Ögrenme; okuyarak yahut yasayarak, suurlu veya suursuzca, kendi kendine veya baskalarindan elde edilen bilgi, duygu, kisinin davranis ve düsüncesinde kisa veya uzun süre kalici nitelikte degisiklik meydana getirmesidir. Kisaca belirtmek gerekirse; ögrenme, insanin dogumundan ölümüne kadar geçen sürede edindigi tecrübe ve bilgidir. Ögrenilen her yeni bilgi, insanin insanî yönünü gelistirmelidir. Insan, ögrendikleriyle diger varliklardan ayrilir ve insan olma merdivenine ancak ögrendikleriyle tirmanabilir. Yüce Yaratici, insana Alak suresinde, "Yaratan Rabb'inin adiyla oku." diyerek insan için gerçek hayatin, ilim ögrenmek oldugunu belirtmistir. Ögrenmeyi ve ilim sahibi olmayi ihmal edenler, insan olmanin temel vasfini kaybetmis sayilir. Zira insanin yaratilisinin gâyesi, görüp bilmek ve ögrendiklerini baskalarina ögretmekten öte bir sey degildir. Yaratilmis olan insan sadece ögrenmekle mükellef kilinmamis, ayni zamanda ögrendiklerini ögretmekle de yükümlü tutulmustur. Peygamber Efendimiz (sas), insanin bu yanini: "Sadakanin en üstünü, kisinin bir ilim ögrenip sonra da onu Müslüman kardesine ögretmesidir." diyerek dile getirmistir.

Dünyada varliklarin ilk izleri görülmeye basladigindan beri, davranislarini gelistiren ve medeniyetler kurabilen tek varlik insandir. Hayvanlar veya bitkiler yüzyillar geçmesine ragmen, hâlâ eskisi gibi yasamaya devam etmektedir. Insan sahip oldugu ilimle farkini ortaya koyar. Ancak, bilgi sahibi olmak, insanin ilim ögrenmesinin yegâne gâyesi degildir. Ilim sahibi olmanin temel gâyesi, sahip olunan bilginin insanogluna mürsit ve rehber olmasi ve ögrenilen bilgilerle, insanî kemâlâta giden yollarin aydinliga kavusturulmasidir. Insani insan olma suuruna yaklastirmayan bir ilim, sahibinin sirtinda bir yük; insani ulvî hedeflere yöneltmeyen bilgiler de, ise yaramayan birer aldatmacadir.

Günümüzde ilim bas döndürücü bir sekilde gelismekte. Bir gün önce ögrendiklerimiz, bir gün sonra yeterli gelmemekte. Her geçen gün mikro-âlemden makro-âleme kadar genis bir sahada, birçok yeni bilgi ortaya konmakta ve varliga ait karanlik noktalar insan için günbegün daha büyük bir hizla aydinlanmaktadir. Ilmin ve gelismenin disinda kalan insan yavas yavas insan olma farkini yitirmekte, yaratilis gâyesinden uzaklasmaktadir. Nitekim bu hususta Kâinatin Efendisi Hz. Muhammed (sas), "Bir günü bir gününe esit olan bizden degildir." buyurmaktadir.

Bilgi çaginda yasayan biz insanlar için ögrenme her geçen gün önemini daha da artirmaktadir. Ögrenmemiz gereken bilginin çoklugu, buna karsi ögrenmeye ayrilan zamanin azligi isimizi daha da zorlastirmaktadir. Dünya, bilginin hizla üretildigi ve ayni hizda tüketildigi bir yapiya bürünüyor. Francis Bacon'un dedigi gibi: "Bilgi güçtür." Gücü elinde bulunduran ise her seye sahip olabilir. Insan ancak bilgiyle kâinatin sirlarini çözebilmektedir.

