Emaneti yüklenmek ne demek?AHZAB:72’NİN ANLAMI ÜZERİNE
Hikmet Zeyveli
Ahzâb Suresinin 72. âyetiniTürkçe Meâller
aşağıdaki gibi vermekteler:
Biz emanetigöklere
yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler
(sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim
çok cahildir. (Hayreddin Karaman v.d.)
Evetbiz o emaneti göklere
yere ve dağlara arz ettik
onlar
onu yüklenmeye yanaşmadılar
ondan korktular da onu insan yüklendi. O cidden çok zalim
çok cahil bulunuyor. (Hamdi Yazır)
Doğrusu Bizsorumluluğu göklere
yere
dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmisler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan ise onu yüklenmiştir. (Diyanet)
Biz emaneti göklereyere
dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmekten kaçındılar
ondan ürktüler. İnsan ise çok zalim ve çok cahil olduğu halde onu yüklendi.
(Yaşar Nuri Öztürk)
Biz sorumluluğu (sınanmayı) göklereyere
dağlara sunmuştuk da onlar onu yüklenmekten çekinmişler ve kabul etmemişlerdi. Ancak onu insan yüklendi; o zalim ve cahil olmuştu. (Edip Yüksel)
Biz emânetigöklere
yere ve dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar
on(un sorumluluğun)dan korktular; onu insan yüklendi; (fakat onun ağır sorumluluğunu tam kavrayamadı) doğrusu o
çok zâlim
çok câhildir. (S. Ateş)
Konumuza girmemiz için bu kadar mealle yetiniyoruz. H. Basri ÇantayAli Bulaç
Sabri Hizmetli
M. Hamidullah
Muhammed Esed v.d.’ni de vermiş olsaydık müşterek anlam değişmeyecekti:
Allahemaneti göklere
yere ve dağlara arz ediyor. Onlar bunu yüklenmekten çekiniyorlar
ondan korkuyorlar. Ancak insan bu emaneti yükleniyor. Çünkü o (yani insan) çok zalim
çok cahildir.
Böyle bir meâl insan aklını tırmalamıyor mu? Göklerinyerin
dağların yüklenmekten kaçındıkları bir emaneti yüklenen insan
neden çok zalim ve çok cahil olmaktadır? Ayetin son cümlesinin parantez-içi açıklamaları hiç de tatmin edici değil.
Bu arayış içerisinde iken önce Cemaluddin Qasımî’nin “Mehâsinu’t-Te’vil” isimli tefsirinde
oradan referansla da meşhur müfessir Zemahşerî’nin “Keşşâf”ında
âyetin başı ile sonu arasında hikmetli münasebet kuran alternatif bir tefsire ulaşabildik.
Şimdi tefsiri vermeden öncebu tefsirin doğrulttuğu şekilde âyetin meâlini vermeye çalışalım:
Biz emâneti göklereyere
dağlara yükledik; onlar buna riayetsizlikten çekindiler
(ihanet etmekten) korktular. (Fakat) insan
(kendisine yüklenen emanete) ihanet etti. Böylece insan
hem çok zalim
hem de çok cahil olduğunu ispatladı.
Meâlimizde hemen dikkati çeken hususdaha önce verdiklerimizin tersine bir anlam ifade etmesi. Burada gökler
yer ve dağlar kendilerine tevdi edilen emâneti (bunun anlamı aşağıda gelecektir) yüklenmekten değil
ona ihanetten çekinmişler
ona riayet etmişlerdir. İnsan ise kendine tevdi edilen emânete ihanet ederek çok zalim ve çok câhil tavsifine müstahak olmuştur.
Şimdi sözü daha fazla uzatmadan Zemahşerî ve Qâsımî’ye bırakalım (Lisan tahlillerinin anlaşılması için cüz’î tasarruflarla ve özetleyerek veriyoruz):
***
Âyette geçen “emânet”ten maksatvarlığa/fıtrata tevdi edilen kanunlara (ve dolayısıyla Allah’a) “itaat” sorumluluğudur. Bu
edâsı vacib olan bir sorumluluktur.
Emânetin “arzı”ndan maksatihtiyar (seçme/tercih etme) kabiliyetindeki varlıklara
yani insanlara teklîfî (şer’î); bu kabiliyette olmayan diğer varlıklara ise tabi’î (tekvînî) sorumluluğun tevdi edilmesidir.
“Emanetin hamli (yüklenilmesi)”onun gereğini yapmamak
boynunda taşımak
edâ etmemektir. Arab dilinde “Fulânun hâmilun li’l-emâneti ev muhtemilun lehâ: Filan
emâneti yüklenmiş veya (üzerinde) taşımakta” ifadesi ile emânete hiyanet edildiği
sahibine iade edilmediği
boynunda bir borç olarak kaldığı anlatılmak istenir. O halde emanete riayet etmek için
onu “haml-etmemek”
zimmetinde tutmamak gerekir. Yani “hamlinden içtinab etmek” ona riayet etmek
hak sahibine iade etmek demek olur. Yine Arab dilinde “Rekibethu’d-duyûnu: Borçlar ona bindi” ifadesi
borçlarını ödemeyen kimse için kullanılır. Buna benzer başka bir deyim de “Ebğid hakka ehîke!: Kardeşinin hakkına buğz et!” ifadesidir. Bu ifade ile kardeşinin hakkını gasp etmemesi
ona iade etmesi talep edilmiş olur. Çünkü Arabın kullanım mentalitesinde
eğer bir kimse kardeşine ait bir şeyi severse onu gasbeder; nefret ederse onu kardeşine iade eder.
Bu durumdagökler
yer
dağlar v.b. seçim iradesi olmayan (ihtiyarsız) varlıklar
kendi tabiatlarına arz edilen Allah’ın kanun ve nizamına tam bir teslimiyetle riayet etmişlerdir. Yani o emânetin boyunlarında kalmasından içtinap etmişler
korkmuşlardır. Nitekim aynı varlıkların (göklerin ve yerin) Allahın “"İsteyerek veya istemeyerek (buyruğuma) gelin"” emrine karşı “Eteynâ tâ’i’în: İsteyerek geldik” şeklindeki teslimiyetleri sembolik bir dille ifade edilmiştir. (41/11).
İnsana gelince; oAllah’a karşı teklîfî (teşri’î) sorumluluğa mahzar olmuş –bilinen– yegâne varlıktır. Fakat kendisine bahşedilen ihtiyar (tercih) kabiliyetini yanlış kullanabilmekte
itaat etmesi gerekirken isyan edebilmektedir. Yani yukarıdaki anlamda emaneti bir yük olarak (boynunda) taşımakta
Rabbine itaat şeklinde eda edememektedir. Bu haliyle
yani bu isyanı ile insan
haktan uzaklaşıp zâlim konumuna düşmekte ve fıtratındaki kanun ve sünnetin inkârı ile kopkoyu bir cehalet sergilemektedir.
Allah Zemahşerî’yiQâsımî’yi
hepimizi
hepinizi rahmetiyle kuşatsın.
Mehâsinu-t-Te’vîlCemaluddin Qâsımî
C. 8
s. 126
Beyrut
1997/1418.
Tefsîru’l-KeşşâfCârullah Mahmud b. ‘Umer ez-Zemahşerî
C.3
s. 546-47
Beyrut
1995/1415.