yaz mevsimi vazifesini güz mevsimine bıraktığı şu günler de Rad meleğinin o haşmetli zikriyle Risale-i Nur penceresinden kainat alemindeki muhteşem tanzim,tavzif,rahmet parıltılarını idrak etmeye çalıştım.
Kainatın başka bir aleme geçiş törenini izledim..Kainatta bir heyecan bir kıpırdama,azami bir vazifeperverlik...Beşer eli karışmadan..yaz mevsiminin gidişatıyla gençlikten ihtiyarlığa geçiş merasimi ve beşinci mesele..
Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi katiyetinde ,gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişek!!
Gözlerimi bir daha o pencerenin ulvi derinliğine bıraktım ve nebatat alemindeki o muhteşem doğma büyüme ve ölüm arasında ki bağı düşündüm.Acaba her bahar yenilenen o nazenin bitkiler nasıl oluyorda kış mevsimiyle beraber çürümeye başladıkların da gelecek bahara ve yaza aynı tazelikleriyle ,ve aynı programıyla ,aynı renk ,aynı koku ,aynı şekil de nevş-ü nema buluyorlar?
BAK Allah'in rahmet eserlerine:Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor.Bunu yapan ,elbette ölüleri de öyle diriltecektir;O herşeye hakkıyla kadirdir(Rum suresi 50. ayet)
ayetiyle yedinci mesele çıkarıldı karşıma...
Hem madem günes gibi gündüz gibi zemin yüzünde bir umumi rahmet ve ihatalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umum ağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp "Haydi alınız, yiyiniz" dediği gibi;bir zehirli sineğin eliyle bizleri şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi,bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü'min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye, Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, "El-Cennetü hakkun" diyorlar.
Tefekküri alem pencersinden seyrederken aynı zaman da ahireti ve ölümü düşünmek istemeyn nefsime de cevap gelmişti aynı zamanda..
Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hadisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a'mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemal içinde masnuatı bir hüsn-ü san'at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve âdem zamanından beri tâği ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Adil isimleri bizim sualimize kat'î cevap veriyorlar..