Nezaket: Zarafet, kaba olmamak, muaşeret usulu hususunda kavlen veya filen gösterilen latif, nazik, edîbâne muamele manalarına gelir.
Nezâket ve zarâfet insan ruhunda bulunan güzel hislerin hariçteki tezâhürüdür ki muhatapların kalbine (az-çok) mutlaka te’sir ve nüfûz eder. En katı yürekli insanlar bile nezaketten müteessir olurlar. Nitekim Mevlamız Musa ve Harun (Aleyhimesselama) şöyle buyurur.
اذهبا الي فرعون وقولا له قولا لينا لعله يتذكر أو يخشي
“Gidin o Firavn’a ve O’na yumuşak (tatlı, nazik) söyleyin. Umulur ki, düşünür, (anlar) veya (Allah’tan) korkar.”
Nezaketin tesîri içten ve samîmi olmasına bağlıdır. Sun’î ve gösteriş için yapılan nezâket, sun’î çiçeklerden daha tarâvetsizdir. Nezâketsiz kimselerle konuşmak ise dayak yemek kadar ruha ızdırab verir.
İnsanlara müsbet manada tesir ve onları iyiliklere tevcih vazifesi ile mükellef olan hocaların nezâketli ve zarif olmaları îcabeder. Kaba ve haşin bir kimse çok güzel şeyler de anlatsa kendisini dinletemez. Anlattıkları insanlarda müsbet tesir yapmaz. Etrafındakiler dağılır, gider.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde Peygamberimize hitâben şöyle buyurur:
ولو كنت فظاً غليظ القلب لانفضوا من حولك
“(Habibim) Sen katı kalpli, haşin (bir kimse) olsaydın senin etrafından dağılıp giderlerdi.”
Hocalar gerek insanlara, gerekse talebelere karşı hem fiil hem de kavilleri ile son derece nezaketli davranmalı, muhatabına kıymet vermelidir. Peygamberimiz-kim olursa olsun- birisiyle konuşurken ona yüzünü döner, konuşanın sözünü kesmeyip sonuna kadar dinlerdi. Hatem-i Tayy’ın oğlu Adiy gelince altına minder koydurmuş, bu nezâketten müteessir olan Adiyy müslüman olmuştu.
Peygamberimizin varisi olan Hz. Üstazımız da nezâket hususunda bizim için tam bir numûnedir. “Ben, sen” kelimeleri yerine “biz, siz” kelimelerini kullanır, müsâfirlerine son derece nazik davranırdı. Valide Sultanımızdan bile bir şey isteyeceğinde, emir sîgası ile değil, ihbar sîgasi ile söylerdi. O insanlarla muâşeret bakımından tam bir “İstanbul Beyefendisi” idi. Derse geç kalan bir kişi bile olsa onu bekler, darılmaz sadece-bir kelimeyle- “Hep seni bekledik”, buyururlardı.