Sayfa 22/34 İlkİlk ... 2021222324 ... SonSon
334 sonuçtan 211 ile 220 arası

Konu: Mektubat-ı Rabbani

  1. #211
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 210. Mektup

    Bu mektûb, mevlânâ Sekîb-i Isfehânîye yazilmisdir. (Nefehât) kitâbindaki bir yaziyi açiklamakda ve nasîhat vermekdedir:

    Bu fakîre ?kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" lutf ederek gönderdiginiz serefli mektûbunuzu okumakla sevindik. Selâmetde olunuz. Bu yolun büyüklerini seviniz. Bu sevgi, ömrünüzün sermâyesi olsun. Kiyâmet günü bu fakîrlerin sevgisi ile diriliniz. Fakîrlikle övünen ve fakîrligi, zenginlikden üstün tutan büyük Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem" hurmeti için, Allahü teâlâ, düâmi kabûl buyursun. Ihsân buyurarak, (Nefehât) kitâbindaki seyh Ibni Sekîne ?kuddise sirruh" hazretlerinin mürîdinin hikâyesini yaziyorsunuz. Söyle ki, birgün, gusl abdesti almak için Dicle nehrine dalmisdi. Basini sudan çikarinca, kendini Nil nehrinde buldu. Misra geldi. Burada evlendi. Ogullari oldu. Yedi sene sonra, gusl abdesti almak için Nil nehrine daldi. Basini çikarinca, kendini Dicle nehrinde buldu. Evvelce, Dicleye giderken, Dicle kenârina koymus oldugu elbiselerini, koydugu gibi buldu. Bunlari giydi. Evine geldi. Zevcesi, karsilayip, müsâfirlerin için istedigin yemekleri hâzirladim dedi.

    Yavrum! Bu hikâyenin güç gelen yeri, yillarca yapilacak seylerin, bir ânda yapilmasi degildir. Çünki, böyle seyler çok görülmüsdür. Peygamberlerin sonuncusu Muhammed ?aleyhisselâm", mi'râc gecesi göklere gidip, binlerle senelik yollari geçdikden sonra, geriye gelince, yatmis oldugu yerin dahâ sogumamis oldugunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarinin durmadigini gördü. (Nefehât) kitâbinda da, bu hikâyenin sonunda bildirildigi gibi, Allahü teâlâ, zemâni genisletmekdedir. Bu hikâyenin güç olan yeri, Bagdâdda bir ân olan kisa zemân, Misrda yedi sene uzamakdadir. Meselâ Bagdâdda o ân, hicretin üçyüzaltmisinci yili ise, Misrda, o ânda, üçyüzaltmisyedinci yil olmakdadir. Bu ise akla ve nakle uygun olmiyan birseydir. Böyle birsey, bir iki kimse için olabilir. Baska baska sehrler ve baska baska yerler için olacak sey degildir. Bu fakîrin ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hâtirina söyle geliyor ki, bu is uyanik iken olmamisdir. Bir rü'yâ olabilir. Bunu dinleyen kimse, rü'yâ sözünü rü'yet olarak anlamis olabilir. Uykuda olan, uyanik iken olmus sanilmisdir. Böyle yanlisliklar, çok görülmekdedir. Belki rü'yâda görmüs ve rehberine rü'yâda söylemis, sonra çocuklarina anlatmisdir.

    Kitâbda, bu hikâyeden sonra, Muhyiddîn-i Arabî ?kaddesallahü teâlâ sirrehul'azîz" hazretlerinden haber verdigi hikâye de, bunun gibidir. Herseyin dogrusunu Allahü teâlâ bilir.

    (Cesedi terbiye eden rûhdur. Kalibi terbiye eden kalbdir) sözünün açiklanmasini istiyorsunuz. Yavrum! Bu sözlerin ikisi de, birseydir. Insandaki Âlem-i halkdan olan maddelerin, Âlem-i emrden olan latîfeler tarafindan terbiye edildigi bildirilmekdedir. Cesed kelimesinin, rûh ile birlikde kullanilmasi âdet oldugu için ve kalip ile kalb kelimeleri de, birbirine benzedigi için, edebiyyat bilgisine uyarak böyle yazilmisdir.

    Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Bu bozuklugum ve dünyâya dalmis hâlim ve bilgisizligim ve basarisizligim ile, size nasîhat vermege kmakdan hayâ ederim, utanirim. Fekat, emr-i ma'rûfdan kaçinmakdan da korkarim ki, hasîslik ve alçaklik yapmis olmiyayim. Bunun için, birkaç kelime yazmaga kendimi zorluyorum. Yavrum! Dünyâda kalmak zemâni pek azdir. Bu kisa zemânin çogu da bos yere geçmis bulunuyor. Pek azi kalmisdir. Âhiret zemâni ise sonsuzdur. Orada basa gelecek seyler, bu birkaç günlük islere baglidir. Bundan sonra, yâ sonsuz ni'metler, zevkler veyâ bitmez tükenmez azâblar, acilar vardir. Muhbir-i sâdik, ya'nî hep dogru söyleyici, bunlari haber vermisdir. Elbette olacaklardir. Akli olan kimsenin, durmadan çalismasi lâzimdir. Yavrum! Ömrün en kiymetli zemânlari, bos yere geçdi. Allahü teâlânin düsmani olan nefsin isteklerini yapmakla tükendi. Simdi, ömrün en kiymetsiz, basarisiz zemâni kaldi. Artik, bununla da, Allahü teâlânin begendigi isleri yapmaz, kuvvetli zemânda elden kaçirilani, kuvvetsiz, kiymetsiz zemânda yakalayamaz isek ve az bir emekle ve kisa bir sikinti ile, sonsuz râhat ve ni'metlere kavusmaz isek ve sayisiz çirkin islerimizi, az bir iyi isle örtmez isek, yarin kiyâmet gününde, Allahü teâlânin huzûruna ne yüzle çikabiliriz? Oraya ne özr ve behâne götürebiliriz? Bu gaflet uykusu ne vakte kadar sürecek. Gaflet pamugu kulaklarda ne kadar kalacak? Birgün, gözlerden perdeyi kaldiracaklar. Kulaklardan gaflet pamugunu çikaracaklar. Fekat, fâidesi olmiyacak. O zemân pismânlikdan, utanmakdan baska yapilacak sey olmiyacak. Ölüm gelmeden önce, yapacak isi bilmeli. Yüzü ak olarak, Allahü teâlâyi özliyerek cân vermelidir. Önce, i'tikâdi düzeltmek lâzimdir. Dinden oldugu tevâtür yolu ile, ya'nî çok kimselerin söylemesi ile zarûrî olarak bilinen seylere inanmak elbette lâzimdir. Bundan sonra, fikh kitâblarinda yazili olan seyleri ögrenmek ve yapmak zarûrîdir. Bundan sonra da, tesavvuf yolunda ilerlemek gelir. Fekat bu, kimsenin bilmedigi seyleri ögrenmek, kimsenin görmedigi gizli seyleri görmek için de degildir. Nûrlari, renkleri görmek için degildir. Bunlar oyun, keyf verici seylerdir. Herkesin gördügü seyler ve renkler yetismiyor mu ki, bunlari birakip da, riyâzetler, sikintilar çekerek, bilinmiyen seyler ve renkler aranilsin? Bu seyler ve renkler de, o seyler ve renkler de, hep Allahü teâlânin yaratdigi seylerdir ve Onun varligini ve yaratici oldugunu gösteren isâretlerdir. Bu madde âleminde bulunan günes ve ay isiklari, Âlem-i misâldeki nûrlardan, renklerden katkat dahâ üstündür. Fekat, bunlar her zemân görüldükleri için ve âlim de, câhil de gördügü için, kiymet verilmiyor, herkesin bilmedigi, görmedigi nûrlar araniyor. Fârisî misra' tercemesi:

    Kapi önünde akan su, bulanik görünür!

