Huzura engel !
Kelam ve felsefî delillerle uğraşmak, dînî meseleleri kabullenmek için her şeyde delil aramak, soru sormak da huzuru tahsil etmeye engeldir.
Bazı insanlar kurtuluşu bunda arıyorlar. İnsan ne kadar âlim olsa şeytan ondan daha âlimdir. Aklıyla tesbit ettiği bir ilmî meseleyi delille isbatlarken diğer taraftan şeytan aleyhilla’ne veyahud şeytan mesabesinde olan zalimler, hayalini istila eder; ve daha kuvvetli delili gösterir. Artık delilden delile, meseleden meseleye naklolunmakla yerinde sayarak terakki etmez olur. Aciz kaldığı vakitte öfkelenir yahud tembelleşir, büsbütün ibadeti bırakır. Yahud da ma’siyete dalar; Allah korusun, imanını dahi kaybeder.
Binaenaleyh bunun tedavisi, mürebbîsinin emrini yerine getirmekten başka bütün telkinleri sarf-ı nazar etmektir. Sarf-ı nazar ederek mürebbîsinin emrlerini yerine getirirse maksadına kavuşur.
Hatta Nakşibendî sâdatlarından Hâce-i Ahrar kuddise sırruh-ul-azîz’e halini şikayet eden bir sâlikin, ağlayarak:
“Efendim, her ne kadar ilmî delilleri topladımsa da bir türlü Tevhîde inancım gerçekleşmedi, bu yüzden zikir ve ibadetime devam edemediğim gibi iman üzerinde de sebat edemiyorum. Acaba şakî mi yaratıldım ki başımda bu bela devam eder.“ demesi üzerine, Hâce-i Ahrar kuddise sırruh-ul-ethar:
“Eğer küfür kazadan gelirse küfür olmaz. Halinle birlikte sen zikrine devam et, vazifeleri bırakma. Çünkü senin vazifen kendini şakî veya saîd kılman değildir. Bu vazife Rabb’inin vazifesidir; vazifesine karışma. Senin vazifen kulluğunu izhar etmendir.“ demiş, bunun üzerine o zat devam etmiş, bilahare Hâce-i Ahrar’dan hilafet de almıştır.
Bütün engelleri terk etmek şartıyla mürebbîsinin tarifi üzerine zikredip de huzura kavuşmamak imkansızdır.
İnsan bilmelidir ki, her şey ondan ayrılır, zikri müstesna;
her şey onu âlî huzurdan uzaklaştırır, mürşidi müstesna.