Cennet Müjdesini Hakedenler
Allah buyurur ki:
"İman edip salih ameller işleyenleri, kendileri için altından ırmaklar akan cennetler bulunduğu ile müjdele. Ne zaman onlardan rızıklansalar..." (Bakara, 25)
"Bakın Allahın dostları için ne bir korku vardır, ne de üzüleceklerdir. Onlar iman eden ve daima takvalı olan (korunan)'lardır. Dünya hayatında da ahiret hayatında da müjde onlar içindir. Allah'ın kelimeleri için asla bir bedel bulunmaz. En büyük kurtuluş işte budur". (Yunus, 62-64)
"Rabbimiz Allah deyip sonra istikamet üzere (doğrularak) gidenler var ya onların üzerine, korkmayın, üzülmeyin ve size vadolunan cennetle müjdelenin diyerek iner dururlar." (Fussilet, 30)
"Kullarımı müjdele. Onlar ki sözü dinler, en güzeline tâbi olurlar, îşte onlardır Allah'ın yer gösterdikleri, işte onlardır özlü kişiler." (Zümer, 17-18)
"İman eden, hicret eden, Allah yolunda malları ve canları ile cihâd edenler yok mu? Onlar Allah katında pek büyük bir dereceye sahiptirler. Kurtuluşa erenler onlardır. Rabb'leri onları, kendinden bir rahmet, rıza, ve cennetlerle müjdeleyecektir. Oralarda onlar için kalıcı nimetler vardır. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah katında gerçekten pek büyük bir ecir vardır." (Tevbe, 20-22)
"İman eden ve salih ameller işleyenler Cennet bahçelerindedirler. Ne isterlerse Rabb'leri katında onlarındır. îşte en büyük lütuf budur. Bunlar, Allah'ın, iman eden ve salih ameller işleyen kullarına müjdeleridir." (Şura, 22-23)
"Ancak, zikre (Kur'ana) tabi olanı ve görmediği halde Allah'dan korkanı uyarabilirsin. Öylesini değerli bir ecirle müjdele." (Yasin, 11)
"Ey peygamber, biz seni, bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah'a izniyle davet edici ve nur saçan bir lamba olarak gönderdik. Müminleri müjdele ki onlar için Allah'dan büyük bir lütuf vardır." (Ahzab, 45-47)
"Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayınız. Bilakis diridirler Rableri yanında rızıklandırılırlar. Rabb'lerinin, kendilerine yerdiği lütuf ile sevinçlidirler. Henüz arkalarından kendilerine gelmemiş olanlarla müjdelenirler. Onlara korku yoktur asla üzülmeyeceklerdir diye. Allah'dan bir nimet ve lütuf var ve Allah müminlerin ecrini boşa götürmez diye müjdelenirler." (Al-i İmran, 169-171)
"Allah müminlerden, canlarını ve mallarını; karşılığı Cennet olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah'ın taahhüd ettiği gerçek bir va'd bu. Ahdine Allah'dan daha vefalı kim olabilir? Müjdeler olsun size yaptığınız bu güzel alış-verişten dolayı! Bunlar gerçekten en büyük başarıdır." (Tevbe, 111)
"Sizi biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve meyvelerden biraz eksiltme ile deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlar ki kendilerine bir musibet isabet ettiği zaman, biz Allah'ınız (O'na aidiz) Ve ancak O'na döndürüleceğiz derler. Onlara Rabb'lerinden mağfiretler ve rahmet vardır. Hidayete erenler işte onlardır." (Bakara, 155-157)
"Bir diğeri sevdiğiniz bir şey: Allah'dan bir zafer ve hemen bir fetih. Müminleri müjdele." (Saf, 13-14)
"(Cennet), müttekiler için hazırlanmıştır." (Al-i İmran, 133)
"Allah'a ve rasullerine iman edenler için hazırlanmıştır." (Hadid, 21)
"İman eden ve salih ameller işleyenler Firdevs Cennetlerinde konuklanacaklardır." (Kehf, 107)
"Mü'minler felah bulmuşlardır." (Mü'minûn, 1)
"Onlardır asıl varis olanlar. Firdevs'e varis olacaklardır. Onlar orada kalacaklardır." (Mü'minün, 10-11)

Müsned ve başkasında Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurduğu nakledilir:
"Bana indirilen bir on ayet vardır ki kim onları düzgünce yerine getirirse Cennet'e girer."
