Hak Yolunda Yanlış Adımlar
Tasavvuf, müslüman kültürün son derece önemli bir unsuru.
Geçmiş kuşaklar onun serptiği manevi tohumla bereketlendiler.
Bugün de dünyanın her yerinde kalpler tasavvufla diriliyor,
Allah yolunda şevk ve heyecan buluyor.
Ne var ki yolun tuzakları var.
Cehaletin ve edep erkân tanımazlığın kurduğu tuzaklar.
İslâm adına ortaya çıkan hiçbir şeyin İslâm inancına aykırılığı düşünülemez. Bir anlayış, bir uygulama eğer İslâm’ın esaslarıyla ya da hükümleriyle çelişiyorsa islâmî değildir. Ne kadar aksi iddia edilirse edilsin. Burada esaslar ve hükümler derken, Ehl-i Sünnet’e uygun anlayış ve uygulamadan söz ediyoruz.
İnsanlar sosyal, ekonomik, kültürel pek çok yapılar kurabilir, kurulu bir yapıya dahil olabilir. Bunlara göre pek çok anlayış ve uygulama sözkonusu olabilir. Ama bu yapıların “islâmîlik” etiketi taşıması için tek şart vardır, o da İslâm’a uygun olması. Bunun “biraz öyle biraz böyle” bir hali de olmaz. Çünkü islâmîlik etiketi o yapıyı şahıslardan öte bir mensubiyetle, Allah’ın dini ile ilişkilendirmektedir.
Bu bağlamda tasavvufun, tasavvufî usul ve uygulamaların, ehl-i tarik kişilerin söz ve davranışlarının, mürşit-mürit ilişkilerinin hiçbiri bu zorunluluktan muaf değildir.
Yol doğru ama
Tasavvuf kurumu tarih boyunca pek çok tartışmanın konusu olmakla birlikte, zaman içinde doğrusu yanlışı ortaya çıkmış, islâmî olanla olmayan ayrışmıştır. Bu noktada özellikle medreseler önemli bir denge unsuru olmuş, tasavvuf üzerinden bid’at ve hurafelerin yaygınlaşmasının önünü almıştır.
Artık tasavvuf dediğimizde dinin hükümler bütününün (Şeriat-ı Garra) dışında ya da ötesinde bir yapıdan değil, bu hükümlerin içselleştirilerek, hayata katılarak yaşanmasından söz ediyoruz.
Fakat bir adı da “Bilgi Çağı” olan zamanımızın dinî konulardaki cehaleti tasavvuf yolunda olmak isteyenleri de önemli ölçüde etkilemiş bulunuyor.
Yukarıda dediğimiz gibi, İslâm’ın hükümlerini içselleştirerek, hayata katarak yaşamak demek olan tasavvuf adı altında, hiçbir akıl ve izan sahibi müslümanın kabul edemeyeceği İslâm dışı söz ve davranışlar ortaya çıkmaktadır. Buna müritlik, manevi derinlik gibi şık isimler verilse de ne muteber tasavvuf kitaplarımızda ne de tasavvuf büyüklerinin tariflerinde böyle bir müritlik ve manevi hal geçmemektedir.
Tekrar belirtelim: Tasavvuf, İslâm dışı söz ve davranışların mazur görüldüğü, kuralların esnetildiği bir alan değildir. Aksine İslâm’ın belirlediği çerçeve içinde teslimiyet ve itaatin sıkı sıkıya muhafaza edilmesi amacıyla var olan bir kurumdur.
Semerkand Dergisi