Gelismis ülkeleri digerlerinden ayiran en önemli faktör, bilgi sermayeleridir. Günümüzde insanin degeri sahip oldugu bilgiyle ve onu kullanma becerisiyle ölçülmektedir. Eger güçlü olmak istiyorsaniz, size itibar edilmesini arzuluyorsaniz, arkadaslarinizin ve dostlarinizin size deger vermesini bekliyorsaniz, bunlardan daha da önemlisi Hz. Muhammed (sas)'in isteklerini yerine getirmek, Yaratici'nin emirlerine uymak istiyorsaniz bilgili olmalisiniz. Hele hele dünya adina iyi bir hayat ve mutlu bir gelecek; âhiret adina da cennet bahçelerinden bir bahçe veya Allah katinda en degerli makam olan O'nun rizasini kazanma bilgili olmaya baglidir.

Bilginin sürekli yenilenmesi ve eski bilgilerin geçerliligini çabuk yitirmesi, insanlari sürekli ögrenmeye ve yenilenmeye itmistir. Kendini yenilemeyen ve gelismelerden uzak kalan insan, bilgi okyanusunda bogulmaya yüz tutuyor. Önceleri bedenen güçlü insanlar, sonralari zengin insanlar basarili sayilirdi ve diger insanlara göre daha çok degerli olurdu. Bilgi çaginda ise, bilgili olan insan degerlidir ve ancak o kazançlidir. Kur’an-i Kerim bunu: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer 9), "Allah içinizden inanmis olanlari ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin…" (Mücadele 11) âyetleriyle belirtmistir.

Ögrenmek ve yenilenmek ömür boyu sürer. Hz. Muhammed (sas) hayat boyu ögrenmeye devam etmis ve ilim halkalarina katilmistir. Abdullah Ibni Amr bu hususla ilgili olarak sunu anlatiyor: "Resûlullah (sas) bir gün, evinden çikip mescide girmisti. Mescitte ise iki halka vardi. Birinde halk, Kur'ân okuyor, Allah'a dua ediyordu. Digerinde ise, ilim ögrenip ilim ögretmekle mesguldü. Resûlullah (sas): Her ikisi de hayir üzeredir. Sunlar Kur'ân okuyorlar, Allah'a dua ediyorlar, Allah (taleplerini) dilerse onlara verir, dilemezse vermez. Bunlar ise, ögrenip ögretiyorlar. Ben de bir muallim olarak gönderildim! buyurdular ve ilim halkasina oturdular." Resûlullah'in bu tavri her insanin ilim ögrenmek için örnek almasi gereken bir davranistir.
Günümüz dünyasinda, bilgi ve hiz önem kazanmistir. Insanlar artik sadece ögrenmek için çabalamiyor, ayni zamanda "Nasil ögrenmeliyiz?" sorusuna cevap ariyor.

Ögrenmeye ve ilim sahibi olmaya baslamadan önce, ögrenmeyi ögrenmek gerekiyor. Kisi bilgiyi ögrenmeden önce, bunlari daha iyi ve daha çabuk nasil ögrenecegini bilmelidir. Ancak bu sekilde, bilgi çaginda yasamayi basaran insanlar arasinda yerimizi alabiliriz.

Bir hikâyeye göre: Amerikali bir is adamiyla Japon meslektasi ormanda dolasirken vahsi bir ses duyarlar ve irkilirler. Arkalarina baktiklarinda aç bir aslanin üzerlerine dogru kosmaya basladigini görürler. Her ikisi de hizla oradan kaçmaya baslar. Kaçarken Japon aniden durur ve yere oturarak çantasindan spor ayakkabisini giymeye baslar. 20 metre kadar fark atmis olan Amerikali: "O spor ayakkabilarini giyerek aç bir aslandan daha hizli kosabilecegini mi saniyorsun?" diye bagirarak kosmaya devam eder. Spor ayakkabilarini giymeyi tamamlayan Japon ok gibi yerinden firlar, önce Amerikaliyi yakalar, sonra da geçer. Geride kalan Amerikali'nin aslana yem olmak üzere oldugunu gören Japon, Amerikaliya cevabini verir: "Evet ben bu spor ayakkabilarimla aç bir aslandan daha hizli kosamayabilirim; ama senden daha hizli kosabilirim."

Bu hikâyede oldugu gibi, bilgi çaginda önde kosabilmenin yolu daha hizli nasil kosulabilecegini ögrenmekten geçiyor. Kosmaya önceden baslama çok fazla bir önem tasimiyor.

