"Bu zamanda farzları yapan, kebairleri terkeden kurtulur"
"Evet, mütesanid bir heyet, bir cemaat halinde bulunuşları Nur Talebelerinin, hem birbirlerine kuvvet ve müeyyid oluyor, hem geniş dairedeki ehl-i iman cemaatına nokta-i istinad oluyor. Şirket-i maneviye var. İştirak-i âmâl-i uhreviye düsturuyla birbirine manen, ruhen yardım var. İşte bu gibi çok sebepler tahtında, âhirzaman hadisatı dediğimiz son asırların bu en müdhiş dalâlet cereyanları karşısında Kur'an nuru etrafında toplanmak, o şahs-ı manevîye dayanmak, elbette ferdî ve içtimaî hayatımızın istikametle devamı için elzem ve zarurî bir keyfiyettir. Müteselsil bu kadar tehacüme karşı Nur talebeleri, elbette bu sır ile dayandılar, geri çekilmediler. Avrupa ve Amerika'ya gittiği zaman o Nur talebesi, hizmeti esas aldı, Nur'ları okumayı terk etmedi. Ruhî ve kalbî gıdasını elde etmeyi, Nur'un manevi havası içinde kalabilmeyi kendine şart kabul etti. Üstadın;
"Bu zamanda farzları yapan, kebairleri terkeden kurtulur' sözünü unutmadı.
"Ama bunun için, Nur'un manevi havası dediğimiz Nur dairesinde, Âl-i Beyt-i Nebevînin Silsile-i Nuranîsinin tezahürü olan bu hakikat-i Kur'âniye dairesinde kalabilmek, teneffüs edebilmek için, alakasını devam ettirdi. Çünkü, alaka manevî irtibattır. Birbirine dualarıyla, lisanlarıyla, kalemleriyle yardım eden müttehid bir cemaat-i Nuraniye ile omuz omuza, yan yana beraber olabilmek.. Nur'un tercümanı öyle demiyor mu? İşte:
"Aziz, gayretli, ciddi, hakikatli, halis, dirayetli kardeşim.
"Bizim gibi hakikat ve ahiret kardeşlerin sohbetlerine, ünsiyetlerine ihtilaf-ı zaman ve mekan bir mani teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri ahirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan birtek maksat için birtek vazifede bulunanlar birbirinin aynı hükmündedirler.
"Ben sizi, yazılarınızda ve hatırımdan çıkmayan hidematınızda, günde müteaddit defalar görüyorum. Ve size olan iştiyakımı tatmin ediyorum. Siz de bu biçare kardeşinizi, Risalelerde görüp sohbet edebilirsiniz. Ehl-i hakikatin sohbetine zaman ve mekan mani olmaz; manevî radyo hükmünde birir şarkta, bir garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-i Kur'âniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur.'
"Demek bu dehşetli zamanda, asrın bu dehşetine göre Rahman ve Rahîm isimlerinin tecellisiyle Kur'an'dan bir nur, bir hakikat dairesi ihsan edilmiş bulunuyor. Rahman ve Rahîm ile beraber, bilhassa ism-i Hakîm de azamî derecede Risale-i Nur'da tecelli etmiş. Nur Müellifî, tılsım-ı kâinat ve muamma-yı hilkatı, Hakîm ism-i şerifinin nuriyle keşfettiğini Nur'larda söylemektedir. Bu zamanda felsefe-i tabiye ile akıllar yaralandığı için veya efkar dağıldığı için, Risale-i Nur, akıl ve kalbin imtizaciyle gidiyor. Bu hususta el-Hüccetü'z-Zehra'nın başında muazzez Müellif şöyle demektedir:
"Bu ders zahiren küçük, hakikaten pek büyük ve çok kuvvetli ve çok geniş bir risaledir. Hem benim tefekkürî hayatımın, hem Nur'un tahkiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakin, aynelyakin ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur'âniyedir.'
"Burada, hem Nur'ların mahiyetine, hem de Nur talebeleri arasında mevcut kardeşliğin kuru birşey olmadığına, hülasaten, cadde-i kübra-yı Kur'âniye olduğuna işaret vardır.