İnsan Hırsına Düşkündür
Meariç Suresi (sure 70) sf:567 44 Ayet
Bismillahirrahmanirrahim
19.Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız yaratılmıştır.
20.Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder.
21.Ona imkan verildiğinde ise pinti kesilir.
KURAN-I KERİM VE AÇIKLAMALI MEALİ SF:568
Hak Dini Kur'an Dili Cilt: 8 Sure:70 Meariç Suresi
Ayet Sayısı:44 SF:329-344
19. Doğrusu insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır.
20. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır.
21. Kendisine hayır dokundu mu cimrilik eder.
22. Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır.
23. Onlar ki namazlarını sürekli kılarlar.
24. Onların mallarında belli bir hak vardır.
25. İsteyen için ve istemekten utanan yoksul için.
26. Onlar ki ceza gününü tasdik ederler.
27. Rablerinin azabından korkarlar.
28. Çünki Rablerinin azabına güven olmaz.
29. Onlar ki ırzlarını korurlar.
30. Ancak zevcelerine ve cariyelerine karşı hariç. Çünkü onlara karşı
yaklaştıklarında kınanmazlar.
31. Bundan ötesini isteyenler, işte onlar haddi aşanlardır.
32. Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.
33. Şahitlikerinde dürüsttürler.
34. Namazlarına devam ederler.
35. İşte bunlar cennetlerde ağırlanır.
Helu, esasında bir çabukluk manası bulunan, bir taraftan tahammül
süzlük, mızıkçılık; bir taraftan da siddetve hırs gibi farklı kavram
arasında bir huysuzluk ifade eden, manası tam açık olmayan bir
vasıftır ki, şu iki ayet ile izahı yapılmıştır. Kendisine kötülük dokun
duğu zaman çok sızlanır. Kendisine mesela bir ağrı, bir sıkıntı,bir
yoksulluk , hastalık gibi bir acı dokundu mu kıvranır, sızlanır, feryat
eder, dayanamaz, başkalarından medet bekler. Yine kendisine bir hayır do
kunduğu zaman da kıskanır. Mesela bir servete, bir sıhhate, bir makama
kondu mu hırsından, kıskançlığından kimseye birşey vermek istemez, ağla
dığı günü derhal unutur. Başı ağrıdığı zaman, herşeyden ümit bekleyen o
mızmız adam; bu kez kuvvet bulunca kimseye bir lokma vermemek, hayra
engel olmak için sımsıkı bir afacan kesilir. Hakka ve hayra sırtını
çevirir. Eline geçeni toplayıp yığmaya, saklamaya çalışır. O'nun için de
o salgın ateş onu çağırır.
Ancak namaz kılan o müminler; o huydan, o ahlaksızlıktan, o azap
tan, o kötü sonuçtan istisna edilmişlerdir. Onlar aşağıdaki gibi güzel
huylarla nitelenmiş olup, cennetlerde ikram göreceklerdir. O huylardan:
Birincisi: Namazlarına devamlıdırlar. Sadece ''onun farz olduğuna inan
dım'' , demekle kalmayıp Allah'ın emrettiği, Peygamber'in öğrettiği şekilde
bilinen namazlarını terk etmeksizin devamlı kılmayı da huy edinmişler
dir. Allah'ı ve emirlerini unutmazlar.
İkincisi: Mallarında (sade nasıl isterse öyle verecekleri nafile bir yar
dım değil, malına göre) belirli oranda bili nen bir hak, yerine geti
rilmesi farz bir Allah borcu olmak üzere bir vergi vardır. Buna inanıp
da, dilenen ihtiyaç sahiplerine ve dilenmeyi gururlarına yediremedikleri
için dilenmediklerinden dolayı zengin zannedilen fakat hiçbir kazançları
bulunmayan yoksullara o hakkı seve seve iyi niyetle bizzat veya vekil
leri vasıtasıyla verirler. (bilgi için Zariyat Suresi , 51/19 tefsirine
bakınız.)