Herhangi bir egitim almadan önce ögrenmenin ögrenilmesi gerektigi gerçegi günümüzde daha da önem kazanmistir. Günümüz insani bu konuda daha bilinçli davranmak zorunda kalmistir. Peygamber Efendimiz: "Mü'min kisiye, hayatta iken yaptigi amel ve iyiliklerden, öldükten sonra ulasanlar, ögretip nesrettigi bir ilim, geride biraktigi salih bir evlat, miras biraktigi mushaf (kitap), insa ettigi bir mescit, yolcular için yaptirdigi bir bina, akittigi bir su, hayatta ve saglikli iken verdigi bir sadakadir. Ölümünden sonra kisiye iste bunlar ulasir." sözüyle de, Islâmiyet’in ögrenmeye ve ögretmeye verdigi önemi göstermektedir.

Ögrenme bilginin beyinde islenmesiyle baslar ve kullanima dönüsmesiyle son bulur. Bilgi, varliklarin, olaylarin ve kâinattaki gerçeklerin duyu organlariyla algilanmasi ve bunlarin beyin tarafindan yorumlanmasi, mânâlandirilmasidir. Bu mânâlandirma ve tanimlama süreci ömür boyu devam eder. Her seyi çok farkli sekillerde yaratma gücüne sahip olan Allah, insanlarin beyinlerindeki algilama sistemlerini de birbirinden farkli yaratmistir. Kisinin algilama yapisi bilinirse, buna uygun ögrenme i kullanilarak bilgi edinme ve ögrenme daha kolay gerçeklesir. Ögrenmeyi kolay ve kalici hale getirmenin yolu, algilama sistemine uygun ögrenme yöntemini kullanmaktir.

Algilama ve ögrenme metotlari

Insanlarin algilama, düsünme ve ögrenme yöntemleri arasinda önemli farklar vardir. Bunun sebebi her kisinin beyin yapisinin farkli bir algilama ve ögrenme sisteminde yaratilmis olmasidir. Yasanan olaylarla ilgili olarak insanlarin kiminde görüntüler, kiminde sesler, kiminde hissettikleri duygular, kiminde koku ve tatlar ön plâna çikar. Insanlar yasadiklarini kendilerinde ön plâna çikan yanlariyla algilar ve zihinlerinde canlandirir. Zihindeki varlik ve olaylarla ilgili tasavvurlar bilgiyi meydana getirir. Her fert kendine has bir mânâlandirma ve yorumlama yapar. Bu durum insanlarin ögrenme ve hatirlama sistemlerinin farkli olmasindan kaynaklanir. Insanlarin ögrenme ve hatirlama sistemlerini bilmeleri, ögrenmelerini kolaylastirarak, hatirda tutmayi güçlendirir.

Aslinda her insan farkli sekillerdeki algilama ve ögrenme sistemlerinin hepsine sahip olmakla birlikte, her kiside bunlardan biri daha baskin durumdadir. Yani hadise ve varliklarin algilamasinda bazi insanlarda onlarin görüntüsü, bazilarinda sesi ve bazilarinda dokunmayla olusan hisleri daha tesirli olmaktadir. Eger bunlara ayri birer isim vermek gerekirse, birinci gruptakilere "görüntüleri algilayan beyinler", ikinci gruptakilere "sesleri algilayan beyinler" ve üçüncü gruptakilere ise, "dokunmalari algilayan beyinler" denilebilir.

Görüntüleri algilayan beyinler

Eger bir hadise veya varligin sesinden ve diger hususiyetlerinden ziyade, kisinin zihninde onun görüntüsü kaliyor ve kisi daha sonra o hadise ve varligi daha ziyade onun görüntüsüne ait ipuçlarindan hatirliyorsa, bu kisi, "görüntüleri algilayan beyin" tipine sahiptir. Bu kisilerin kullandiklari kelimeler agirlikli olarak görüntü ile alâkalidir. Bir olayi veya durumu anlatirken onun görünüs özelliklerini ön plâna çikartirlar. Meselâ, bir arkadasini baskasina tanitmak için uzun boylu, siyah saçli, mavi gözlü gibi görsel niteliklerini söylerler. Görüntülerle düsündükleri için hizli konusurlar. Konusmalarina dikkat etmezler çünkü beyinlerindeki sekillere yetismeye çalisirlar.

