Hoca: Etrafındaki insanlara numune-i imtisal olup, Hz. Allah’ın dinine ve kullarına hizmet gayesi ile iki cihanda mes’ud olacak iyi insan-kamil insan yetiştirme gayretinde olan kişidir.
Talebe: Hz. Allah’ın rızasına ulaşmak, ebedî hayatı elde etmek, nefisten cehaleti gidermek, dünya ve ahiret hayatını ihya etmek için, maddi-manevi ilimleri talep eden kişidir.
Din-i Celîl-i İslamın ve ulum-u şer’iyyenin yeni nesillere sıhhatli ve kamil bir şekilde intikâli, ancak sıhhatli bir hoca-talebe münasebeti ile yapılacak talim ve terbiye ile mümkündür. Talim ve terbiyede bu münasebet asıldır. Mesela, bir kimse kitaplar okuyup tetebbu yaparak, kasetten veya ağızdan va’z-u nasîhat dinleyerek veya kendi tecrûbe ve müşâhedeleri ile birşeyler öğrenebilir. Ancak bunların hiçbiri hoca-talebe münasebeti ile elde edilen ilim ve terbiye kadar kamil ve sahih olmaz. Hatta,
“şeyhi olamayanın şeyhi şaytandır”,
sözünde ifade edildiği gibi sahih bir hocanın talim ve terbiyesine girmeyen kimseyi, nefis ve şeytan kolaylıkla idlâl edip ona, kötüyü iyi, iyiyi de kötü gösterebilir.
Nisbet-i sahîha ile Rasülüllah’a vasıl olan şu yüce yolda, hoca ve talebe olmuş nasibli insanların kamil bir ifade ve istifadeye nail olabilmeleri için dikkat etmeleri îcabeden hususlar vardır. Mücerret hoca ve talebe olmak neticeye vusul için kâfî değildir. Nitekim nice hoca ve talebeler, hoca ve talebeliğin îcaplarına riayet etmedikleri için istenen neticeye vasıl olamamışlardır. İmam-ı Rabbanî hazretleri Mebde’ ve Meâd risalesinde şöyle buyurur:
Biz Üstazımızın mülazemetinde, (husûsî hizmetinde) dört kişiydik ki, insanlar nazarında biz, ihvan arasında seçilmiş kimselerdik. Ve her birimizin, hocamız hakkında kendimize göre bir inancımız ve hususî bir muamelemiz vardı. Bu fakîr yakînen şunu biliyordu ki, Peygamberimiz (S.A.V)’in zamanından sonra (hocamızla aramızda vakî) böyle bir sohbet ve ictima, irşad ve terbiye asla mevcud olmamıştır. Bu büyük nimetten dolayı Allah’a gücümün yettiği kadar şükrediyordum. Her ne kadar “Hayru’l-Beşer” (S.A.V)’in sohbeti ile müşerref olamasam da, bu sohbetin saadetinden mahrum olmamıştım. Hz. Şeyhimiz, diğer üç kimse hakkında şöyle buyurdu: “Falan kimse bizi sahib-i tekmil görür, ama sahib-i irşad görmez. –Ona göre irşad mertebesi, tekmil mertebesinin fevkında- Falan kimsenin bizimle bir (alaka ve ) meşguliyeti yoktur.” Diğer kimse (üçüncü) hakkında şöyle buyurdu: “Onun bizim hakkımızda inkârı vardır.”
Her birimiz, itikadımıza göre nasîbe nâil olduk…
Görülüyor ki; sıradan talebeler şöyle dursun, seçkin talebeler dahi hoca-talebe münasebetinin âdab ve şerâitinden birine –ki hocası hakkında hüsn-ü zan sahibi olmak- riayet etmemekle, netice-i kamileden mahrum olmaktadır. Halbûki talebeye düşen, hocasının kendisi için en iyi hoca olduğuna inanmak ve onda bir kusur görse bile, o kusuru kendi görüşüne atfetmektir.
Hoca talebe münasebetleri denince, sadece hocanın dersini verip, talebeyi kendi haline bırakması anlaşılmamalıdır. Verdiği dersin talebenin hayatında ne derece tatbik edildiğinin takibi de mühim bir husustur. Diğer bir ifade ile hoca-talebe münasebetinde, hoca talebeye ilim öğretir, o ilmin nasıl tatbik edildiğini kendisi yaparak gösterir, talebenin onu yapmasını ve ona alışmasını temin eder. Mesela, namazı öğretir, kılarak gösterir, talebenin de doğru ve devamlı bir şekilde kılmasını temine çalışır.
Hoca-talebe münasebetlerinde muhabbetin mühim bir yeri vardır. Karşılıklı cereyan eden muhabbetle, hocadan talebeye ulum ve meârif akarken, talebeden hocaya hürmet, minnet ve sadakat zuhur eder. Allah için beslenen bu muhabbetle hoca talebesini öz evladından daha yakın hisseder. En büyük sevinci talebesinin terakkisi, en büyük üzüntüsü de onun zâyi’ olmasıdır. Talebe de âdetâ hocasında fânî olarak her hususta onun gibi olmaya çalışır. Oturuşu-kalkışı, konuşması-susması, yürümesi-durması kısacası herşeyi hocasının tab-ı aynı (fotokopisi) olur. Hocası kendisinden memnun olunca, dünyalar onun olur; hocası üzülünce, yeryüzü ona dar gelir. Sabînin annesini aradığı gibi hocasını özler ve arar.
İşte ifade ve istifadede bu muhabbetten daha müessir bir şey yoktur, denilebilir. Yurtlarımızdaki muvaffakıyyetin büyük ölçüde sırrı, mevhibe-i İlâhiyye olan bu muhabbettir. Bu sebeple hoca-talebe münasebetlerinde muhabbetin husul ve devamına gayret göstermek, muhabbete münâfî hal ve hareketlerden de şidditle ihtiraz etmek îcabeder. Zira muhabbet zedelendiği zaman irtibat kesilir. Hocalık ve talebelik şekilde kalır. Talebenin hocasına kalbî soğukluğu ve îtirazı nifak, alenî îtirazı ise isyan olur ki, her ikisi de felâkettir. Bir yurtta talebeler bir araya gelip, hocaları aleyhinde konuşabiliyor, onlar hakkında kötü şeyler söyleyebiliyorlarsa, bu büyük bir tehlikenin habercisi demektir. Vazifeliler bir araya gelip derhal durumu mütalaa etmeli ve çare aramalıdır.
İşte, hizmetlerimizin bel kemiğini teşkil eden hoca-talebe münasebetlerini en sıhhatli ve ahenkli bir şekilde devam ettirebilmek için hoca ve talebelerde bulunması îcab eden vasıflar mufassal bir şekilde zikredilecektir.