    Tesavvuf yoluna girmek, islâmiyyetin inanilacak seylerine îmâni kuvvetlendirmek içindir. Böylece îmân, düsünerek anlamak zorlugundan kurtularak, görmüs gibi saglam ve vicdânî olur ve kisaca inanmak yerine, etrafli ve derin îmân hâsil olur. Meselâ, Allahü teâlânin varligina ve bir olduguna önce düsünerek veyâ baskalarindan görerek inaniyordu. Tesavvuf yolunda ilerlemek nasîb olunca, o düsünerek ve isiterek olan îmân, simdi bularak, anliyarak hâsil olur. Îmâni olgunlasir. Inanilacak seylerin hepsine de, böyle îmân hâsil olur. Tesavvuf yoluna girmenin ikinci fâidesi, fikhda bildirilen vazîfeleri yapmakda kolaylik elde etmek ve nefs-i emmâreden ileri gelen güçlükleri yok etmekdir. Bu fakîr, iyi anladim ki, tesavvuf, islâmiyyetin yardimcisidir. Islâmiyyetden baska birsey degildir. Böyle oldugunu, mektûblarimda, kitâblarimda açikladim. Bu iki fâideye kavusmak için, tesavvuf yollari içinden, Ebû Bekr-i Siddîkin yolunu seçmek iyi ve dahâ uygundur. Çünki, bu yolun büyükleri sünnet-i seniyyeye yapismislar ve bid'atlerden sakinmislardir. Bunun için, sünnete yapismak nasîb olup da, ellerine birseyler geçmezse üzülmezler, sevinirler. Eger ahvâl ve mevâcîde kavusur, fekat sünnete yapismakda gevsek davranirlarsa, o hâlleri, vecdleri hiç begenmezler. Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri buyuruyor ki, (Ahvâl ve mevâcîdi bize verseler, fekat, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdini içimize yerlesdirmeseler, kendimi mahv olmus bilirim. Eger, Ehl-i sünnet vel-cemâ'at i'tikâdini verseler, ahvâl ve mevâcîd hiç vermeseler, hiç üzülmem). Bundan baska, bu yolda, nihâyetde kavusulacak seyleri, baslangiçda tatdirirlar. Bunun için, dahâ ilk adimda, baskalarinin, en son kavusacaklarini ele geçirirler. Arada yalniz icmâl ve tafsîl bakimindan fark olur. Ya'nî topluca, kisa ve açik, genis olmak farki vardir. Bu yol, Eshâb-i kirâmin ?aleyhimürridvân" yoludur. Çünki, Resûlullahin ?sallallahü aleyhi ve sellem" dahâ ilk sohbetinde öyle seyler kazanmislardir ki, ümmet arasindaki Velîlerin, bunlara, en sonda kavusduklari bilinmemekdedir. Bunun içindir ki, Tâbi'înin en üstünü olan, Veysel Karânî ?rahmetullahi aleyh" hazret-i Hamzanin kâtili olan Vahsînin ?radiyallahü anhümâ", Resûlullahin bir kerrecik sohbetinde bulunmakla yükseldigi mertebeye yetisememisdir. Çünki sohbetin fazîleti, bütün fazîletlerin ve kemâllerin üstündedir. Çünki, onlarin îmânlari, görerek kuvvetlenmisdir. Bu ni'met, baskalarina nasîb olmamisdir. Fârisî misra' tercemesi:

    Isitmek, görmek gibi olabilir mi?
    Bunun içindir ki, bunlarin bir avuç arpa sadaka vermekle kazandiklari dereceler, baskalarinin dag kadar altin vererek kazandiklari dereceden katkat dahâ yüksekdir. Eshâb-i kirâmin hepsinin yüksekligi böyledir ?ridvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în". Hepsini büyük bilmemiz lâzimdir. Hepsine iyi gözle bakmali, hepsini sevmeli, övmeliyiz. Çünki, Eshâb-i kirâmin hepsi âdildir. Islâmiyyeti bildirmekde, hepsi ortakdir. Birinin bildirdigi, ötekinin bildirdiginden dahâ kiymetli degildir. Kur'ân-i kerîmi onlar topladi. Âyet-i kerîmeler, herbirinin adâletine güvenerek, hepsinden, birer ikiser alinarak, bir araya getirildi. Bir kimse, Eshâb-i kirâmdan birini kötülerse, bu sözü Kur'ân-i kerîme dokunur. Çünki, birkaç âyet-i kerîme, ondan alinmis olabilir. Bu büyüklerin aralarinda olan çekismelerin, muhârebelerin iyi sebeblerle yapildigini söylemeliyiz. Nefse uymakla, kin ve inâd ile olmadigina inanmaliyiz. Imâm-i Sâfi'î ?rahmetullahi aleyh" hazretleri, Eshâb-i kirâmi çok iyi taniyordu. Bu büyük âlim buyurdu ki: (Allahü teâlâ, o kanlara ellerimizi bulasdirmadi. Biz de, onlara dilimizi karisdirmiyalim!). Imâm-i Ca'fer-i Sâdik hazretlerinin de böyle söyledigi haber verilmisdir. Vesselâmü evvelen ve âhiren.

  2. #212
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 211. Mektup

    Bu mektûb, mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm-i Bedahsîye ?rahmetullahi aleyh" yazilmisdir. Mevlânânin bir sözünü açiklamakda ve insanlari kemâle getirmek ve irsâd etmek için lâzim olan sartlari bildirmekdedir:

    Kiymetli kardesim mevlânâ Yâr Muhammed Kadîmin güzel mektûbu geldi. Bizleri sevindirdi. Hak teâlâ, sizi yüksek derecelerin en üstüne ve herkesi yükseltmege ve irsâd etmege kavusdursun. Seçmis oldugu Peygamberi ve Onun yüksek Âli hurmetine düâmizi kabûl buyursun ?Aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm"!

    Süâl: Mevlânâ ?aleyhirrahme" hazretleri, (kucagimda olan nâzli Hak teâlâ idi) demisdir. Böyle söylemek câiz midir?

    Cevâb: Bu yolun yolculari böyle seyler çok söylemisdir. Bir sâlik, (Tecellî-i Sûrî)ye kavusunca, tecellî eden sûreti, görünüsü, Hak teâlâ saniyor. Büyük âlim Imâm-i Rabbânî hâce Yûsüf-i Hemedânî hazretleri, (Bu görünenler, hep hayâldir. Bu hayâllerle, tarîkatin çocuklarini yetisdirirler) buyurmusdur. Biz de böyle söyleriz.

    Tesavvufu ögretmek için, size izn verilmisdi. Bunun üzerine, fâideli birkaç sey yaziyorum. Cân kulagi ile dinleyin! Davranislarinizi buna göre ayarlayin: Tesavvufu ögrenmek için bir tâlib yaniniza gelince, çok düsününüz! Bu yoldan size istidrâc yapilabilecegini, yikilabileceginizi göz önüne getiriniz! Hele talebe gelince, içinizde bir sevinç, bir râhatlik duyarsaniz Allahü teâlâya yalvariniz! Ona sigininiz! Çok istihâre yaparak, ona tarîkati ögretmek uygun olacagini ve istidrâc ve yikilmak olmadigini iyice anladikdan sonra ögretiniz. Çünki, Allahü teâlânin kullarina is vermek ve onlarla ugrasarak kendi vaktini elden çikarmak, Ondan iznsiz câiz degildir. Ibrâhîm sûresinin birinci âyetinde meâlen, (Rablerinin izni ile, insanlari karanliklardan çikarip nûra kavusdurmakligin için) buyuruldu. Büyüklerden biri ölmüsdü. Söyle bir ses isitdi: (Sen benim dînimde kullarima karsi zirh giymisdin öyle mi?). [Ya'nî benim dînim üzerinde, kullarima, hiç çekinmeden söylüyor, emr ediyordun denildi.] (Evet) cevâbini verdi. (Kullarimi niçin bana birakmadin? Gönlünü niçin bana vermedin?) buyuruldu. Size ve baskalarina verilen izn, sartlara baglidir. Allahü teâlânin râzi oldugunu anlamadan, is yapmamak birinci sartdir. Sartsiz, baglantisiz izn verme zemâni dahâ gelmemisdir. O zemân gelinceye kadar, sartlari yerine getirmegi iyi gözetiniz! Haberlesmemiz lâzimdir. Mîre de böylece yazmisdim. Ondan da bilgi aliniz! O zemânin gelmesi için ve sartlarin sikintisindan kurtulmaniz için çalisiniz! Vesselâm.