Sonra "müminler felah bulmuştur" (Mü'minün, 1-10) diyerek ilk on ayeti tamamladılar. (Ahmed, 1,34; Tirmizi, 3173, Tefsir el-Kur'an kitabının, Mü'minün süresi babı.)
Allah buyurur ki:
"Şüphesiz müslüman erkekler, müslüman kadınlar... İşte bütün onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir ecir hazırlamıştır." (Ahzab, 35)
"O tevbe edenler, kulluk yapanlar, hamdedenler, yerinde duramayanlar, rükû edenler, secde edenler, marufu emredip kötülükten sakındıranlar, Allah'ın sınırlarını koruyanlar. Sen o müzminleri müjdele." (Tevbe, 112)
"İşte o Cennet'i kullarımızdan takvâlı olanlara miras yaparız." (Meryem, 63)
"Koşun, Rabbinizden bir mağfirete ve eni gökler ve yer kadar olan, müttakiler için hazırlanmış Cennet'e yarış edin. Onlar ki sevinç ve zorluk zamanlarında infak eder, öfkelerini yutar, insanları affederler. İhsan edenleri Allah sever. Onlar ki bir çirkin iş işledikleri veya kendilerine yazık ettikleri zaman Allah'ı anar, günahları için bağış dilerler. Günahları Allah'dan başka kim bağışlar! Onlar ki yaptıklarına bile bile İsrar etmezler. Onların mükafatı Rabblerinden bir bağış ve içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan Cennetlerdir. Çalışanların ecri ne güzeldir." (Al-i İmran, 133-136)
"Ey iman edenler! Sizi acı bir azaptan kurtaracak bir ticaret bildireyim mi? Allah'a ve Rasulüne iman edeceksiniz. Allah yolunda mallarınız ve canlarınızla cihad edeceksiniz. Öyle yapmak sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz! O mü'minleri müjdele." (Saf. 10-13)
"Rabbinin makamını gözetenlere iki Cennet vardır." (Rahman, 46)
"Rabbinin makamını gözeten ve nefsi nevasından alıkoyanlar var ya, onların evi Cennet olacaktır." (Naziat, 40-41)

Bu gibi ayetler Kur'an'da çoktur. Hepsi de üç esas etrafında dönmektedir:
- İman,
- takva ve
- sünnete uygun, sırf Allah için işlenmiş amel.
Bu üç esasa sahip olanlar müjdeye ehil olacaklar diğer insanlar olmayacaktır. Kur'an ve Sünnetteki tüm müjdeler bu esaslar üzerinde durmaktadır.
Bunlar iki asılda birleşir:
- Allah'a taatte ihlas ve
- mahlukata ihsan (iyilik ve iyi davranış).
Zıddı da insanlara gösteriş yapıp, iyiliklere engel olanlar cümlesinde bir arada zikredilmiştir. O esası şöyle de özetleyebiliriz:
Rabb Tebareke ve Teala'nın sevdikleri şeylerde O'na muvafakat. Bu muvafakatin sağlanması için, zahiren ve batınen Rasulullah'ı örnek almaktan başka bir yol da yoktur.
Bu aslın ayrıntılarını oluşturan amellere gelince onlar yetmiş küsur şubedir.
En yükseği lâ ilahe illallah, en aşağısı ise yoldan eziyet verici şeyleri gidermektir. Bu iki şube arasında diğer şubeler vardır ki onlar dönüp dolaşıp, Rasul'ün haber verdiği şeyleri tasdik, vacib veya müstehab ne emrettiyse hepsinde O'na itaat esasına dayanır.
Meselâ, Rabb'in isimlerine, sıfatlarına, fiillerine ve ayetlerine, saptırmadan veya işlevsiz (etkisiz) saymadan inanmak, keyfiyet veya misil (denk) düşünmeden iman etmek gibi. Aynen Şafiî'nin dediği gibi:
"Tam kendini nitelediği gibi olan, yaratıklarının nitelediklerinden üstün olan Allah'a hamdolsun."
Sanki o bunu Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem şu sözünden almış gibidir:
"Dediği gibi olan, dediğimizden üstün olan Allah'a hamdolsun." (Tirmizi, 3520, Daavat kitabı, 88. bab. Tirmizi bu hadis, bu vecihden ğaribtir, senedi kavi değildir, der.)

