Tevazu lügaten, tezellül ve tehaşu, alçakgönüllülük ve kibirsizlik, müstehak olduğu mertebenin dûnuna tefazzulan razı olarak o veçhile muamelede bulunmak manalarına gelir.
Tevazu istilâhan, Kendinden küçük olanları hakir görmemek ve akranları arasında kendine büyük süsü vermemek, herkesle görüşüp konuşmaktır. Vakar dediğimiz de mevki ve haysiyetinin icabatını korumaktır. Bir insan mütevazi olmakla başkalarının sevgisini, vakarlı olmakla da hürmet ve saygısını kazanır. Onun içindir ki bu yüksek ahlak ve fazilet ile muttasıf olanlar çok sevilir ve sayılırlar. Binaenaleyh kişi ne yalnız mütevazi ne de yalnız vakur olmayıp, her ikisini birden bulundurmalıdır. Yani alçak gönüllülüğü miskinliğe, vakarlılığı da kibir ve azamete vardırmamalıdır. Çünkü bunların ikisi de mezmüm ve kötü huylardandır.
Tevazu ile alakalı olarak Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyuruyor:
وعباد الرحمن الذين يمشون على الأرض هوناً….. الآية))
Rahman’ın Kulları öyle kimselerdir ki; gidişleri, arz üzerinde yürüyüşleri ve tarz-ı hareketleri mülayimanedir. Cebbarane, mağrurane, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil, sekinet ve vakar ile mütevazıane, edibane, nazik ve yumuşak yürürler.
Onlar övünme, sevinç, riya ve kibirlenme ile değil de sükünet ve tevazu ile yürürler. Çünkü onlar, Cenab-ı Hakk’ın azamet ve heybetini bildiler, büyüklüğüne ve celaline şahid oldular da ruhları, nefisleri ve bedenleri huzu’ ve huşu buldu.
Rasülüllah Efendimiz de tevazu hakkında şöyle buyurmuşlardır:
من تواضع لله رفعه الله
Kim Allah için (Allah rızası için) tevazu yaparsa Allah da onu yükseltir.
İşte, insan sırf Allah rızası için nefsini ayaklar altına alarak kendini hiç yokmuş gibi sayarsa, Allah-ü Zülcelal de onun bu halinden memnun olup onu insanlar nezdinde yükseltir, insanlar arasında sevilen ve hürmet duyulan kimse kılar.
Mazharı feyz olamaz düşmiyecek hâke nebat
Mütevazi olanı rahmeti rahman büyütür
Daha önce de ifade edildiği gibi insanın, akranlarına karşı ve kendinden küçüklere karşı mütevazi olması lazımdır. Akranı derken kendi yaşıtları anlaşıldığı gibi hizmet hayatındaki mesai arkadaşları da anlaşılır. Küçükler derken yaş itibarı ile küçükler anlaşıldığı gibi rütbe cihetinden küçükler de anlaşılır. Yani bir âmir maıyyetindekilere bir işin yapılmasını söylerken emretmek yerine rica ederek söylese daha mütevazıâne olur. Emri alan kişi de o işi yapmaya daha meyilli olur.
Yine Rasülüllah Efendimiz, tevazu sahibi müminleri şöyle anlatıyor:
(المؤمنون هينون لينون كالجمل الأنف إن قيد ، إنقاد. ,إذا أنيخ على صخرة إستناخ)
“Müminler burnuna halka takılı deve gibi yumuşak huylu ve vakarlıdırlar. Bağlanılsa hemen bağlanır. Kaya üzerine çök denilse hemen çöker.”
Taberani’nin İbn-i Abbas (R.Anhüma)’dan rivayetine göre: “Peygamberimiz(S.A.V.) , yere oturur, yerde yemeğini yer, koyun sağar, kölenin arpa ekmeği( yeme) davetine icabet ederdi.”
Beyhaki’nin İbn-i Mesud (R.A.)’dan rivayetine göre:
Mekke’nin fethedildiği gün adamın biri Rasülüllah’ın (S.A.V.) huzuruna çıktı. O arada adamı bir titreme tuttu . Rasülüllah(S.A.V.):
(هون عليك فإنى لست بملك. إنما أنا ابن امرأة من قريش تأكل القديد)
“Serbest dur sıkılma! Ben hükümdar değilim, ben Kureyş Kabilesi’nden kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.”, buyurdu.