  3. #213
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 212. Mektup

    Bu mektûb, mevlânâ Muhammed Siddîk-i Bedahsîye yazilmisdir. Süâllerine cevâbdir:

    Arka arkaya iki kiymetli mektûbunuz geldi. Bizleri çok sevindirdi. Allahü teâlâ, sonsuz ilerlemeler ihsân eylesin. Peygamberlerin efendisi ?aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmâtü etemmühâ ve ekmelühâ" hurmetine bu düâmi kabûl buyursun!

    Süâl: Tesarrufu kuvvetli olan bir rehber ?rahmetullahi aleyh", yaradilisi elverisli olan bir mürîdi, kendi tesarrufu ile, onun yaradilisinda bulunan mertebenin dahâ üstüne çikarabilir mi?

    Cevâb: Evet çikarabilir. Fekat, onun yaradilisina uygun mertebelere çikarabilir. Ona uygun olmiyan mertebelere çikaramaz. Meselâ, yaradilisi, Mûsâ aleyhisselâmin vilâyetinde olan bir mürîdin yaradilisinda bu vilâyet yolunun yarisina kadar yükselebilecek kuvvet varsa, tesarruf sâhibi olan bir rehber, kendi tesarrufu ile, bu mürîdi, bu yolun sonuna kadar ulasdirabilir. Fekat, onu Vilâyet-i Mûsevîden, Vilâyet-i Muhammedîye geçirerek bu yolda ilerletmesi isitilmemisdir.

    Süâl: Insandaki bes latîfenin en latîfi olan ahfâ latîfesi, hangi mertebede nefs-i emmâre gibi olur? Alçaklikda, asagilikda ona benzer?

    Cevâb: Kardesim! Ahfâ, latîfelerin en latîfi ise de, bir mahlûkdur. Sonradan yaratilmisdir. Sâlik, mahlûklar dâiresinden disari çikinca, vücûb mertebelerinde ilerleyince, o mertebelerdeki zillerin de asllarina varinca, sifatlarin ve sânlarin sinirlarini asinca, mümkin ve mahlûk olan herseyi, asagi, kiymetsiz görür. Mahlûklarin asagisini da, latîfini de asagilikda berâber görür. Nefs ile ahfâyi birlesmis sanir.

    Süâl: Sizden isitmisdim veyâ sizden isiten birisinden duymusdum ki, ibâdet ederken, Allahü teâlânin hâzir oldugunu bilerek ibâdet etmek, Allahü teâlâya kusûr olur. Köle gibi ibâdet etmelidir. Ya'nî, Allahü teâlâyi hâzir bilerek ibâdet etmek, edebe uygun degildir buyurmusdunuz. Bunun açiklanmasini istiyorsunuz.

    Cevâb: Yavrum! Böyle birsey söyledigimi bilemiyorum. Baska bir yerde görmüs olmalisiniz.

    Rü'yâda Âdem aleyhisselâmi gördügünüzü yaziyorsunuz. Çok iyidir. Rü'yâniz dogrudur. Su görmek, ilm demekdir. Eli suya sokmak, ilm edinecek kuvvet elde etmekdir. Âdem aleyhisselâmi görmek de, bu ma'nâyi kuvvetlendirmekdedir. Çünki Âdem ?aleyhisselâm", Allahü teâlâdan ögrendi. Bekara sûresi, otuzbirinci [31] âyetinde meâlen, (Âdeme, ismlerin hepsini ögretdi) buyuruldu. Bu rü'yâdaki ilm, kalb ilmidir. Kalb bilgilerinden de, Ehl-i beyte bagli olanidir ?aleyhimürridvân". Bulusdugumuz zemân dahâ anlatirim. Vesselâm.

  4. #214
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 213. Mektup

    Bu mektûb, nakîb seyyid seyh Ferîd hazretlerine yazilmisdir. Va'z ve nasîhat vermekde, Ehl-i sünnet âlimlerine uymagi övmekdedir:

    Allahü teâlâ, sizi, zâtiniza yakismiyan herseyden korusun! Yüce ceddiniz ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât" hurmetine düâmi kabûl buyursun! Errahman sûresinde, altmisinci âyetinde meâlen, (Iyiligin karsiligi, ancak iyilik olur) buyuruldu. Sizin ihsânlariniza, hangi ihsânla karsilik yapacagimi bilemiyorum. Ancak, mubârek zemânlarda, din ve dünyâ selâmetiniz için düâ etmege çabaliyorum. Elhamdülillah, elimde olmiyarak, bu vazîfe nasîb olmakdadir. Mükâfât olabilecek baska bir ihsân da, va'z ve nasîhatdir. Eger kabûl buyurulursa, bizim için ne büyük ni'met olur.

    Ey asîl ve serefli efendim! Va'zlarin özü ve nasîhatlarin kiymetlisi, Allah adamlari ile bulusmak, onlarla birlikde bulunmakdir. Allah adami olmak ve islâmiyyete yapismak da, müslimânlarin çesidli firkalari arasinda, kurtulus firkasi oldugu müjdelenmis olan, Ehl-i sünnet vel-cemâ'atin dogru yoluna sarilmaga baglidir. Bu büyüklerin yolunda gitmedikçe kurtulus olamaz. Bunlarin anladiklarina tâbi' olmadikça, se'âdete kavusulamaz. Akl sâhibleri, ilm adamlari ve Evliyânin kesfleri, bu sözümüzün dogru oldugunu bildirmekdedirler. Yanlislik olamaz. Bu büyüklerin dogru yolundan hardal dânesi kadar, pekaz ayrilmis olan bir kimse ile arkadaslik etmegi, öldürücü zehr bilmelidir. Onunla konusmagi, yilan sokmasi gibi korkunç görmelidir. Allahdan korkmayan ilm adamlari, hangi firkadan olursa olsun, zindikdirlar. [Yetmisiki bid'at firkasinin hepsi Ehl-i sünnet degildir. Bunlarin en kötüsü sî'îler ile vehhâbîlerdir.] Bunlarla konusmakdan, arkadaslik etmekden, kitâblarini okumakdan, evlerine, köylerine gitmekden de sakinmalidir. Dinde hâsil olan bütün fitneler ve azili din düsmanligi, hep böyle zindiklarin birakdiklari kötülükdür. Dünyâlik ele geçirmek için, dînin yikilmasina yardim etdiler. Bekara sûresinin onaltinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Hidâyeti vererek, dalâleti satin aldilar. Bu alis verislerinde birsey kazanamadilar. Dogru yolu bulamadilar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, bunlari bildirmekdedir. Iblîsin râhat, sevinçli oturdugunu, kimseyi aldatmakla ugrasmadigini gören bir zât, (Niçin insanlari aldatmiyorsun, bos oturuyorsun?) dedikde, (Bu zemânin kötü din adamlari, benim isimi çok güzel yapiyorlar, insanlari aldatmak için bana is birakmiyorlar) demisdi. Oradaki talebeden, mevlânâ Ömer, iyi yaradilislidir. Yalniz, kendisine arka olmak, dogruyu söylemesi için kuvvetlendirmek lâzimdir. Hâfiz imâm da, aklini fikrini dînin yayilmasina vermisdir. Zâten her müslimânin böyle olmasi lâzimdir. Hadîs-i serîfde, (Kendisine deli denilmiyen kimsenin îmâni temâm olmaz) buyuruldu. Biliyorsunuz ki, bu fakîr, söyliyerek ve yazarak, iyi kimselerle konusmanin ehemmiyyetini anlatmaga ugrasiyorum. Kötü kimselerle arkadaslikdan, bunlarin kitâblarini okumakdan kaçinmasini tekrâr tekrâr bildirmekden usanmiyorum. Çünki, isin temeli bu ikisidir. Söylemek bizden, kabûl etmek sizden. Dahâ dogrusu, hepsi Allahü teâlâdandir. Allahü teâlânin hayrli islerde kullandigi kimselere müjdeler olsun! [Zemânimizda, ingiliz câsûslari, mezhebsizler, zindiklar, din adami sekline girdiler. Hak sözü bilen ve söyliyen din adami bulunmaz oldu. Se'âdete kavusmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarini okumakdan baska çâre kalmadi. Hakîkat Kitâbevinin bütün kitâblari, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarindan toplanmisdir. Bunlari bütün müslimânlara tavsiye ederiz. Ehl-i sünnet kitâblari demek, dört mezhebden birinin kitâblari demekdir.]