Kitabın başında ehl-i sünnet ve ehl-i hadisin bu konuda icma ettikleri şeyleri Eş'arî'den naklen aktarmıştık.
Biz şimdide onların bu icmaını İmam Ahmed'in arkadaşı Harb'in ifadeleri ile anacağız.
Meşhur Mesâil'inde der ki:
"Ta Peygamber'in Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabından ta günümüze kadar ilim ehlinin, haber ve nakil ehlinin sünnet'e sarılan ehl-i sünnetin görüşleri hep bu şekildedir. Hicaz, Suriye, alimlerinden kimi gördüysem hepsi böyle düşünüyordu. Kim bu görüşlerden birine muhalefet veya ta'n eder veya onları ayıplarsa o kişi bid'atçı, ayrılıkçıdır. Cemaatten ayrılmış, sünnet metodundan ve hak yoldan kaymıştır.
Der ki: Bu, Ahmed'in, İshak b. İbrahim'in Abdullah b. Mıhled'in, Abdullah b. ez-Zübeyr el-Humeydi'nin, Said b. Mansur'un ve başka, meclislerine oturup ilim aldığımız kimselerin görüşüdür. Onlar şöyle derlerdi:
İman, hem söz, hem amel, hem niyet, hem Sünnet'e sarılmaktır, İman artar ve eksilir. Çıkanlar şek olmamak üzere diğer şeyler imandan çıkarılırlar. Bu alimler yanında geçerli bir usuldür. Kişiye mü'min misin diye sorulunca mü'minim inşaallah veya umarım mü'minim diye cevap verir ve Allah'a meleklerine, kitaplarına ve Rasullerine iman ettim der.
Kim imanın, amelsiz söz olduğunu söylerse o mürcie'dendir, kim iman sadece sözdür, ameller yollar (şerâi) dir derse o mürcie'dendir. Kim iman artar eksilmez derse mürcienin sözünü söylemiş olur. Kim istisnayı (inşaallah müminim demeyi) düşünmezse o mürciedendir. Kim imanının, Cebrailin ve meleklerin imanı gibi olduğunu söylerse o mürciedendir. Kim marifet kalbdedir, konuşulmasa bile öyledir derse o mürciedendir.
Kader, hayrı, şerri, azı, çoğu, zahiri, batını, tatlısı acısı, sevileni, sevilmeyeni, güzeli, kötüsü, başı ve sonu ile Allah Azze ve Celle'dendir. O'nun kullarına hükmettiği bir kaza ve takdiridir. Onlardan hiçbiri meşieti (iradesi)ni geçemez, kazasını aşamazlar. Aksine hepsi, Allah'ın yarattığı gayeye varıp dayanacaklar, takdirinin içine düşeceklerdir. Bu O'nun adaletidir, Rabbimizin şanı çok yücedir.
Zina, içki içmek, cana kıymak, haram mal yemek, şirk ve diğer bütün ma'siyetler de yine O'nun kazası iledir ancak, yaratıklarından hiçbirinin bunların işlenmesinde Allah'a karşı bir tutamakları yoktur. Bilakis yaratıklarına karşı sadece Allah'ın tutamağı vardır. O, yaptığından sorulmaz, onlar sorguya çekilirler.
Allah Azze ve Celle'nin ilmi, yaratıklarından meşieti ile geçerlidir. O, İblis ve sair isyankarların Allah'a isyan ettikleri ondan kıyamete kadar isyanlarını önceden bilmiş ve onları isyan için yaratmıştır. Taat ehlinin taatini de bilmiş onları da taat için yaratmıştır. Öyle olunca her şey yaratıldığı şey için çalışır, hakkında hükme varır dayanır. Onlardan hiçbiri Allah'ın kazasını ve meşietini aşamaz. O Allah, ne isterse yapandır.
Kim, Allah Sübhanehü'nün kendisine isyan eden, kibir gösterenlerin hayır ve taatlerini istediğini onların ise kendileri için şerri ve isyanı istediklerini ve kendi isteklerine uygun olarak hareket ettiklerini söylerse, kulların isteklerinin Allah'ın istediğine galip olduğunu iddia etmiş olur. Allah'a karşı bundan büyük iftira olur mu?!