Üçüncüsü: Din gününün ( iyi veya kötü amellerinin cezasının verileceği
haşır, neşir ve hesap gününü ) tasdik ederler. İmanlarında doğru olduklarını
gösterirler. Yani hakkı ve hukuku tanıyıp ahirette verilecek sevaba iman
ederek bedenle ve malla ilgili ibadetleri yapmak için çalışırlar, nefisle
rini zahmete koşar, ceza gününe inandıklarını böyle bizzat yaptıkları
işlerle kanıtlarlar. Burada ahiret gününü tasdikten maksadın sadece kalp
veya dil ile yapılan ve teoride kalan bir tasdikten ibaret kalmayıp
bizzat yaparak kanıtlamak manasına olduğu, bu tasdikin namaz ve zekattan
sonra ameli ibadetler arasında sayılmasından ve bunun onlardaki ihlas ile
samimiyet anlatılırken söylenmiş olmasından anlaşılır.
Dördüncüsü: Rablerinin azabından korku üzere bulunurlar, kendilerine acıya
rak azaptan korku ve sakınma üzere bulunurlar. Görevlerinde, yapmaları
gereken işlerde kusur etmiş veya yasak olan birşeye atılmış bulunmak ve
Hakka layık işler yapamamış olmak endişesiyle korkar dururlar. Güzel
güzel işler yapmakla beraber çalıştıkları, yaptıkları işlere güvenmezler,
sonunda varıp kavuşacakları Allah'a karşı onları büyük bir şey yapmış gibi
saymayıp küçük görürler. O'nun huzuruna çıkacakarını düşünerek; '' Rableri
nin huzuruna döneceklerinden kalpleri çarparak, zekatlarını verenler....''
(Müminun, 23/60) övgüsü üzerine kalpleri titreye titreye çalışırlar. Çünkü
Rablerinin azabından emin olunamaz. Aman verilmiş, kendisinden güvence
alınmış değildir. Zira insan için bu dünyada herşeyi çözümlemiş, bütün
görevlerini yerine getirmiş ve sakınılması gereken herşeyden sakınmış bulun
duğunu iddia mümkün olmadığı gibi, kaderin sırrı da bilinmemektedir. İnsan
ın bugüne kadar hiç kusur işlememiş olduğu varsayılsa bile yarın nasıl
bir durum kazanacağını Allah'tan başkası bilmez.
Beşincisi: Irzlarını, apışlarını korurlar, kimseye açmazlar. Ancak hanım
larına ve ellerinin kazandığı,mülkleri altındaki cariyelerine başka. Çünkü
onlara karşı kınanmazlar.Falancanın üç dört zevcesi var, mülkü altında şu
kadar cariye var diye övülmeleri gerekmezse de, kınanmazlar ve yerilmezler.
Kimsenin onları edebe, hukuka ve şeriata aykırı davranıyor görerek kına
maya ve yermeye hakkı yoktur. Zira hanımları nikah akdi, cariyeleri de on
ların mülkü olmalarıyla kendilerine helal olmuşlardır. Fakat ondan ötesini
isteyenler, nikahlı eşlerinin ve mülkleri altında bulunan cariyelerin dışın da
zevk aracı arayan, ırzlarını korumayan, harama açılan, gayrı meşru
ilişkide bulunanve fuhuş yapan kişi, gerek erkek, gerek hanım, işte on
lar haddi aşan, sınır tanımaz kişilerdir. Onlar her türlü kınama ve yerme
ye, yasaklama ve engellemeye layıktırlar.
Altıncısı: Onlar emanetlerine ve verdikleri sözlere uyarlar. Kendi
lerine emanet edilen söz, hal, fiil, mal, Allah haklarına ve kul
haklarına; Allah'a ve kularına, aileleri ne, çoluk - çocuklarına, mülkleri
altında bulunanlara, komşularına, yabancılara ve yakınlarına vermiş olduk
ları ahit ve sözlere uyarak onları tutarlar, bozmaktan sakınırlar.