    Ihsânlarinizin çoklugu, bu yazilara sebeb oldu. Basinizi agritmak ve usandirmak düsüncesini unutdurdu. Vesselâm.

  5. #215
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 214. Mektup

    Bu mektûb, Hân-i Hânâna yazilmisdir. Dünyâ, âhiretin tarlasidir. Kâfirlere, niçin sonsuz azâb yapilacagi bildirilmekdedir:

    Allahü teâlâ, bir kimseyi hayrli islerde kullanirsa, ona müjdeler olsun! Allahü teâlâ, dünyâyi âhiretin tarlasi yapdi. Tohumunun hepsini yiyen ve toprak gibi olan, yaratilisindaki elverisli hâline ekemeyen ve bir dâneden yediyüz dâne yapmagi elden kaçirana yaziklar olsun! Kardesin kardesden ve ananin yavrusundan kaçdigi o gün için, birsey saklamiyan, dünyâda da, âhiretde de ziyân etdi. Eli bos kaldi. Dünyâda da, âhiretde de pismân olacak, âh edecekdir. Akli olan, tâli'li bir kimse, dünyânin birkaç yillik hayâtini firsat bilir, ni'met bilir. Bu kisa zemânda, dünyânin çabuk tükenen ve hepsinin sonu sikinti ve azâb olan, geçici zevklerine, tadina aldanmaz. Bunlarla vakti kaçirmaz. Bu kisa zemânda tohumunu eker. Bir dâne iyi is yaparak, sayisiz meyveler elde eder. Bekara sûresi, ikiyüzaltmisbirinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Allahü teâlâ diledigine katkat verir) buyuruldu. Bunun içindir ki, birkaç günlük iyi ise karsilik, sonsuz ni'metler verecekdir. Allahü teâlâ, çok ihsân sâhibidir.

    Süâl: Karsiligin katkat olmasi, iyiliklerdedir. Kötülüklerin karsiligi bire birdir. Böyle olunca, kâfirlere kisa bir zemândaki kötülükler için, sonsuz azâb yapmasi nedendir?

    Cevâb: Dünyâda yapilan isin karsiliginin nasil olacagini Allahü teâlâdan baska kimse bilmez. Insan bilgisi bunu anliyamaz. Meselâ, Muhsan [nâmuslu] olan bir kimseyi kazf [iftirâ] edene seksen sopa vurulmasini emr eylemisdir. Hirsizlik haddi olarak, hirsizin sag elinin kesilmesini karsilik eylemisdir. Zinâ haddi olarak evli olmiyanlara yüz sopa ile bir sene sehrden sürmek, evli olanlara, tas atarak öldürmek cezâsini vermisdir. Bu cezâlarin sebeblerini insanlar anliyamaz. Bunun gibi, kâfirlere, kisa zemândaki küfr için, sonsuz azâbi karsilik yapmisdir. Geçici bir küfrün cezâsi, sonsuz azâbdir. Islâmiyyetin bütün emrlerini aklina uygun getirmek istiyen, akli ile isbâta kan kimse, (Peygamberlige) inanmamis olur. Onunla konusmak akl isi degildir. Fârisî beyt tercemesi:

    Kur'ân ile hadîse, inanmazsa bir kisi,
    ona hiç cevâb verme, konusma bitir isi!

    Fakîrin ?kaddesallahü teâlâ sirrehül'azîz" mektûbunu getiren meyân seyh Ahmed, merhûm seyh sultân Tehâniserînin kiymetli ogludur. Babasina olan lutf ve ihsânlarinizi düsünerek bu fakîri araya koyarak, yüksek hizmetinizde çalismak için gelmisdir. Babasina olan ihsânlarinizdan biri, usrlu bir yerin usrunun ona verilmesini emr buyurmusdunuz. Emr sizdendir. Hakîkatde ise, hersey Allahdandir. Selâm sizlere olsun ve dogru yolda gidenlere ve Muhammed Mustafânin ?aleyhi ve alâ âlihissalevât vetteslîmât" izinde bulunanlara olsun!

  6. #216
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 215. Mektup

    Bu mektûb, mirzâ Dârâba yazilmisdir. Kötü olan dünyânin ne oldugu bildirilmekdedir:

    Yaradilisinizin iyi oldugunu gösteren, çok ince düsüncelerinizi açikliyan kiymetli mektûbunuz geldi. Bir ise yaramiyan bu fakîrleri oksayan yazilariniza, Allahü teâlâ, Habîbi hurmetine ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât" iyi karsiliklar ihsân buyursun!

    Yavrum! Bu dünyâya düskün olanlar, mal, para pesinde kosanlar, büyük bir belâya yakalanmislardir. Büyük bir derde tutulmuslardir. Çünki, bu dünyâda bulunan, Allahü teâlânin begenmedikleri seyler ve her pislikden dahâ kötü olan pislikler, bu kimselere güzel görünmekdedir. Sevimli sanilmakdadir. Necâseti yaldizlamak, zehri sekerle kaplamak gibidir. Allahü teâlâ insanlara akl verdi. Akla bu alçak dünyânin kötülügünü anlatdi. Allahü teâlânin begenmedigi seylerin çirkinligini gösterdi. Bunun için, âlimler buyurdu ki, (Bir kimse, öldükden sonra, malinin zemânin en aklli olanina verilmesini vasiyyet etse, zâhide vermek lâzimdir. Çünki zâhid, dünyâya düskün degildir. Onun dünyâya kiymet vermemesi, aklinin çok oldugunu gösterir). Allahü teâlâ çok merhametli oldugu için, yalniz akl sâhidini vermekle kalmadi. Ikinci ve naklî sâhid olarak da Peygamberleri ?aleyhimüsselâm" verdi. Âlemlere rahmet olarak gönderdigi Peygamberleri ile ?aleyhimüssalevâtü vettehiyyât", bu bozuk malin iç yüzünü kullarina bildirdi. O yalanci kahpenin cilvelerine aldanmamalarini, ona tutulmamalarini açikça emr buyurdu. Sasmaz, dogru olan bu iki sâhid var iken, bir kimse, seker sanarak zehr yirse ve altina kavusacagim diyerek necâseti avuçlarsa, elbette çok alçaklik yapmis olur. Çok pis oldugunu göstermis olur. Peygamberlere ?aleyhimüssalevâtü vettehiyyât" inanmamisdir. Müslimân oldugunu söylese de, münâfik olur. Onun müslimân görünmesi, âhiretde fâide vermez. Yalniz dünyâda cânini ve malini korumus olur. Bugün, kulaklardan gaflet pamugunu atmalidir. Yoksa, âhiretde âh etmekden, pismân olmakdan baska yapilacak sey olmaz. Hâlinizi sik sik bildiriniz!