Zina'nın Allah'ın kaderi ile olmadığını iddia edene deriz ki: Yani o kadının zinadan dolayı gebe kaldığını düşünürsek, acaba Allah o çocuğu yaratmayı istemiş midir, böyle bir şey olacağını önceden bilmiş midir? Eğer hayır derse, Allah ile birlikte başka bir yaratıcının bulunduğunu iddia etmiş olur. Bu ise çok büyük ve açık bir şirktir.
Kim hırsızlığın, içki içmenin haram mal yemenin Allah'ın kaza ve kaderi ile olmadığını iddia ederse, o kişi, onun başkasının rızkını yemeye kadir olduğunu (Allah'a rağmen kadir olduğunu) iddia etmiş olur. Bu da açık ve büyük bir şirktir. Mecusilerin görüşüdür. Aslında durum şudur. O kişi Allah'ın yemesini takdir ettiği rızkı yediği yönden yemiştir.
Kim, cana kıymanın Allah'ın takdiri ile olmadığını iddia ederse, ölenin eceli gelmeden öldüğünü iddia etmiş olur. Bundan daha açık küfür olur mu?
Bilakis o ölüm Allah'ın kazası iledir. Ondan bir adalettir, yaratıklarındaki bir iradesidir. Önceden onların olacağını O bilmektedir. O Allah istediğini yapan adil bir Hakk'tır. Kim ilm-i ilahiyi kabul ediyorsa kader ve iradeyi de canı isterse kabul edecektir.
Bizim esaslarımızdan biri de şu ki biz ehl-i kıblenin, işlediği bir suçtan veya düştüğü bir büyük günahtan dolayı ateşte kalacağına şehadet etmeyiz. Ancak bu konuda açık bir hadis varsa -ki var- o başka. Yine kimsenin, bir salih ameli veya yaptığı bir hayrı ile Cennet'e gireceğine de şehadet etmeyiz. Ancak bu konuda açık bir hadis varsa o başka ki böyle bir rivayet var.
Hilafette iki insan bile kalsa dünyada yine Kureyş'te olmalıdır. Hiç bir insanın bu konuda onlarla çekişmesi hakkı yoktur. Ne onlara isyan ederiz, ne de başkasının hilafetini ikrar ederiz. Kıyamete kadar böyle. Halifelerin sancağı altında kendilerini ister iyi ister günahkar olsunlar kıyamete kadar cihad etmek gerekir. Cihadı adilin adaleti, zalimin zulmü ortadan kaldırmaz.
Cuma, bayram namazları, hac, iyi, adil ve takvalı olmasalarda sultanların yanında ifa edilirler. Adil de olsalar zalim de olsalar zekatlar, sadakalar, haraç, öşür ve ganimetler onlara aittir. Allah'ın başınıza geçirdiği kimselere inkıyad edeceksiniz, onun itaatından el çekmeyeceksiniz. Onlara karşı kılıç kullanmayacaksınız. Sonunda Allah -varsa bir sıkıntı- size bir çıkış yolunu gösterecektir. Sultana karşı çıkmayın, dinleyin itaat edin, biatinizi bozmayın. Kim bunları yaparsa o bid'at-çıdır, ayrılıkçıdır, cemaatten ayrı düşmüştür. Ancak sultan sana Allah'a isyan olan birşeyi emretmişse o zaman asla ona itaat edemezsin. Fakat ona isyan bayrağı açıp, senden alacağı, hakkını da menedemezsin (meselâ cihad çağrısı yaparsa gidersin gibi).
Fitne zamanlarında kendini tutmak hürmeti vacib sürekli bir yöntemdir. Eğer bir imtihana düşersen canını ver, dinini kurtar. Ne elinle ne dilinle fitneye yardımcı olma. Dilini de elini de heva-hevesini dizginle. Ancak Allah yardım eder.
Diğer bir esasta ehl-i kıbleye karşı dilini tutmaktır. Kimseyi bir günahından dolayı tekfir etme, İslam dışı sayma. Ancak bu konuda bir hadis varsa -ki var- o başka. Öyle rivayetleri de kabul ve tasdik edersin olduğu gibi alırsın. Mesela namazı terketmeyi, içki içmeyi, vs. yi helal sayanın kafir olması gibi veya sahibini küfre ve İslamdan çıkmaya götüren bidat ortaya atmak gibi. Bundan ayrılma, aşırı gitme.