Şeriatın bütün hakları birer emanet olduğu gibi, yüce Allah'ın kullarına
vermiş olduğu uzuv, mal, çoluk- çocuk , makam ve diğer nimetlerin hepsi de
emanettir. Onları kullanılması gereken yerin dışında kullananlar emanete
hainlik etmiş olurlar. Buhari ve Müslim'de İbnü Ömer'den rivayet edildiği
üzere dört huy kendisinde bulunan katıksız münafık olur. Kendisinde bu
dört huydan birisi bulunan da münafıklıktan bir huy, bir alamet bulunmuş
olur. ''Emanet verildiği zaman hainlik eden, söz söylediği zaman yalan
söyleyen, söz verdiği sözünde durmayan, düşmanlığa kalkıştığı zaman
da edepsizlik eden, yalan ve iftira ile edepsizliğe sapan.'' (1)
Beyhaki'nin ''Şuab-ı İman''da Hz. Enes'ten rivayet ettiği bir hadise
göre;Peygamberimiz (s.a.v.) bir hutbesinde şöyle buyumuştur: ''Haberiniz ol
sun ki, emaneti olmayan kimsenin imanı yoktur. Ahdi olmayanın da dini yok
tur.''
1. Buhari, İman, 24; Mezalim, 17; Cizye, 17; Müslim, İman, 106; Tirmizi,
İman, 14; Nesai, İman, 20; Ahmed b. Hanbel, II , 189, 198, 200.
2. Ahmed b. Hanbel, III , 135,154, 210, 251.
Yedincisi: Şahitliklerinde dürüsttirler. Doğru, dürüst, adaletle şahitlik
yaparlar, şahit oldukları şeyin hiçbir noktasını gizlemeden, eğip bükmeden
dosdoğru şahitlik ederler. Bu özellik, emanet kavramı kapsamına girmekle
beraber , önemini açıklamak için özellikle zikredilmiştir.
Sekizincisi: Namazlarını koruyucu olurlar. Ta başta namaza devam söylenil
dikten sonra , sonunda da namazın korunmasının ayrıca söylenmesi hakkın
da tefsirciler şöyle demişlerdir: Namaz vakitleri açısından, namazın hiç
bir vakit terkedilmemesi için, ' namazlarına devam ederler ' denilmiş;
namazdan önce, namaz kılarken ve namazdan sonra yapılacak işlere özen
göstererek en mükemmel bir şekilde olmasına dikkat etmek için de
''namazlarını korurlar'' denilmiştir.
Namazdan Önceki İşler; Namazın mükemmel bir şekilde kılınabilmesi
çin vaktinden evvel gözetilmesi gereken hazırlıklar, vakitlerin girişi
ne kalben ilgi göstererek dikkat, abdest ve temizliğe özen göstermek;
avret yerlerini örtmek, kıbleyi aramak, temiz elbise, temiz yer ve
mükemmel olmak için cemaat ve camii gibi hususlara dikkat etmek, namaz
dan evvel kalbini vesveseden , Allah'tan başka şeylere çevirmekten arın
dırıp kalp huzuru bulmaya, gösterişten sakınmaya çalışmak.
Namaz Kılarken Yapılacak İşler; Namazın Allah'ın huzuruna yükselten bir
miraç olduğunu düşünerek ve hikmetini bilerek sağa sola dönmeksizin ,
okurken ve zikrederken kalp huzuru üzere bulunmak.
Namazdan Sonra Yapılacak İşler; Namazdan sonra boş söz ve işlerden,
günaha girmekten sakınmak. Bununla birlikte,bütün bunları yapabilmek için
en önemli bir şart daha vardır ki,o da namazın ''korku namazı''halinde
kalmaması ve namazı kılmaya engel olacak bir dış düşman saldırısına
düşüverilmemesi için esenlik içinde bir vatan, bir İslam yurdu ve
burada iyiliği emir, kötülükten nehiy ile huzur ve sükunu gözetecek
bir toplumun gerekli olduğu bilincine vararak o hususta gereğine
göre karakol ve cihad görevine hazır bulunmak, yani Allah'tan
başka hiçbirşeyden korkmayacak bir durumda bulunmak üzere korun
maktır. Tevbe Sure'sinde geçtiği üzere, '' Allah'ın mescitlerini ancak,
Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve
Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.'' (Tevbe 9/18)
Yoksa namaza devam ihtimali kalmaz. Bu şekilde müslümanların taşıdığı
bu sekizinci özellik, İslam'da toplum kurumuyla asayiş, yönetim ve
askerlik işlerinin namazı koruma gayesiyle özellikle ilgili olması
gereğini anlatmıştır. Dolayısıyla namaza devam ederken , namazın
önünde ve sonunda bu koruyuculuk görevini unutmamak gerektiği gibi,
korurken de namaza devamı unutmamak ve onu korumak üzere yapmak
gerekir.Gerçi bu sure Mekke'de inmiş olması ve Mekke'de henüz savaşa
dair bir emir inmemiş bulunması itibarıyla orada askerlik işleri söz konu
su olamaz ise, askerlik işlerinin hazırlanmasıyla ilgili böyle esaslar da
yok değildir.
Görülüyor ki, burada bu sekiz özelliğin başı ve sonu namaz ile çer
cevelenerek, hepsi de namaz kılan kişinin niteliği olarak özetlenmiş ve
bu şekilde namazın dinin direği olduğu anlatılmıştır.
İşte bunlar Cennetlerde ikram olunacaklardır. Demek ki, bu sekiz
huy, cennetin sekiz kapısı yerindedir.
-------------------------------------------------------------------------------
Fecr Suresi (Sure:89) Sf:592 30 Ayet
Bismillahirrahmanirrahim
16. Onu imtihan edip rızkını daralttığında ise '' Rabbim beni önemsemedi''
der.
17, 18, 19, 20. Hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz, yoksulu yedir
meyi birbirinize teşvik etmiyorsunuz. Haram helal demeden mirası yiyorsunuz.
Malı aşırı biçimde seviyorsunuz.
( Cahiliye devrinde Araplar , mirastan kadınlara, çocuklara ve yetimlere
pay vermezlerdi.)
KUR'AN-I KERİM VE AÇIKLAMALI MEALİ SF:593
Hak Dini Kur'an Dili Cilt:9 Sure:89 Ayet Sayısı: 30 Sf:182-208
14. Kuşkusuz Rabbin her an gözetlemededir.
15. Ama insan, her ne zaman Rabbi onu sınayıp da ikram da bulunur,
nimet verirse, 'Rabbim bana ikram etti' der
16. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa,o vakit de, ''Rab
bim beni zillete düşürdü'' der.
17. Hayır, hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz.
18. Birbirinizi yoksula yedirmeye teşvik etmiyorsunuz.
19. Oysa mirası öyle bir yiyorsunuz ki, haram helal gözetmeden.
20. Malı öyle bir seviyorsunuz ki, yığmacasına.
Kuşkusuz Rabbin ( her hal ve durumda) gözetlemededir. Bu cümle yemin
in cevabını vurgulamaktadır.
Mirsad, gözetleyicilerin gözetledikleri, etrafı kolaçan ettikleri yerdir.
(Nebe Suresi'nde 'Kuşkusuz cehennem gözetleme yeri olmuştur' , ayetinin
tefsirine bakınız.) Bu sözde istiare-i temsiliye vardır. Yani seni yetiş
tiren, her işini yöneten Rabb'in kullarıüzerinden gözetleme yerinden gözet
en bir gözetleyici gibi her an ve her durumda gözetip duran bir şahit
ve görendir. Hiçbirşeyi kaçırmaz, herbirine bakar, yaptığı işe göre karşı
lığını verir. Onun için yeryüzünde kargaşayı çoğaltıp duran taşkınlar
Allah'tan, Allah'ın azabından kaçıp kurtulacaklarını sanmasınlar.
Rabbi'nin şanı bu: Kullarının ahiret için yaptıkları çalışmaları gözet
ir. İnsana gelince, onun da buna göre Rabbi'nin rızası için çalışması gere
kir. Fakat insan, o gafil insan, öyle yapmaz da dünya zevklerini gözetir.
Onun için her ne zaman Rabb'i onu imtihan eder, yükümlü tutar, göstere
ceği duruma göre, ahirette sorumlu tutmak,ona göre ceza ve mükafat ver
mek üzere imtihan muammelesi yapar, görev yükler de bu sebeple ona ikram
eder; hoşuna gidecek talih ve mevki ile yüze çıkarır ve onu nimete boğ
ar, bol bol nimet ve mal ile rızkını çoğaltır, refaha erdirirse....
Ebu's-Suud ve ona uyarak Alusi 'ona ikram eder' cümlesinin başındaki
''fa'' yı fa-i tefsiriyye (açıklama ''fa'' sı) saymış ve ''çünkü ikram et
mek ile nimete boğmak, imtihan etmekle muradın aynıdır'' (1) demişler
se de kanaatimizce doğru değildir. Bu 'fa'' sebebiyye (sebep bildiren
''fa'' olmalıdır. Zira maksat, mutlak ikram ve nimetlendirme değil, imti
han etmek ve yükümlü tutmak hikmetiyle kayıtlı ikram ve nimetlendir
medir. Bundan dolayıdır ki, iki ikram arasında fark vardır. İnsana
dünyada olan ikram ve nimetin böyle imtihan hikmetiyle olduğu, bunun ise
hesap ve sorumluluğu ağır olduğu halde gafil insan, onu düşünmez de,
Rabbim bana ikram etti der. Kayıtsız şartsız, mutlak surette kendisine
ikramda bulunulmuş gibi haz duyar, sevinir. Kendisini Allah'ın sonsuza ka
dar ikramına mazhar kıldığı sevgi li kullarından imiş gibi sayar. O
yüzden büyük felaketlere düşebileceğini ve asıl ikramın ahirette olduğu
nu düşünmez. Ondan dolayı sorumluluğunu hesaba almadan zevk ve eğlence
ye, taşkınlık ve fesada dalar, nankörlük yapıp hüsrana uğrar.
Her ne zaman Rabb'i onu imtihan eder, sabrına göre ahiret
te mükafat vermek üzere imtihan muammelesi yapar da bu sebeple ona
rızkını daraltırsa, bunun da hesapta hafifliğini, ahirette ecir ve sevabı
nın büyüklüğünü, dolayısıyla bunun başkaca bir ikram ve koruma olduğunu
düşünmez de, Rabbim beni horladı, der.Rabbim bana hor baktı, beni küçüm
sedi diye gücenir. Rızk, az da olsa yine şükrünün bilinmesi gerektiğini
ve azın kıymetini bilmeyenin, çoğun kıymetini de bilemeyeceğini fark etme
yerek rızık darlığını kendisine sırf bir horluk ve hakaret kabul eder
de Rabbi'nin diğer nimetlerini hiç hesaba katmaz. Çünki bakışları fazilete
değil, dünya zevkine çevrilidir. Hayır hayır, imtihan için olan rızık geniş
liğini, dünya refah ve nimetini mutlak ikram saymak da doğru değil; rızık
darlığını mutlak hor görme ve hakaret saymak da doğru değildir. İkisi
de birer imtihandır. Hüküm, imtihandaki başarıya göre neticede belli olacak
tır. Belki ikram sanılan, kötülüğe götüren bir başarı ile neticede zelillik;
horlama sanılanda bir koruma ile netice de ikram çıkacaktır. ''Mal ve
oğullar, dünya hayatının süsleridir.Baki kalacak olan iyi ameller ise, Rabbi'
nin katında sevapça daha hayırlıdır, emelce de daha hayırlıdır.'(Kehf,18/46)
Hayır hayır. Sözlü ayıplamadan fiili ayıplamaya, fertten topluma
geçerek kınama ve ayıplamada, yükselme ve güzel ahlaka sevktir. Yani , ey
Rabbi'nden ikram bekleyen ve rızkının daralıvermesini horluk ve hakaret
gibi kabul eden insanlar ! Doğrusu siz vazifelerinizi yapmazken Rabbi'nizden
ne yüzle ikram beklersiniz ki yetime ikram etmiyorsunuz.Rabbi'nizin size imti
han için ikram etmiş olduğu nimetlerden üzerinize düşen vazifeyi yapmıyor;
yetime iyilik yapıp,ihsanda bulunmak suretiyle ikram etmeniz gerekirken bunu
yapmıyorsunuz, nasıl olur da, siz Rabbi'nizin katında ikrama layık olursu
nuz? Ve düşkünü yedirmeye yani yoksul fakirlerin karnını doyurmaya, bakımları
nı sağlayacak yollara birbirinizi teşvik etmiyor, özendirmiyorsunuz. Bu
hususta birbirinizle yarışmanız gerekirken, siz ondan kaçınıyor, birbirinizi
bunu yapmaktan nefret ettiriyorsunuz. Hatta onlar üzerinden geçinmek iste
yip taşkınlık ediyorsunuz. ''Miras yiyorsunuz.''
Ne yetime ikramda, ne de fakire yedirmekten hoşlanmadığınız halde
başkasından miras kalan malı yiyorsunuz. Öyle bir yiyiş yiyorsunuz ki,
oburcasına.
Lemm, iyisine kötüsüne bakmayıp toplamak, derleyip toplamak, bir de
bir yere konmak manalarına gelir.Burada ''yeme''nin sıfatı olması sebebiyle,
haramına helaline bakmayıp yiyişte toplamak, toptan yemek, yahut hazıra
konarak nereden geldiğini düşünmeksizin acımadan yemek manalarını ifade eder
ki, ikisi de hak ve hukuku gözetmeyerek, şiddetli hırs ve iştah ile oburca
sına yemek olur. Tefsircilerin açıklamasına göre maksat, yetimlerin ve diğer
varislerin haklarını gözetmeyerek, hırs ile mirasın hepsine konmak istemek,
yahut alnı terlemeden eline geçen mirası, bir hayra yaramasını sağlamayıp
birçok mirasyedilerin yaptığı gibi , israf ve eğlenceyle, zevk ve sefa yo
lunda yiyip bitirmek huylarının yerilmesidir. Hem mirası öyle bir yiyiş
yiyorsunuz ve hem malı seviyorsunuz öyle bir seviş ki çok, yığmacasına
bütün hırs ile. Düşünmüyorsunuz ki ,sahibinin elinde hayır için sarfedilme
yip yığılan mal, mirasyedilerin ellerinde, eğlence yollarında yok olup
gidiyor. Kazanıp yığana günah ve vebalinden başka birşey kalmıyor. Bütün
bunlar ahireti düşünmemek, yüce Allah'ın gözetlemede bulunduğunu hesaba katma
maktan kaynaklanır. Hayır hayır, öyle yapmayın; mirasa, mala öyle hırs ile
sarılmayın da hayatta fırsat elinize geçmiş iken, Allah için güzel işler
yapmaya çalışın,önden hayırlar gönderin. Yetime ikram ve fakiri yedirmek
için birbirinizi teşvik ederek hayırda yarışın,ahireti gözetin.(SF:197,198,199)
(1) Eb'u-Suud , a.g.e. , IX , 156; Alusi, a.g.e. , XXX,160