    Fârisî beyt tercemesi:

    Canim yavrum! Sana sözüm, yalniz sudur:
    körpeciksin, yolun da çok korkuludur.

  7. #217
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 216. Mektup

    Bu mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede ?rahmetullahi aleyh" yazilmis olup, Evliyânin kerâmetini bildirmekdedir:

    Herseyi yokdan var edip, her ân varlikda durduran, cânlilari besliyen, büyüten Allahü teâlâya hamd ederim. Onun Peygamberlerine ve bunlarin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma ve ona yakîn olanlara, salât ve selâm eylerim!

    Daglar, tepeler, dostlarla aramizda perde oldugundan, görünüsdeki uzaklik, bulusmagi, konusmagi, Ankâ kusu gibi, ele geçmez bir sekle sokmusdur. Ara sira yeni bilgileri yazip, sevdiklerime yollamagi, âcizâne düsündüm. Bunun için tektük gönderdigim bilgilerden, usanmiyacaginizi ümmîd ederim.

    Kiymetli efendim! Bugünlerde, her agizda, Evliyânin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în" kerâmeti dolasmakda, câhil halk, hârika, kerâmet aramakda oldugundan, bu yolda, birkaç sey yazmagi uygun gördüm. Lütfen dikkatli okuyunuz! Vilâyet ya'nî Evliyâlik, Fenâ ve Bekâ demekdir. Bu dereceye yetisenlerde, hârikalar, kesfler görülür. Fekat, hârikalarin çok olmasi, vilâyetin temâmligini ve olgunlugunu bildirmez. Hârikalari dahâ az oldugu hâlde, vilâyeti dahâ kâmil olanlar, çok görülmüsdür. Hârikalarin çok olmasinin sebebi ikidir:

    1- Urûc ederken, pekçok yükselmek.

    2- Nüzûl ederken pekaz inmek.

    Hattâ, hârikalarin çok görünmesinin baslica sebebi, ikincisidir. Ya'nî yukari makâmdan asagiya inmenin az olmasidir. Çünki, asagi dereceye inen Velî, sebebler âlemine inmis olur. Her hâdisenin bir sebeble hâsil oldugunu bilir. Sebebleri yaratanin ?celle celâlüh", esyâyi sebeblerle hareket etdirdigini görür. Hâlbuki, asagi dereceye geri dönmiyen veyâ az inip, sebebler derecesine düsmiyen Evliyâ, yalniz sebeblerin sâhibini, sebeblere kuvvet ve te'sîr vereni görüp, sebebleri göremez. Allahü teâlâ, herkese lâyik olani, umdugunu verdiginden, bu iki Velîye baska dürlü ihsânda bulunur. Sebebleri görenin islerini, arzûlarini, sebeb ile yaratir. Sebebleri görmiyene ise, sebebsiz verir. Nitekim hadîs-i kudsîde, (Kullarim beni zan etdikleri gibi bulur) buyurulmakdadir. Bu ümmetde, çok Evliyâ gelip geçmisdir. Bunlarin içinde Muhyiddîn seyyid Abdülkâdir-i Geylânîden ?kuddise sirruh" hâsil olan hârikalar kadar, hiçbirinden hâsil oldugu isitilmemisdir. Bunun sebebi, uzun zemândan beri, zihnimi kurcaliyordu. Bir dürlü anliyamiyordum. Sonra, Hak sübhânehü ve teâlâ bu bilmeceyi açikladi. Anlasildi ki, o büyük Velî ?kuddise sirruh", Evliyânin hepsinden dahâ yukari çikmis, inisde, Rûh makâmina kadar tenezzül etmisdir. Rûh derecesi ise, sebeblerin bulundugu âlemin üstündedir. Hasen-i Basrî ile Habîb-i Acemînin ?kuddise sirruhümâ" hâlini burada bildirmek uygun olur. Söyle ki, birgün, Hasen-i Basrî, Dicle kenârinda gemi bekliyordu. Habîb-i Acemî çikageldi ve (Ne bekliyorsun?) dedi. (Gemiye binecegim, onu bekliyorum) deyince, Habîb, (Gemiye ne hâcet, sen, yakîn mertebesine varmamissin!) dedi. Hasen-i Basrî ise, (Sen de ilm-ül-yakîn derecesine ermemissin) dedi. Habîb, gemiyi beklemeyip, su üzerinden yürüyüp karsiya geçdi. Hasen ise, gemiyi beklemekde kaldi. Çünki, sebebler âlemine kadar inmis oldugundan, onun islerini, sebebler te'sîri ile yapiyorlardi. Habîb-i Acemî ise, islerin yaratilmasinda, sebebleri görmediginden, onun isteklerini sebebsiz olarak ihsân ediyorlardi. Hasenin derecesi, Habîbin derecesinden dahâ yüksekdir. Çünki, (Ilm makâmi)ndadir. Ya'nî, ayn-ül-yakîni, ilm-ül yakîn ile birlesdirmisdir. Hâdiselerin husûle gelmesini, oldugu gibi, dogru görmekdedir. Allahü teâlâ, kudretini, hikmet altinda gizlemekde, herseyi sebebler te'sîri ile yapmakdadir. Habîbe gelince, O, ask-i ilâhînin serhosudur. Sebebleri göremeyip, asl yapana bakmakdadir ki, bu görüsü yanlisdir. Çünki, arada sebebler vardir.
    Tâlibleri irsâd etmek vazîfesi, hârikalar göstermenin aksinedir. Çünki Rehber, ne kadar çok inmis olursa, irsâdi o kadar kuvvetli olur. Irsâd edebilmek için, tâlib ile rehberin birbirine yakîn olmasi lâzimdir. Bu da, Rehberin asagi dereceye ya'nî tâliblerin derecesine inmis olmasi ile olur. Bir Velî, ne kadar çok yükselirse, inisi o kadar çok asagi olur. Bunun içindir ki, Peygamberlerin son geleni ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât", hepsinden yukari gitdi. Inisde de, hepsinden asagi geldi. Bundan dolayi, Onun da'veti, irsâdi, hepsinden kuvvetli oldu ve bütün insanlarin Peygamberi oldu. Çünki inisi fazla oldugundan, mahlûklara yakinligi, dahâ çok oldu. Böylece, kendisinden istifâde, dahâ kolay oldu. Tesavvuf yolunda, nihâyete varmayip, ortalarda bulunan Velîler, tâliblere, nihâyete varmis da inememis Velîlerden dahâ çok fâideli oluyor. Çünki ortalardakilerin hâli, baslangicdakilere dahâ uygundur. Bunun içindir ki, seyh-ul-islâm Hirevî Abdüllah-i Ensârî buyurdu ki, (Eger Ebül-Hasen-i Harkânî ile Muhammed Kassâb bir sehrde bulunsaydi, sizi Muhammed Kassâba gönderirdim. Çünki o, tâliblere, Harkânîden dahâ fâideli olur). Harkânî, nihâyete varmisdi. Tâlibler, ondan, pek istifâde edemezdi. Ya'nî asagi dönmiyen Velî, nihâyete varmakla, tâlibleri iyi yetisdiremez. Fekat, nihâyete varan Velîler, geriye indikden sonra, kuvvetli ifâde ve terbiye edicidir. Çünki, Muhammed ?sallallahü aleyhi ve sellem", herkesden dahâ yükselmis iken, ifâde, terbiye etmesi, herkesden çok idi. Görülüyor ki, ifâdenin, terbiye etmenin azligi, çoklugu inis mikdârina bagli olup, nihâyete varip varmamaga bagli degildir. Burada, dikkat edilecek bir incelik vardir ki, o da, Velînin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în", kendi vilâyetini bilmesi lâzim olmadigi gibi, kendisinden hârika, kerâmet hâsil oldugunu bilmesi de sart degildir. Çok olur ki, herkes onun kerâmetini görür. Onun bu kerâmetlerden hiç haberi olmaz. Ilm ve kesf sâhibi olan Evliyânin da, kendi kerâmetlerinden ba'zisini bilmemesi câizdir. Ba'zan, bunlarin Âlem-i misâldeki sekllerini, sûretlerini bir ânda, çesidli memleketlerde, herkese gösterirler. Uzak yerlerde, sasilacak isleri yapdiklari görülür. Hâlbuki kendisi, bunlari hiç bilmez. Hazret-i Mahdûmî, mevlânâ Nûreddîn-i Câmî ?kuddise sirruh" buyurdu ki, (Büyüklerden birine, çesidli yerlerden gelen tanidiklari, seni Mekke-i mükerremede gördük ve birlikde hac yapdik. Baskalari da, seni Bagdâdda gördük ve birlikde söyle söyle seyler yapdik derlerdi. Hâlbuki, o kimse, o günlerde evinden çikmamisdi ve o kimseleri görmemisdi. Acabâ niçin böyle söylüyorlar) derdi. [O kimse mevlânâ Câmî'in kendisi idi.] Her isin dogrusunu, yalniz Allahü teâlâ bilir. Dahâ fazla yazmaga lüzûm yok. Merâk etdiginizi, dahâ çok anlamak istediginizi ögrenirsem, insâallah, dahâ çabuk ve dahâ çok yazarim. Vesselâm.