Bir gözü kör Deccal çıkacaktır, bunda hiç şek ve şüphe yoktur, o yalancıların en yalancısıdır. Kabir azabı haktır, orada kula dininden sorulur, Rabbinden, Cennet'ten ve Cehennem'den sorulur. Münker Nekir haktır, onlar kabrin imtihan edicileridir, Allah'dan sebat niyaz ederiz.
Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in havzı haktır, o, ümmetinin su içmeye geleceği bir havz'dır, oradan içecekleri kapları bulunacaktır. Sırat haktır, o, Cennet'in tam ortasına kurulur, insanlar onun üzerinden geçerler, Cennet onun ötesindedir. Mizan haktır, orada iyilik ve kötülükler Allah'ın tartılmasını istediği biçimde tartılır.
Sûr haktır, ona İsrafil üfürecektir, yaratıklar ölecektir. Sonra ikinci kez üfürecek, Rabbül alemin için, hesaba, hükmün bitirilmesi, sevab, ceza Cennet ve Cehennem'e gitmek üzere kalkacaklardır.
Levh-i mahfuz kulların amellerinden, ezeli takdire göre istinsah olunur. Kalem haktır, Allah onunla kaderleri, her şeyin kaderini yazmış onları zikirden sayıp dökmüştür.
Kıyamet günü şefaat haktır. Topluluk topluluğa şefaat eder, cehenneme gitmezler, cehenneme girip orada kaldıktan sonra şefaatle çıkanlar olur.
Diğer bir toplulukta orada ebedi kalırlar. Onlar şirk, tehzib (yalanlama), bile bile inkar ve küfür ehlidirler.
Kıyamet günü ölüm Cennet ile Cehennem arasında boğazlanır. Cennet ve içindekiler, Cehennem ve içindekiler yaratılmış şeylerdir. Her ikisini de Allah yaratmıştır. Mahlukatı da o iki yer için yaratmıştır her ikisi de fani olmaz, içindekiler de fani olmazlar. Şayet bir bidatçı veya zındık, Allah'ın "her şey helak olacaktır. O'nun vechi hariç" (Kasas, 88) ayeti ve başka müteşabih ayetleri tutamak yapar (Cennet ve Cehennemin de fani olacağını söyler) se ona deriz ki:
"Allah'ın kendisine fanilik ve helak yazdığı şeyler helak olacaktır. Cennet ile Cehennem kalmak için (baki olmak üzere) yaratılmışlar, fanilik ve helak için değil, ikisi de ahiretdendir, dünyadan değil, Ceylan gözlü huriler kıyamet kopunca veya sura üfürülünce ölmezler, ebedi ölmezler. Çünki Allah onları bakilik için yaratmıştır fanilik için değil. Onlara ölümü yazmamıştır. Kim bunun aksini söylerse bidatçıdır, doğru yoldan sapmıştır."
Allah yedi kat gök yaratmıştır biri diğeri üstünde, yedi yer yaratmıştır biri diğerinden altta. En yüksek yer ile, en yakın gök arası beşyüz yıllık yoldur. Her iki gök arası da beşyüz yıllık yoldur. Su, yedinci en yüksek göğün üzerinde, Rahman'ın Arşı suyun üstünde, Allah Azze ve Celle Arş üzere, Kürsi ise iki kademinin mevziidir. Ve O, gökler ve yerler arasındakileri, toprak altındakileri, deniz dibindekileri, her saçın, her ağacın, her ekinin, her bitkinin bitişini, her yaprağın düşüşünü, her kelimenin sayısını, kumların, çakılların, sayısını, dağların mikdarını, kulların amellerini, işlerini konuşma, ve nefeslerini bilir, her şeyi bilir bunlardan hiçbiri O'ndan gizli kalmaz. O, yedi kat gök üstündeki Arş üzerindedir, berisinde ateşten nurdan karanlıktan ve kendi bildiği şeylerden perdeler vardır.
