“-Aç ağzını diyorum. Bak sinirlenmeye başlıyorum.

-Hayır, açmayacağım işte…

-Şimdi ben sana gösteririm ağız nasıl açılırmış!”
diye devam eden bir diyalog tanıdık geliyor mu sizlere? Bir elinizde kaşık, bir elinizde yemek tabağıyla koştururken, kayınvalidenizin anlattıkları yankılanır kulağınızda “Geçenlerde bizim Ayşen’i gördüm. Ne de güzel bakıyor bebeğine. Topaç gibi yavrucak maşallah!”



Bu düşünceler eşliğinde, suçluluk hisleriyle başlar yemek saatleri. Gerilim, itiraz ve bağrışmalar…Diğer bir deyişle kazananın olmadığı bir savaştır yemek savaşları!

Doğumunda itibaren zor yiyen, iştahsız ve de zayıf bir çocuğun annesi olarak bunları tahmin etmek hiç de zor değil doğrusu…Hani “Yaşayan bilir” derler ya. İşte onun gibi bir şey. Bilirsiniz Nasreddin Hoca’nın hikayesini. Bir gün damdan düşen hoca, doktor çağırmak isteyen komşularını engeller. “Halimi ancak damdan düşen biri anlar” diyerek damdan düşen birisini ister yanına.

İşte, ben de hemen yanı başınıza geldim. Hem de damdan düşen biri olarak…Sizlere klasik bir psikolog öğüdü olan “Yemezse aç bırakın. Nasıl olsa diğer öğünde yiyecektir” demeyeceğim. Bir müdahele planı geliştirmeden önce ilk olarak sizin ve çocuğunuzun durumunu fizyolojik ve psikolojik anlamamda tahlil etmemiz gerekli. Hem de hamilelikten başlayarak!

ALINTI