Hz. Ebu Bekir Efendimiz halifeliği sırasında kendisinden koyunlarını sağmasını isteyen komşularının koyunlarını sağıvermiştir.
İbn-i Asakir Eslem (R.A.)’den rivayet ediyor:
“Hz Ömer Şam’a deve ile gelmişti. Şam halkı Hz Ömer’in deveye binişini yadırgadılar. Hz Ömer: “Gözleri, ahiretten nasipsiz kimselerin bineklerini görmeye alışmış” , buyurdu.”
Abdullah Er-Rumi’den rivayet edildiğine göre:
Osman (R.A.) geceleri abdest suyunu bizzat kendisi hazırlardı.
“Hizmetçilerine emretsen her halde hazırlarlar.” denildiğinde:
“Hayır geceler onların istirahat anlarıdır.”, buyurmuşlardır.
Hz Ali Efendimiz bazen elinde bazen de eteğinde yiyecek eşyası taşır ve “Çoluk çocuğuna yiyecek taşımak, insanın kemâline noksanlık getirmez.” buyururlardı.
Tevazu yukarıda geçen hadisi şerifden de anlaşılacağı gibi sırf Allah rızası için yapılmalıdır. Başkalarının gözüne girmek, dikkatleri üzerine çekmek ve insanlar “ Ne kadar mütevazi” desinler diye yapılmamalıdır. Ve yine tevazu, zengine zenginliğinden, makam ve mevki sahibi kişilere, işgal ettikleri makam ve mevkiden dolayı olmamalıdır. Zira bu hareketlerin insanın dinine zarar vereceğini Rasülüllah Efendimiz şu hadis-i şerifi ile beyan etmiştir:
(من تواضع الغني لغناه ذهب ثلثا دينه)
“Kim zengine zengin olduğu için tevazu gösterirse dininin üçte ikisi gitmiştir.”
Şeyh Ebu Ali Rüdbâri Hazretleri bu hadis-i şerifin izahında şöyle buyurmuşlardır:
“Çünkü kişi üç şey iledir. Kalbi, lisanı ve bedeni. Tevazu ettiği zaman lisan ve bedeni ile tevazu eder ve dininin üçte ikisi gitmiştir. Tevazu ettiği kişiye kalbi ile de itikad (tevazu) ederse dininin hepsi gider.”
İmam-ı Rabbani Hazretleri’de kendisine tevazu dolu ifadelerle mektup gönderen Han-ı Hanan’a yazdığı mektubunda:
بحكم من تواضع لله رفعه الله موجبا للرفعة الدينية والدنيوية) (نرجو أن يكون هذا
“Göstermiş olduğunuz bu tenezzül ve tevazu, “Kim Allah Rızası için tevazu ederse Allah’da onu yükseltir.”, hadis-i şerifinin hükmü ile dini ve dünyevi yükselişlere (ali makamlara) vesile olmasını ümid ederiz.”, buyurmuşlardır.
Yine tevazuun müslüman kimseye lüzum ve ehemmiyeti üzerine tenbih için İmam-ı Rabbani Hazretleri:
معرفة الله سبحانه حرام على من يرى نفسه أفضل من كفار الإفرنج))
“Kendisini Frenk Kafirleri’nden daha faziletli gören kimseye Cenab-ı Hakk’ı tanımak bilmek haramdır.”, buyurmuşlardır.
Hz Üstazımız Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretlerinin tevazuu, şöyle anlatılmaktadır:
Birgün sohbetleri esnasında:
“Bu dinin garib anlarında hizmet gören, saltanatını sürmeden ölmez. Benim kardeşlerim fukara olmayacak.”, buyurmuşlardır.
Talebe ve bendesine (kendisine bağlı olanlara) “evlatlarım” dahi demeyip “kardeşlerim” buyurmaktaki tevazu derecesine dikkat etmeli.
Yine Evliyâullah’dan bazısı tevazu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Eller yahşi, biz yaman;Eller buğday, biz saman.”