Eğer bir bid'atçı veya ayrılıkçı Allah'ın;
"biz O'na şahdamarından daha yakınız" (Kaf, 16) ayeti ve
"üç kişi gizli konuşsa dördüncüleri O'dur, beş kişi gizli konuşsa altıncıları O'dur, bundan az veya çok olsalar, nerede olurlarsa olsunlar O onlarla beraberdir" ( Mücadele, 7) ayeti vesair Kur'an'ın müteşabih ayetleri ile kendine tutamak bulmak isterse, de ki:
"Allah bunlarla ilmini kastediyor. Allah yedi kat gök üstündeki Arş üzredir. Bütün bunları bilir. O yaratıklarından ayrıdır, ilminden hiçbir mekan hali değildir. Allah Azze ve Celle'nin bir Arş'ı, Arş'ında taşıyıcı hamelesi (taşıyanları) vardır. Allah Azze ve Celle Arş üzre istiva etmiştir, O'nun için bir sınırlama yoktur. Allah Azze ve Celle işiticidir şek yok, görendir şüphe yok, bilendir cahil değil, cömerttir cimrilik etmez, sabırlı (halim) dır acele etmez, hafîz (korur, tutar) unutmaz, yanılmaz, yakındır gaflet etmez, konuşur, bakar, genişlik verir, güler, ferahlanır, sever, hoşlanmaz, buğzeder, razi olur, gazab eder, hınç duyar rahmet eder, acır, affeder, bağışlar, verir, engeller, her gece en yakın göğe nasıl isterse öylece iner, asla O'na benzer bir şey yoktur ve O işiten ve görendir.
Kulların kalpleri Rahman'ın parmaklarından iki parmak arasındadır, onları istediği gibi çeker çevirir, ne isterse belletir. Adem'i eliyle sureti üzere yaratmıştır. Gökler ve yer kıyamet günü avucundadır, kademini ateşe kor, o da büzülür. Ateşten eliyle bir topluluk çıkarır, Cennet ehli O'nun vechine (yüzüne) bakarlar, O'nu görürler. O, onlara ikram eder, onlara görünür, kıyamet günü kullar O'na arzolunur, onları bizzat hebasa çeker, bu işi O'ndan başkası yapmaz.
Kur'an O'nun konuştuğu kelamı (sözü)'dür. Yaratılmış değildir. Kim Kur'an'ın yaratılmış olduğunu iddia ederse o kişi bir kafir cehmidir. Kim, Kur'an Allah'ın kelamıdır der susar ve yaratılmış olmadığını söylemezse bu söz öncekinden daha habistir. Kim ağzımızdan çıkanlar ve okuyuşlarımız yaratılmıştır, Kur'an ise Allah kelamıdır derse o da cehmidir. Allah Musa ile konuşmuştur. O'na Tevrat'ı elinden eline olmak üzere vermiştir ve Allah her zaman konuşucudur.
Rüya Allah'dandır, haktır. Kişi uykusunda kabus olmayan bir rüya görür, bir alime anlatır ve olduğu gibi söylerse alim de onu yorumu uygun bir asla göre yorumlar, kaydırıp göçürtmezse o zaman böyle bir rüyanın tevili (yorumu) da haktır. Aslında rüya peygamberler için bir vahiydir. Bu bakımdan rüyaları diline dolayandan daha cahil kim olabilir, rüya bir hiçtir diyenden daha cahil kim olabilir? Duydum ki bu görüşü savunan kişi ihtilamdan dolayı yıkanmayı da gerekli görmüyormuş (o da rüyada oluyor ya?)
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem den:
"Müminin rüyası, Rabbinin kuluyla konuşmasıdır" diye bir rivayet gelmiştir. (Kenz el-Ummal, XV, 376, Ubade b. Samit'ten Taberani ve ed-Dıya rivayeti.)
Yine "rüya Allah'dandır" diye bir de sözü vardır. (Buhari, XII, 369; Müslim, 2261.)
Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının hepsinin iyiliklerini anıp, aralarında patlak vermiş bir takım nahoş şeyleri dile dolamamak gerekir.
Kim Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabına veya herhangi bir tanesine söver sayarsa veya onları tenkis eder veya onlara sataşır, ayıplarını hedef alırsa o kişi bid'atçıdır, rafizi (redci)'dir, habistir ve ayrılıkçıdır. Allah ondan ne tevbe kabul eder ne fidye.
