ŞEHİTLERİN HAYATI
Hayat ve ölüm denilince genellikle hemen akla gelen ruhtur. Çünkü insana hayat veren, canlılığını koruyan şe*yin ruh olduğuna inanıldığı gibi, ölümün de ruhun be*denden ayrılması neticesinde oluştuğuna inanılmaktadır. Onun için biz de konuya kısaca ruha değinerek başlamak istiyoruz.
RUH
Kültürel antropolojinin verilerine göre, bütün insan topluluklarında ruha ve ruhun kaynağına dair, ilkel ya da az çok ilmî bir kanaat bulunmaktadır. Mitolojiler, en ka*ranlık görünen zamanlarda bile insanların, ruh mesele*siyle oldukça il*gi*lendiklerine şehadet etmektedir. Bu gün de sosyal yapıları ilkel olan toplumlar arasında ruh hak*kında, muğlak ve müphem olsa da, bazı düşünceler bu*lunduğu müşahede edilmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki insan, kendi varlığını idrak ettiği gün*den beri, ruhun kaynağı ve niteliğini öğrenmeğe ça*lışmış, tarihin derinliklerine gömülen çağlardan beri bu muammaların çözümü için didinmiş durmuştur. İnsan nedir? Bu mücadele alanına nereden gelmiştir? Evrenin realiteleri arasında geçici bir varlık gösterdikten sonra ne*reye gitmektedir? Hayatın kaynağı nedir? vs. Bir çok in*san dü*şün*meye başladığından beri kendine bu soruları sormuş, ce*vap bulabilmek için derin düşüncelere, acı ve tatlı hayallere dalmaktan kendini alamamıştır.
İnsanın yeryüzünde geçici bir süre yaşadıktan sonra gü*nün birinde ölüm denilen bir olay ile tarih sahnesinden çekil*mesi, ne büyük bir değişimdir! Ceset, önceki durum ve görü*nümünü koruduğu halde, duygu, hareket ve akletme gibi canlılık belirtilerinin birden bire ortadan kaybolması ve bir süre sonra cesedin de çürüyüp toprağa karışması kadar deh*şet ve hayret verici başka bir olay olur mu? Sürekli bu gibi değişimlerin sahibi olan insanla*rın, ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, derin derin düşün*memeleri mümkün müdür? Acaba cesedi bu değişime (ölüm) uğrayan insan, çürüyen ağaç, kuruyan ot gibi ebediyen yok mu oluyor? Yoksa ceset toprağa dönüş*mekle beraber, geriye baki bir şey kalıyor mu? Canlılık durumunda bir çiçekten, bir ağaçtan hatta bir hay*vandan tamamen farklı davranışlar ortaya koyan, kendi benliğin*den başka diğer varlıkları da idrak edebilen insanın, ölüm denilen geçitten geçer geçmez bir hiç olacağını zi*hinler, bir türlü kabul edememiş olmalı ki, neticede, insanda be*denden ayrı bir varlık olacağı kanaatı ortaya çıkmıştır. Bu düşüncenin ortaya çıkmasında, rüya denilen esraren*giz olayların yanı sıra, bayılma, felç, vecd, istiğrak vb. hallerin de rolü olduğu muhakkaktır.
Bu sebeplere dinî metin ve bilgileri de eklemek gerekir kana*atindeyiz. Çünkü, tarihin kaydettiği ilk günlerden bu ya*na, insanlar arsında seçkin bazı kimselerin, insan üstü bir güç*ten bilgi aldıklarını söyledikleri ve bu bilgiler doğ*rul*tu*sunda cemiyete yön verip, değişik konularda görüş belir*t*tik*leri bilinmektedir. Bunlar peygamberler ve diğer bazı seçkin kimselerdir. Verdikleri bilgiler arsında ilk sı*ralarda yer alan konulardan birisi, şüphesiz, "ölümden sonra tekrar dirilmek ve ebedî bir hayat sürmek" şeklinde de özetlenebilecek, ahi*ret hayatı fikridir. Buna göre söz konusu hayatta kişiler, dün*yadaki benliklerini, bedenden ayrı olup çürümeyecek ve yok olmayacak bir unsurla sür*düreceklerdir. İşte bu varlığa ruh adı verilmektedir.
Şurası muhakkaktır ki, insanlar, her devirde ya bizzat düşünerek ya da hayal gücü ile ruh hakkında az çok bir fikir edinmişlerdir. İnsanlar varlığını sezdikleri bu ruhu, soluğun aynısı saymışlardır. Son nefesin alınmasından sonra ölüm olayının gerçekleşmesi, bu kanıyı doğuran sebep olmalıdır. Onun için hemen her dilde ruha verilen isim, etimolojik olarak hava, rüzgar, soluk, vb. anlamlara gelmektedir.[218]
Hangi yol ve isimle olursa olsun, insanlar, ruhun varlı*ğını kabullendikten sonra, artık bunun ne olduğu hak*kında değişik düşünceler üretmeleri kaçınılmazdı. Nitekim neticede ruh hakkında değişik teoriler ortaya çıktı. Bu konuyla en çok ilgilenenlerin filozoflar olması gayet nor*maldir. Çünkü ruh, felsefenin incelediği konuların ba*şında gelir. Çoğunluğunu filozofların ortaya attıkları bu teorilere, kısaca değinmek istiyoruz.