  8. #218
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 217. Mektup

    Bu mektûb, molla Tâhir-i Bedahsîye yazilmis olup, bâtinin [kalbin, rûhun] hâli ne kadar bilinmezse, o kadar iyidir ve Evliyânin kesflerinde hatâ olmasinin sebebini, (Kazâ-i mu'allak) ile (Kazâ-i mübrem)i ve dinde güvenilecek seyin yalniz Kitâb ve Sünnet oldugu bildirilmekdedir:

    Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd ederim ve Peygamberlerin seyyidine ?aleyhimüsselâm" salât ve tertemiz Akrabâsina ve Eshâbina selâm ederim! Uzun zemândan beri, hâlinizi bildirmediniz. Her ne seklde olursaniz olunuz, dogru yoldan sapmamalisiniz. Îmân edilecek seylerde ve ibâdetlerde ve her isde, islâmiyyetden kil kadar ayrilmamaga, çok dikkat etmelisiniz. Kalbin nisbetini [bagliligini] korumak ve büyüklerimizin gösterdigi seklde temizlenmesine çalismak da, çok mühimdir. Kalbin hâli ne kadar gizli kalirsa, o kadar iyidir ve cehâlet, hayret artdikca, güzel olur. Çünki, Allahü teâlâya âid bilgiler ve ismlerinden kalbe dogan ma'rifetler, tesavvuf yolunun ortalarinda hâsil olup, nihâyete dogru azalir. Vâsil oldukdan sonra, büsbütün yok olur. Allahü teâlâyi taniyamamak ve Ona kavusamamakdan baska, hiçbir kazanç kalmaz. Hele dünyâya, mahlûklara âid kesflere [bilgilere], ne diyelim ki, zâten bunlar, çok vakt yanlis olur. Böyle bilgilerin olmasi ve olmamasi müsâvîdir.

    Süâl: Evliyânin ?rahmetullahi aleyhim ecma'în", mahlûklara âid bilgileri, çok vakt yanlis oluyor ve kalbine dogan bilginin tersi, hâsil oluyor. Meselâ, bir kimsenin bir ay sonra ölecegini veyâ yolcunun gelecegini haber veriyorlar. Bunlar olmuyor. Bunun sebebi nedir?

    Cevâb: Velînin kalbine gelen bilgi, haber verilen is, çok def'a sartlara bagli olur. O Velî, o ânda, o sartlari anliyamaz. O seyin, sartsiz olarak, her hâlde meydâna gelecegini sanir. Bundan baska (Levh-i mahfûz)da yazili, ileride olacak bir isi, ârife [ya'nî Velîye] gösterirler. Fekat o is, degisdirilebilen, silinip yeniden yazilabilen seylerdendir. (Kazâ-i mu'allak) gibidir. Ârif, o isin, bir sarta bagli oldugunu, silinebilecek seylerden oldugunu anliyamayip, elbette hâsil olacagini sanir ve gördügünü haber verir. Böylece, o is de, hâsil olmiyabilir. Isitdigimize göre, Cebrâîl ?aleyhisselâm", bir gün, Peygamberimize ?aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât" gelip, bir gencin, yarin sabâh, erkenden ölecegini haber verir. Peygamber efendimiz ?aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm", bu gence aciyip, huzûr-i se'âdetlerine çagirir. Ne istegi oldugunu sorar. (Bir kiz ile evlenmek ve bir de, tatli isterim) der. Emr buyurup, ikisini de hemen hâzirlarlar. Genç, o gece, odasinda âilesi ile oturmus, tatli yanlarinda iken, kapiya bir fakîr gelip, (Açim, Allah rizâsi için bir sey verin!) der. Genç, tatlinin hepsini, fakîre sadaka verir. Sabâh olunca, Peygamberimiz ?sallallahü aleyhi ve sellem", gencin ölüm haberini bekler. Uzun zemân, haber gelmeyince, birini gönderip sorar. Gencin sag ve keyf yapmakda oldugunu söylerler. Hayret eder. O sirada, Cebrâîl ?aleyhisselâm" gelir. Ona sorar. Cebrâîl ?aleyhisselâm", (Gencin tatliyi sadaka vermesi, gelmekde olan belâyi geri çevirdi) der ve gencin yasdigi altinda, büyük bir yilani ölü olarak bulurlar. Bu haber, bu fakîre hos gelmiyor. Cebrâîl aleyhisselâmin yanilmasini câiz görmiyorum. Yâhud, Cebrâîl aleyhisselâmin ma'sûm olmasi, emîn olmasi ve hiç yanilmamasi, vahy seklinde getirdigi seylerdedir. Ya'nî, Allahü teâlâ tarafindan indirdigi seylerde, yanlislik ihtimâli yokdur. Bu genç için getirdigi haber ise vahy degildir. Levh-i mahfûzda görüp ögrendigi birseyi haber vermisdir. Levh-i mahfûzda yazili seyler, silinip degisdirilebildiginden, buradan ögrenilen haberler yanlis olabilir. Allahü teâlâ tarafindan getirilen seylerin ise, yanlis olmak ihtimâli yokdur. Sehâdet ile ihbâr arasinda fark vardir. Islâmiyyetde, sâhid olmak kabûl olunur. Haber vermege ise güvenilmez.