Beyin yapisinin görüntüleri algilamasinin yüksek oldugunu ögrenen fert, ögrenme faaliyetini semalara, grafiklere ve görünen unsurlara dayandirmalidir. Kitap okurken, ögrenmeleri gereken noktalarin altini renkli kalemlerle çizebilir. Okuduklari veya dinledikleri ile ilgili grafik veya sema çizerek daha kolay ögrenebilir. Görüntüye dayali ögrenenlerde hayallere dalma çok görülür. Bundan dolayi dalginlik ve dikkat eksikligi diger insanlara göre biraz fazladir. Kendilerine okuduklari kitapla ilgili bir soru soruldugunda, sorunun cevabini düsünürken, o cevabin yazili oldugu sayfanin görüntüsünü hatirlamaya çalisir.

Sesleri algilayan beyinler

Bu beyin tipine sahip kisiler, ögrendikleri bilgilerin daha çok isittikleri seslerle ilgili yanini hatirlayabilir. Okumak yerine dinleyerek daha çabuk ögrenirler. Bir seyi kendileri ögrenmek zorunda kaldiklarinda, yüksek sesle okumayi tercih ederler. Kendilerine herhangi bir sey anlatildiginda, bir kez de kendi cümleleriyle tekrar ederler. Sesli düsünmeyi severler. Aslinda düsüncelerini dile getirerek daha iyi ögrenmenin çabasi içerisine girerler.

Sözel seylere daha çok alâka duyarlar. Söylenilen kelimeleri yillar sonra hatirlayabilirler. Siir gibi konusur, konusmaktan zevk alirlar. Sözlerinin kesilmesinden hoslanmazlar. Bir arkadasini anlattiginda, onu kalin sesli, iyi konusan seklinde sesle ilgili yanlariyla tanitirlar.

Sesleri algilayarak ögrenenler, okuduklari seyi zihinlerinde yüksek sesle tekrarlarlar. Tek baslarina yüksek sesle kitap okumayi tercih ederler ve bu metotla okuduklarini daha çabuk kavrarlar. Bilgiyi dinleyerek veya arkadaslariyla tartisarak daha iyi ögrenirler. Gürültüden çabuk etkilenirler. Gürültülü ortamda ögrenemezler, zihni dagitici sesler onlari çok rahatsiz eder. Kendilerine bir soru soruldugunda çözüm asamalarini seslendirerek bir sonraki asamayi hatirlamaya çalisirlar. Bu beyin tipine sahip bir ögrenci için en ideal ögrenme metodu, dersi ögretmenden dinlemektir.

Dokunmalari algilayan beyinler

Dokunduklarini daha çabuk algilayanlar çevrelerini hisleriyle ögrenirler. Yasadiklari her olay veya durum his dünyalarini etkiler ve onlari hisleriyle hatirlarlar. Konusmaktan hoslanmazlar. Insanlarla iletisim kurarken dokunma duyularini kullanirlar. Iletisim kurduklari kisilerle fizikî temas kurmayi tercih ederler. Bir seye dokunmadan onun hakkinda karar vermek istemezler. Kitap okumaya baslamadan önce, kitaba dokunarak tanimaya çalisir, okudugu satirlari isaret parmagini kullanarak takip ederler.

Ögrenme faaliyetinde bulunurken, dokunma duygularini aktif bir sekilde kullanirlar. Oturduklari sandalyenin sertligi, masanin yüksekligi ve okuduklari kitabin agirligi üzerine yogunlasirlar. Sessiz ve hareketsiz bir sekilde ögrenme faaliyeti gerçeklestiremezler. Kitap okurken sik sik hareket ederler. Ellerini bir yere sürerler, ayaklarini sallarlar. Not tutarak daha kolay ögrenirler. Çünkü not tutma esnasinda kalemin sertligini, kalemin ucunun kâgida temasini hissederler. Bu his onlarda bir duygunun olusmasina yol açar. Bu duygu o bilgiyi ögrenmelerini kolaylastirir. Bu özellige sahip bir ögrenci için en iyi ögrenme yolu, not tutmaktir.