Tevrat ve İncil'de Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in bütün şamail ve vasıfları vardır.Mesela Tevrat'ta Muhammed aleyhisselam,"Hazret-i Musa'ya benzer bir peygamber" diye vasıflandırılmış olduğu için öteden beri ehl-i kitap tarafından son peygamber olan Efendimiz, lam-ı ahd ile "en-nebi", yani "o peygamber diye maruf idi,anılırdı.Ancak ayetler karşısında bilhassa o zaman ki ehl-i kitap alimlerinin hiç bir şüphesi kalmamıştı.Bunu evlatlarını bildikleri gibi kat'i olarak biliyorlardı.
Nitekim Hz. Ömer (r.a)Yahudi alimlerinden iken islam ile müşerref olan Abdullah bin Selam Hazretleri'ne(r.a) bunu sorduğu zaman "Ben o nebiyi oğlumu bildiğimden daha ziyade bilirim.Çünkü onda hiç şek ve şüpheye mahal yoktur.Fakat evladıma gelince, ne bileyim,belki validesi hiyanet etmiş olabilir."demişti.Bunun üzerine Hz. Ömer(r.a) da Abdullah bin Selam (r.a)'ın başını öpmüştü.
Sadece bilmek,sırf kalbi olan ilim ve marifet, imana kafi değildir.İman için iz'an ve bağlılık, bundan başka hakkı saklamayıp zahiren ikrar ve i'tiraf etmekte lazımdır.İmanın kökü kalbi bir keyfiyet olmakla beraber onun muteber bir iman olması, o kökün bir mania bulunmadıkça zahirde de görünmesine bağlıdır.Ehl-i kitap alimleri,Peygamber Efendimiz(s.a.v)'i pek iyi tanıdıkları halde inanmamışlar,bile bile hak ve doğru gizlediklerinden dolayı kötülenmiş,ayıplanmış ve inatçı kafirlerden olmuşlardır.(Bakara Suresi, 146. Ayetin tefsirinden)