    Kazâ, ya'nî Allahü teâlânin yaratacagi seyler, iki kismdir: (Kazâ-i mu'allak), (Kazâ-i mübrem). Birincisi, sarta bagli olarak, yaratilacak seyler demekdir ki, bunlarin yaratilma sekli degisebilir veyâ hiç yaratilmaz. Ikincisi, sartsiz, muhakkak yaratilacak demek olup, hiçbir sûretle degismez, muhakkak yaratilir. Kaf sûresinin yirmidokuzuncu âyetinde meâlen, (Sözümüz degisdirilmez) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, kazâ-i mübremi bildirmekdedir. Kazâ-i mu'allak için de, Ra'd sûresinde, (Allahü teâlâ, diledigini siler, diledigini yazar) meâlindeki, yirmidokuzuncu âyet-i kerîme vardir. Hocam, Muhammed Bâkî-billah ?kuddise sirruh" buyurdu ki, seyyid Abdülkâdir-i Geylânî ?kuddise sirruh", ba'zi kitâblarinda buyurmus ki, (Kazâ-i mübremi kimse degisdiremez. Fekat ben, istersem, onu da degisdirebilirim). Bu söze sasar ve olacak sey degildir derdi. Hocamin bu sözü, uzun zemândan beri, zihnimi kurcalamisdi. Nihâyet, Allahü teâlâ, bu fakîri de, bu ni'meti ihsân etmekle sereflendirdi. Bir gün, sevdiklerimden birine, bir belâ gelecegi, ilhâm olundu. Bu belânin geri döndürülmesi için, cenâb-i Hakka çok yalvardim. Bütün varligim ile, Ona sigindim. Korkarak, sizliyarak, çok ugrasdim. Bu belânin, Levh-i mahfûzda kazâ-i mu'allak olmadigini, bir sarta bagli olmadigini gösterdiler. Çok üzüldüm, ümmîdim kirildi. Abdülkâdir-i Geylânînin ?kuddise sirruh" sözü hâtirima geldi. Ikinci def'a olarak, tekrâr sigindim, çok yalvardim. Aczimi, zevalliligimi göstererek niyâz etdim. Lutf ve ihsân ederek kazâ-i mu'allakin iki dürlü oldugunu bildirdiler: Birisinin sarta bagli oldugu, levh-i mahfûzda gösterilmis, meleklere bildirilmisdir. Ikincisinin sarta bagli oldugunu, yalniz Allahü teâlâ bilir. Levh-i mahfûzda, kazâ-i mübrem gibi görülmekdedir ki, bu kazâ-i mu'allak da, birincisi gibi degisdirilebilir. Bunu anlayinca, Abdülkâdir-i Geylânînin ?kuddise sirruh" sözündeki, kazâ-i mübremin, bu ikinci kism kazâ-i mu'allak oldugunu ve kazâ-i mübrem seklinde görüldügünü, yoksa, hakîkî kazâ-i mübremi degisdiririm demedigini anladim. Böyle kazâ-i mu'allaki, pekaz kimseye tanitmislardir. Yâ, bunu degisdirebilecek kim bulunabilir? O sevdigim kimseye, gelmekde olan belânin, bu son kism kazâdan oldugunu anladim ve Hak ?sübhânehu ve teâlâ"nin bu belâyi geri çevirdigi ma'lûm oldu. Allahü teâlâya, bunun için çok sükr olsun! Ona sevdigi ve begendigi gibi sükrler olsun ve bütün insanlarin en üstünü ve Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâya ?aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ve Ona yakin olanlarin ve Eshâbinin hepsine ?ridvânullahi teâlâ aleyhim ecma'în" salât ve selâm ve tehiyyetler olsun! Allahü teâlâ, Onu âlemlere rahmet olarak gönderdi. Yâ Rabbî! Kalblerimizi Onun sevgisi ile doldur. Hepimizi Onun yolunda bulundur! Bu düâya âmîn diyenlere, Allahü teâlâ merhamet etsin!

    Evliyânin ?kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz" kalbine gelen ilhâmlardan ba'zisinin yanlis olmasi, sundan da ileri gelir ki, ilhâm olunan bilgilere benziyen, ba'zi yanlis baslangiçlar, hâtirina gelir. Bunlari dogru sanir ve ilhâm olunan seylere karisdirir. Böylece, ilhâm dogrulugunu gayb eder. Ba'zan da, kesflerde, rü'yâlarda, gizli seyler, kendisine gösterilir. Bunlari gördügü gibi olacak sanir. Hâlbuki, onlara ma'nâ vermek, ta'bîr etmek lâzim geldigini bilemez. Bunun için, söyledigi seyler meydâna çikmaz. Iste böyle sebeblerden dolayi, kesf ve ilhâmlar, hatâli olmakdadir.

    Hiç yanlis olmiyan, güvenilecek, yalniz Kur'ân-i kerîm ve hadîs-i serîflerdir. Çünki her ikisi de, elbette dogru olan, vahy ile bildirilmisdir. Ya'nî melek ile indirilmisdir. Âlimlerin söz birligi ve müctehidlerin ictihâdi da, bu iki dogru kaynakdan alinmisdir. Iste, islâmiyyetin bu dört temeli disinda kalan bilgiler, her ne olursa olsun, bu dört esâsa uygun ise, kabûl edilir. Uygun olmiyanlar, Evliyânin ?kaddesallahü teâlâ esrârehümül'azîz" ilmleri, ma'rifetleri, kesfleri olsa da, [fen adami olarak geçinen, fen taklîdcilerinin, tecribe ve isbât edilmis bilgiler arasina, bozuk düsünceleri ile karisdirdiklari, hipotez, teori bile olmiyan sözleri olsa da], kabûl olunmaz.

    [(Berîka) kitâbinin doksandördüncü sahîfesinde diyor ki, (Edille-i ser'iyyenin dört olmasi müctehidler içindir. Mukallidler ya'nî dört mezhebden birinde olanlar için delîl, sened, bulundugu mezheb reîsinin ictihâdi ve sözüdür. Çünki mukallidler, âyetden ve hadîsden ahkâm çikaramaz. Bunun içindir ki, mezheb imâminin sözü, Nassa ya'nî âyete ve hadîse uymuyor göründügü zemân mezheb imâminin sözüne uyulur. Çünki (Nass) ictihâd istiyebilir. Yâhud, baska nassla degismesi, te'vîl edilmesi, yanlis birsey olmasi, nesh edilmis olmasi mümkindir. Bunlari da ancak müctehid anliyabilir)].

    Tesavvuf yolunda bulunanlarin vecd ve hâlleri, kesf ve ilhâmlari [ve fen taklîdcilerinin faraziyye ve nazariyyeleri] islâmiyyet terâzîsi ile dartilmadikca, on para etmez. Kur'ân-i kerîm ve hadîs-i serîf mi'yâri ile yoklamadikça, kabûl edilmez. [Evliyânin kesf ve ilhâm ile edindikleri ba'zi bilgilerinde yanlislik bulunabilecegini isiterek, bu büyüklerin, islâmiyyeti bildiren sözlerine inanilmaz demek, pek câhillik olur. Bunlarin, Kur'ân-i kerîmden, hadîs-i serîflerden ve din imâmlarindan verdikleri haberler sübhesiz saglam ve dogrudur. Meselâ, Abdülkâdir-i Geylânînin ?rahmetullahi aleyh", (Bes vakt nemâzin sünnetleri yerine, kazâ nemâzlarini kilip, kazâlari bir ân önce bitirmek lâzimdir) sözü, kesf ve ilhâm olmayip, islâmiyyeti bildirmekdedir ve Ehl-i sünnet âlimlerinin yoludur ?rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma'în". Din bilgilerini, ilhâm, kesf sanip, Evliyânin sened, vesîka degerindeki sözlerine inanmiyan kimse helâk olur.]

    Tesavvuf yoluna girmek ve bu yolda ilerlemek islâmiyyetin bildirdigi seylere, kalbin yakîn hâsil etmesi, hakîkî îmâna kavusmasi içindir ve islâmiyyetin emrlerini kolaylikla, seve seve yapmak içindir. Bu ikisinden baska seyler kazanmak için degildir. Çünki, Allahü teâlâyi görmek, âhiretde va'd edildi. Dünyâda görülemez. Tesavvufcularin müsâhede, tecellî diyerek övdükleri görünüsler, zil ile, gölge ile avunmakdir. Benzeterek, sanarak, bosuna sevinmekdir. Allahü teâlâ, (Verâ-ül-verâ)dir. Ya'nî ötelerin ötesidir. Müsâhede ve tecellî dedikleri görünüslerin iç yüzünü bildirirsem, bu yola yeni girenlerin çalismakdan vaz geçmelerinden, sevk ve heveslerinin gevsemesinden korkarim. Fekat, hiç agzimi açmazsam, bildigim hâlde, herkesin yanlis seyleri hakîkat sanmalarina göz yummus olmakligimdan da korkuyorum. Onun için, tekrâr söyliyeyim ki, tesavvufcularin müsâhedelerini, tecellîlerini, kelîmullah hazret-i Mûsânin ?alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm" sâhid oldugu, Tûr dagina olan tecellî ile karsilasdirmali. Ona benzemeyince, gölgenin, hayâlin, asl ve hakîkat sanildigi anlasilmalidir. O tecellîye benzemiyecekleri sübhesizdir. Çünki, O ve Onun tecellîsi, mahlûklara âid sifatlardan, kaydlardan münezzehdir. Bu dünyâda ise, bu kaydlardan siyrilmak mümkin degildir. Ister kalbe tecellî olsun, ister disarda tecellî olsun, bu kaydlar karisacakdir. Hâtem-ül-Enbiyâ ?aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât", bundan ayridir. O, dünyâda gördü ve kil kadar degismedi. Evet, Onun yolunda gidenlerin büyüklerine dünyâda, bu ni'met nasîb olur ise de, sayisiz zillerden, perdelerden birinin gerisinde olmakdadir. Tecellîye kavusan, bunu anlasa da, anlamasa da bunlara perdesiz tecellî olamaz. Kelîmullah ?aleyhi ve alâ nebiyyinesselâm" kendine tecellî etmedigi hâlde, Tûr dagina olan tecellîyi görünce bayildi, düsdü. Baskalari kim bilir ne olur?

    Sunu da bildireyim ki, sevdiklerimizden birine, talebeyi yetisdirmek için, izn vermekden maksad, îmânin gevsedigi, çok kimselerin yoldan çikdigi, din bilgilerinin unutuldugu, bu firtinali zemânda, müslimân evlâdlarina Allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile ugrasirken, onlarla birlikde, ilerlemesi içindir. Bu inceligi iyi anlamali ve ömrde geri kalan birkaç günlük firsatda, çalisarak, talebe ile birlikde, ni'mete kavusmalidir. Yoksa, bu izni, büyüklük ve olgunluk alâmeti sanip, maksaddan mahrûm kalmamalidir. Bizim vazîfemiz bildirmekdir. Vesselâm.

  9. #219
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 218. Mektup

    Bu mektûb, Molla Dâvüde yazilmisdir. Pîrin hakkini gözetmegi bildirmekdedir:

    Kiymetli kardesim Mevlânâ Dâvüdün mubârek mektûbu geldi. Bizleri sevindirdi. Hak teâlâ, zâhirinizi ve bâtininizi, râzi oldugu seyleri yapmakla süslesin. Sevgili Peygamberi ve Onun yüksek Âli hurmetine düâmizi kabûl buyursun ?aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâm"! Kalbin çesidli seylere dagilmasi yüzünden, kalb için aldiginiz dersi yapmakda ve büyüklerin yolunda ilerlemekde gevseklik olmamalidir. Bir kararti ve bulaniklik olursa, Allahü teâlâya yalvararak, boynunuzu bükerek, Ona siginarak bundan kurtulmaga çalisiniz. Bundan kurtulmanin ikinci ilâci, bu ni'mete kavusmaniza sebeb olana, sizi bu yolda yetisdirene tâm baglanmanizdir. Bu büyük ni'mete kavusduran zâtin haklarini, edeblerini gözetmege çok çalisiniz. Onun rizâsini kazanmagi, Allahü teâlânin rizâsini kazanmaga vesîle biliniz. Kurtulus yolu ancak budur. Vesselâm.

  10. #220
    Reyhani
    Reyhani - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Mektubat-ı Rabbani 219. Mektup

    Bu mektûb, mirzâ Ebrece yazilmisdir. Insan, câhil oldugu için, bedeninin hastaligini gidermege çalismakdadir. Kalbin dünyâya düskün olmasi hastaligindan haberi bile olmadigi bildirilmekdedir:

    Allahü teâlâ, sizi ayblardan, kusûrlardan korusun. Sizi lekeliyecek seylerden, geçmis ve gelecek bütün insanlarin en üstünü hurmetine ?aleyhi ve alâ âlihi ve sahbihi ecma'în minessalevâti etemmühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ" muhâfaza buyursun! Ey mes'ûd ve temiz kardesim! Insanin bedenine bir hastalik gelince ve uzvunda bozukluk olunca, o hastaligi gidermek ve o bozuklugu düzeltmek için, o kadar ugrasir da, kalb hastaligi kendisini sonsuz ölüme ve bitmez tükenmez azâblara sürükledigi hâlde, bu korkunç hastalikdan kurtulmagi hiç düsünmemekdedir ve onu gidermek için hiç kipirdamamakdadir. Kalbin hasta olmasi demek, Allahü teâlâdan baska seylere tutulmus olmasidir. Eger, kalbin bu tutulmasini hastalik bilmezse, çok alçak kimsedir. Eger bilir de, aldiris etmezse, çok pisdir. Bu hastaligi anlamak için, (Akl-i mu'âd) lâzimdir. (Akl-i me'âs), kisa görüslü oldugundan, ancak, görünüse bakar. Akl-i me'âs, dünyânin geçici lezzetlerine bakarak, kalb âfetlerini hastalik bile saymadigi gibi, akl-i mu'âd da, âhiretde verilecek sevâblara bakarak, bedendeki bozukluklari, hastalik saymaz. Akl-i me'âs, kisa görüslü, akl-i mu'âd keskin görüslüdür. Akl-i mu'âd, Peygamberlerde ?aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" ve Evliyâda bulunur. Akl-i me'âsi, mala düskün olanlar, dünyâya bagli olanlar begenir. Aradaki farki düsünmelidir. Akl-i mu'âdi kuvvetlendiren seyler, ölümü düsünmek, âhiretde olacak seyleri ögrenmek ve âhiret derdi ile sereflenmis olanlarla birlikde bulunmakdir. Fârisî beyt tercemesi:

    Aranilan hazînenin nisânini verdim sana,
    belki sen kavusursun, biz varamadiksa da.

    Bedenin hastaligi, ahkâm-i ser'iyyenin yerine getirilmesini güçlesdirdigi gibi, kalb hastaligi da, islâmiyyete uymagi güçlesdirmekdedir. Sûrâ sûresi, onüçüncü âyetinde meâlen, (Müslimân olmalarini istemekligin, kâfirlere çok güç gelmekdedir) ve Bekara sûresinin kirkbesinci âyetinde meâlen, (Nemâz kilmak, ibâdet etmek, yalniz mü'minlere güç gelmez) buyuruldu. Görünen uzvlarin kuvvetden düsmesi, ibâdeti güçlesdirdigi gibi, kalbde îmânin za'îflemesi de güçlesdirmekdedir. Yoksa, islâmiyyetin her emrinde kolaylik vardir. Bekara sûresinin yüzseksenbesinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, size kolaylik yapmak istiyor, güçlük çikarmak istemiyor) ve Nisâ sûresinin yirmiyedinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, emrlerinin hafîf olmasini diledi. Çünki, insanlar za'îf yaratildi) buyuruldu. Bu iki âyet-i kerîme de, sözümüzü isbât etmekdedir. Fârisî misra' tercemesi:

    Bir kimse kör ise, günesin suçu ne?

    Bunun için, bu hastaligi gidermek çok lâzimdir. Bunun mütehassisi olan hakîmlere siginmak farz-i ayndir. Resûl, ancak haber verir.

Sayfa 22/34 İlkİlk ... 2021222324 ... SonSon

Benzer Konular

  1. Ramazan ayının üstünlükleri imam rabbani
    By ArzuNur in forum Mübarek Gün Ve Geceler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 28.09.08, 22:42
  2. İmâm-ı Rabbâni Hazretleri'nden bir nasihat...
    By ArzuNur in forum Nasihatlar
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 16.07.08, 21:58
  3. İmam-ı Rabbani
    By Kartal__13 in forum İslami Şiirler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 21.06.08, 23:34
  4. İmÂm-i RabbÂnÎ
    By İslam-Gülü in forum İslam Büyüklerimiz ve Alimlerimiz..
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.06.08, 15:14

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •