah'a ısmarladık, bana dua edin, çok rahatsızım' demişti.

    "Üstad çok hüzünlü ayrıldı. Fitnat Hanımın da gözleri yaşarmıştı. Biz ayrıldıktan sonra, Fitnat Hanım Tahirî Ağabeye, 'Bu sefer Üstaddan ben şüphelendim. Vallahi yerini aramaya gidiyor' demiş. Biz Tahirî Ağabey ile anlaşmıştık, 'Biz ayrıldığımızda polislere kapıyı açma, hemen yat' demiştik. Çünkü, Tahirî Ağabeyi 'Hoca nereye gitti?' diye suale çekecekler, bizim ne tarafa gittiğimizi öğreneceklerdi.

    "Tahiri Ağabey da hiç kapıyı açmıyor, polisler ev sahibesine geliyorlar. 'Teyze, Hoca Efendi ne zaman gitti, nereye gitti, biliyor musunuz?' dedikleri zaman, Fitnat Hanım polislere, 'Ben bekçi miyim, ne bileyim, siz bekliyorsunuz ya. Siz bilmiyorsunuz da ben mi bileyim?' diyor.

    "Biz garajdan çıktığımızda yağmur yağıyordu, en çok Konya Valisinden korkuyorduk. Çünkü o zamanlar gazetelerin baş manşetlerinde, 'Nurcuların kökünü kazıyacağım' diye her gün aleyhte sözleri çıkıyordu. Eğirdir'e vardığımızda yağmur çok şiddetlendi. Polis karakolunun önünden geçerken, polisler, yağmurun şiddetinden içeri girmişlerdi, bizi görmediler.

    "Şarkikaraağaç'a varmadan arabanın plakasına çamur attık. Orada da kimse görmedi. Şarkikaraağaç'ı geçtikten sonra Üstad iyileşti. Arabadan çıktı, abdest tazeledi, geldi. Şarkikaraağaç'ı bir kaç kilometre geçtikten sonra yolun sonunda bir çeşme vardı. Bir taşın üzerinde namaz kıldı. Konya'ya varmadan evradları bitirdi, epeyce düzeldi. Meram bağlarına yaklaştığımızda Üstad yine hastalandı. Hiç konuşamıyordu. Konya'ya girişimizde bir bakkaldan zeytin ve peynir aldık. Akşam iftarda yemek için kullanacaktık. Parasını da Üstadımız verdi. 'Evlâtlarım ben çok hastayım, benim yerime siz yiyin' dedi. Konya Valisinin şerrinden korkuyorduk, 'Buradan bizi geri gönderir' diye endişe ediyorduk. Onun şerrinden kurtulmak için daima Ayetü'l-Kürsî'yi okuyordum. Ben Isparta'dan çıkışımızdan itibaren devamlı okuyordum. Zübeyir Ağabeyle Hüsnü kardeş de aynı şekilde okuyorlarmış, sonradan öğrendim. Konya'dan bizi kimse görmeden inayet-ı Hakla, Mevlânâ Camii yanından, Adana yolu üzerinden hareket ettik. Karapınar'dan geçtik. Ereğli'ye varmadan, Üstadımız öne doğru uzandı ve Zübeyir Ağabeyle benim kulağımdan tuttu.

Sayfa 9/14 İlkİlk ... 7891011 ... SonSon

Benzer Konular

  1. ''Kadın Hizmeti Olmaz'' Bayram Yüksel
    By SiLa in forum Risale-i Nur Talebeliği
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 18.10.08, 20:11
  2. Aydın yüksel
    By SiLa in forum Arkeoloji Ödev
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 12.10.08, 15:10
  3. Bayram Yüksel Abi'nin Tüm Sohbet Videoları
    By SiLa in forum Risale-i sesli, Sohbetler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 09.10.08, 10:12

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •