DAĞLI YÜREĞİNE AĞ ATAR ÖLÜM

“Gel ki ben bugün dünyada değilim.
Dünyadan dışarı çıktım. Ben bugün kendimden de gizliyim.
Gönül ateşi ne hâldedir; bilmiyorum.
Çünkü dilim başka bir şekilde yanıyor.”
( Hz. Mevlânâ )



Geceye az kala sarsıyorum künyemi. Bakracımda çocukluk şekerleri eriyor ölüm sıcaklığında. Kaybolan yüzüm haritasız kalıyor. Kursağımın pârelen sözü oluyor leylî. Hemdem olduğum aşk; hayatımla oynuyor. İyi kapa perdeyi ey can gözüm! Halel gelmesin masumluğuna. Kat kat oluşuna bir şey demesin kimse. Mevtin tadımlık baharına toprağını ört. Büyüyen hıçkırık ol ömrün musallasında. Ben ölümü bilmezsem uyuyamam demişsin. Ölüm tokluk mudur midende senin? Hançereni tekmeleyen özünü acımtırak sabahlara bezeyen kıvrılan zamanların ucunu muteber seanslarla düğümleyen o mavi o sızı o kemter duruş… Sen yokmuşsun bugün ey var oluş!
Hani diyorum yaralar varmış geçmeyen asırlar sonrası vefalı gelen. Ruhu müteessir kelâmı esir bırakan. Sûz-i dîlin teşvik kamçısı. Mücmel ağrıları bütününe taşıyan… Gönül evini boşaltan ve dolduran ne varsa hüzne dair büyük bir sesle… Sesini kısan dahası dil ucundan peltekliğini kavuran. Zeminin devrik cümlelerinden seni kapı dışarı bırakan… İzale edilemeyen sanrılarda bir varmış bir yokmuş masalına kandıran. Yarım kalmış harflerini sırr-ı aşka yazdıran. Hani /diyorum gölgesiz duruyor duvarlar gölgem/siz…
Köşelerden köşesizlik kapılıyor bu bahçede. Aşk Ustası defterime Dîvân’ından yazıyor; dediği gibi “Ölüm bizi birer birer çekip alıyor; onun heybetinden korkusundan akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır! Ölüm yolda durmuş bekliyor; efendi ise gezip tozma sevdasındadır! Ölüm kaşla göz arasında; onu hatırlamaktan bile bize daha yakın! Fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmede bilmem ki?” Dostlar çarşı-pazarda görsün. Akıl çokbilmişlik heveslerinde. Oysa ölüm geldiğinde gelinse aşka satılabilir mi kuş kafeste yoksa? Cân tendeyken teni aralamalı. Kabuğun içinden çıkacak olana özünü verir aşk. Köşene döşenir muamma bir kilim. Dağlı yüreğine ağ atar ölüm; kaçtığın ummandan seni tutar. Yeter ki öl ölmeden ölümle. Kaldır mevtanı yerden ey can gözüm! İki sözüm var iyi belle; ölüm ölüm…
Bölümlerimi ölçtüm kategorimde açılan bir hiçlik. Gizlenmişim kendi bilmecemde. Alnımın açık sahrasında Filistin… Kan kaybediyorum can evimde. Bugün üç ocak dünyam kaynıyor. Yetiştiremiyorum hiçbir hücremi hastanelere. Şifâ evlerim bombalanıyor. Mahdumu oldum kırmızı çağın mevkisi taziyesiz. Bu havalide umarsızca kesiliyor damarlarım. Birileri eğleniyor ağlarken pek çok âlem. Terkimdeyken aralık aralıksız tıkanıyorum; sizi arıyorum biz kayıp. Koğuşlarda bulamıyorum gâib dokularımı. Duyularım benden duygu kaçırıyor. Mimiklerimde anlamsızlık. Mutabık olamıyorum çevremin çimenine. Sabah-akşam Gazze! Öğünlerimi sayamıyorum ölülerim şehâdet şerbetinde. Müferrah olamıyorsam acıların hitam bulmadığındandır. Sonu yok nihâyeti hiç… İçi dönmüş katillerin özsüzlük travmaları savaş uçaklarıyla yağıyor. Câmilerim harâbe şehirlerim deşik. Dualarla salla hengâmını ey can gözüm; yeryüzü beşik…
Esrarın incesinden mavice sevmiştin sen. Ilık zamanların güzel burcundan efil efil esen güney rüzgârından emanetti aşk. Toplu kıyımları anlatmıştın bir gece göğe çıkarak. Kalbindeki Cezîret’ül-Arap sürekli kanıyordu. Kanamalı hasta oluyordun umuda sımsıkı sarılarak. Uzaklara mektup yazıyordun mürekkebin gözyaşıyla sulanıyordu. Kâğıt üzerinde dağılıyordun yapabildiğin sadece yazmaktı. Senin bir hesabın vardı her harfi duayla çarpılan. Kalemin kılıcıyla önce kendi zulmetini sonra kardeşlerine dadanan zalimleri kesiyordun. Son nefes hâlinde kanatlanıyordun gidemediğin memleketine. Günlerden üç ocak yanıyordu ocağın harıl harıl. Söyleyeceklerin sarkıyordu zaman ipinden kuyuna. Göçecek kervan bir çocuk müjdeliyordu. Büyük bir istekle çıkartıyordun onu çâhından ve ansızın kucağına nâşı geliyordu. Sonrası yazamamaktı ey can gözüm; acılar sükûta ısmarlanıyordu.
Şimdilerde geceye az kala sarsıyorum künyemi. Üç ocağın söyleyegeldiği susuşlarda adımı merhûme diye anıyorum. Adımı çok görüyorum bu ölümlerde. Mâh-ı Muharrem’in Kerbelâ hâkinde boğazım kurudukça kuruyor. Yalnız kalıyor fesleğen dökülüyor papatya. Ağlıyor geceler öteler sonsuzluğa akıyor. Bu ölümleri gördükçe öldüğümü kabul etmiyorum ben. Onlar gibi ölemiyorum… Ardından koşsam şehri taşısam Uhrâ’ya. Ve gönül ateşimi anlatabilseydim tüm varlığa yokluğum yanar mıydı bir kez daha aşka… “Gel ki ben bugün dünyada değilim…”

“Ruh âleminde elest meclisinde âb-ı hayat içenler bir başka tarzda ölürler!”
-Hz. Mevlânâ-

Fâtıma Zehra Merinos