Evet onların sevgisi sünnet, onlara dua Allah'a yakınlık, onlara uymak bir vesile, onların izlerini takip fazilettir. Peygamberden sonra ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir, Ebu Bekir'den sonra Ömer Ömer'den sonra Osman, Osman'dan sonra Ali'dir. Bir topluluk Osman konusunda (Ali'den önce mi sonra mı diye) durdular. (Neyse) hepsi raşid (erişkin) hidayete ermiş halifelerdir.
Sonra Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabı, bu dördünden sonra hepsi insanların en hayırlılarıdır. Kimse onların nahoş hallerini dile dolamamalı, anmamalıdır. Onlara bir ayıp ve eksikliği ile sataşmamalıdır. Bunlar caiz olmaz. Bunları kim yaparsa sultana gereken onu te'dib etmek, cezalandırmaktır. Onu affedemez. Onu takibata tabi tutar, tevbeye davet eder. Tevbe ederse kabul edilir. Tevbe etmez tekrar tekrar böyle yaparsa ömür boyu hapse mahkum eder, ya ölür ya da döner (dönerse çıkar).
Arabın hakkına fazilet ve önceliklerine de riayet ederiz. Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem hadisi sebebiyle onları severiz, çünki onları sevmek iman, onlara buğzetmek nifaktır.
Şuûbiyye'nin (halkçıların) ve arabları sevmeyip onların fazlını tanımayan aşağı kölelerin (mevâli'nin) görüşüne de katılmayız. (Şuubiyye yani halkçılık, arabların diğerlerine üstünlüğünü reddedip onların sanını küçültmeye çalışma hareketidir. )
Kazançları ticaretleri ve yöntemince mal elde etmeyi haram sayan cahillik, hata ve ayrılıkçılık yapmış olur. Yöntemince kazanmak helaldir, onu Allah Azze ve Celle ve Rasulü helal kılmıştır. Erkek olana, kendi ve ehli ıyalı ıçin rabbinin lutfundan elde etmeye çalışmak yaraşır. Bunu, kazanmak din değildir diye terk eden ayrılıkçıdır.
Halbuki din, Allah Teala'nın kitabı, ta Rasulullah'a Sallallahu Aleyhi ve Sellem dayanmak üzere, birbirini tasdik eden tanınmış güçlü haberlerle, güvenilir kimselerden gelen haberler, sünnet ve sahih rivayetlerdir. Onun ashabı (r.a.) tabiün ve tebe-i tabiin ve sonraki imamların gönüllerine dayanan rivayetler de öyledir. Çünki bunlar, Sünnet'e sarılan, nakillere bağlı, kimselerdir. Ne bir bid'atle tanınmışlar ne bir yalan söylemişler ne ayrılıkçı olmuşlardır. (Harb isimli zat sözlerini şöyle devam ettirir):
İşte ehli sünnet ve cemaatin, haber ve nakil ehlinin, bizim yetiştiğimiz ilim ehlinin, kendilerinden hadis aldığımız, sünnetleri öğrendiğimiz bu zatların -ki onlar sadakat, emanet ehli güvenilir tanınır imamlardır-görüşleri naklettiğim o sözlerde kendini bulmaktadır. Binaenaleyh tüm bu zatların, görüşleri alınır, kendilerine uyulur. Onlar bidat, ayrılıkçılık ve karıştırıcılık yanlısı değildirler. Görüşleri, önceki imamların görüşleri idi, onlar da o öncekilere tutundular, onların görüşlerini öğrenip öğrettiler."

Ben derim ki:
Sözlerini naklettiğimiz Harb isimli bu zat, Ahmed ve İshak'ın ashabındandır. O'nun ikisinden naklettiği değerli meseleler vardır. Said b. Mansur, Abdullah b. ez-Zübeyr el-Humeydi ve bu tabakadan ilim almıştır. Bu görüşleri ve ittifaklarını onlardan nakletmiştir. Onlardan nakledilen kat kat fazla nakilleri inceleyen kişi, hepsini, Harb'in bu sözlerine uygun bulur. O görüşleri arayıp bulsak bu kitaptan defalarca büyük bir tomar elde ederdik.
Ben sırf, Rabb Teala'nın mahlukatı karşısında uluvvü ve Arş'a istivası konusunda orta boy bir cilt meydana getirdim. İşte o cennet müjdesini sözleri, amel ve itikatları ile haketmiş olanların mezheb ve görüşü budur.
Başarı ancak Allah iledir.