Ey kardeşlerim! Şüphesiz cihad Endülüs'ün ilk kenti Ferdinand'ın ve İzabella'nın eline düştüğü günden beri takriben 600 seneden beri farz-ı ayndır. Ve tekrar İslâm beldelerinin her karış toprağı kurtarılıp üzerinde la ilahe illallah sancağı dalgalanıncaya kadar cihad farz-ı ayn olmaya devam edecektir. Dava Afganistan davası ya da Filistin davası değildir. Her ne kadar bu davalar İslâm'ın önde gelen davalarındansalar da ve her ne kadar Filistin davası İslâm âleminin ilk davası ise de, savaş şu anda Afganistan'da şiddetlenmiştir ve bizler, bizimle düşmanlarımız arasında hükmedinceye kadar Afganistan'da savaşacağız. Sonra iş burada bitmiyor. Farz-ı ayn son bulmuyor. Cihad için inşaallah diğer ücra yerlere geçeceğiz. 'ın mübarek kıldığı Filistin'e veya başka bir yere geçeceğiz. Ve bu işin arkasını bırakmayıp devamlı sürdüreceğiz. Çünkü cihad farizası namaz ve oruç gibi farz-ı ayndır. Nasıl ki namaz insandan ancak öldüğü zaman sakıt olur ise, cihad farizası da aynı şekilde insan ancak öldüğü zaman düşer. Yine nasıl ki insan aziz ve celil olan yüce 'ın huzuruna çıkıncaya kadar oruç tutması üzerine farz ise ve sadece hastalık anları müstesna bırakılmış ise, cihad farizası da aynı şekildedir. İnsandan ancak üç mazeret ile sakıt olur. Yüce bunu Kur'ân-ı Kerim'inde zikretmiştir:
"(Cihada katılmamaları yüzünden) köre herhangi bir günah yoktur; topala bir günah yoktur; hastaya bir günah yoktur..." (Fetih, 17)

İşte yüce bu üç kimseyi cihaddan müstesna kılmıştır. Bu üç sınıfın dışındakilere cihad farz-ı ayndır.

Bana bir genç gelerek: "Ben tıp fakültesinde öğrenciyim, filan üniversitedeyim, birinci sınıfı bitirdim" dedi. Üniversitede takdir almış, ailesi içinde saygı gören bir gençti. Dedi ki: "Ben birinci seneyi veya ikinci seneyi bitirdim. Ne dersin? Ben gelip cihada mı katılayım, yoksa tıp fakültesini mi bitireyim?" Ben de ona dedim ki: "Ben Kur'ân ve Sünnet'i taradım. Doktor olana cihad etmemede bir zorluk yoktur" diye bir şey bulamadım. Tıp Fakültesine girmenin kişiyi cihada katılmaması için mazur kalacağını herhangi bir yerde bulamadım. Buna rağmen bir takım insanlar mühendislik fakültesine girmeyi bir gerekçe göstererek cihaddan geri kalmış ve yolunda cihada katılmamış olmayabilirler. Bazı insanlar cihadın sadece işsizler için bir ibadet olduğunu zannediyorlar. Suudi Arabistan'da oturma izni alamayan, iş bulamayan yahut polis tarafından kovalanıp kamyonlara yüklenerek çeşitli yerlere götürülen vb. insanlara cihadın farz olduğunu zannederler. Buna mukabil bir şirkete başkanlık yapan veya belli bir müessese açan, hatta bakkal çalıştıran veya basit bir ticaret yapanın cihada gitmesindense, işini yürütmesinin daha evlâ olduğunu zannederler.

Ey kardeşler! Kim ticarethanesini, şirketini, üniversitesini, vazifesini veya bakanlığını hatta başbakanlığını yolunda cihad etmeden daha önce görecek olursa onlar yüce Mevlâ'nın şu kelamını çok iyi dinlesin ve kendilerinin ne halde olduklarına karar versinler:
"De ki: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evler, eğer size 'tan, Rasulü'nden ve yolunda cihaddan daha sevimli geliyorsa, 'ın emri gelinceye kadar bekleyin. ,fasıklar güruhuna hidayet etmez." (Tevbe, 24)
"'ın emri gelinceye kadar bekleyin..." Âyet-i kerimedeki "bekleyin" ifadesinin manası nedir? Adeta yüce birisi için. "Sabret, sana ne yapacağımı ben göstereceğim" demekte ve cezayı zikretmeksizin onu tehdit etmektedir. Bu, tehdidin en şiddetli-sidir. Bekle, sana göstereceğim. Ne gösterecektir? yolunda cihad etmeyip, savaşa çıkmayan bir kimseye mutlaka ölümünden önce bir musibet gelecektir. O kimsenin kurtulması mümkün değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: "Her kim savaşa çıkmadan, savaşa çıkan bir askeri teçhizatlandırmadan ve yine savaşa katılan bir erin aile efradını hayırlı bir şekilde gözetlemeyi üzerine almadan ölecek olursa, kıyamet günü gelmeden önce mutlaka onun başına bir felâket getirecektir." (Bkz.İbn Mace.Kit. Cihad,)

Âyet-i kerimede: "... 'ın emri gelinceye kadar bekleyin. fasıklar güruhunu hidayete erdirmez" buyurulmaktadır. Böylece cihaddan geri kalanlar için üç türlü ceza zikredilmektedir:

1. Yüce 'ın indireceği büyük musibet,
2. Yüce 'ın o kimseye hidayet etmeyeceği,
3. Yüce 'ın o kimsenin fasıklardan olduğuna şehadet etmesi," fasıklar güruhunu hidayete erdirmez."

Ey kardeşlerim!
Dava çok tehlikeli ve ciddidir. Savaş olmaksızın 'ın terazisinde ve insanların katında bir değerimiz yoktur. Savaşmayan insanın varlık aleminde bir kıymeti yoktur. Şu anda Arap devletlerinin liderleri Reagan ile görüşmek, meselelerini ona danışmak için ne kadar da çabalıyorlar? Reagan ise, çoğu kere bizzat onlarla görüşmeyi reddedip, yardımcıları ya da dışişleri bakanları ile görüştürüyor. Ancak Reagan bizzat Afganlılar'la görüşmek için çabalıyor... Arap devletlerinin petrolleri, malları var. Buna rağmen onlarla görüşmeyi reddediyor ve bizzat kendisi Afgan mücahit liderleriyle görüşme talebinde bulunuyor. Bu defa mücahidler onunla görüşmeyi kabul etmiyorlar. Nitekim Hikmetyar, 28 Ekim 1985 tarihinde Reagan'la görüşmeyi reddetti. Peki, neden servet sahibi olan insanlar bu kadar çabalarına rağmen Reagan'la görüşmede zorluk çekiyorlar da Hikmetyar'dan bizzat görüşmesini istediği halde o böyle bir teklifi reddedebiliyor? Çünkü bu cihadın bir bereketidir. Bu onun verdiği bir izzet ve şereftir. Yüce Mevla: " yolunda savaş. Sen ancak kendinden sorumlu tutulacaksın. İman edenleri de teşvik et..." Yalnız başına olsan da; "olaki kâfirlerin şiddet ve kuvvetini önler..." (Nisa, 84)
Diğer milletler ancak savaştığımız takdirde çekinir ve korkarlar. Nitekim Rasulullah (sav): "Şüphesiz ki düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacaktır" buyurmuştur. Yani artık düşmanlar bizden çekinmez olurlar. Hadisin devamında: "Sizin kalbinize acziyet sokulacaktır." Sahabeler: Ey 'ın Rasulü! Acziyet nedir?" diye sorunca Rasulullah: "Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in rivayetine göre ise "savaşmaktan nefret etmektir" şeklindedir.

Evet, savaşmadan kaçınan liderler düşmanlar tarafından kendilerinden çekinilen insanlar değil, aksine basit görülen insanlar durumuna düşerler. Savaşanlar ise herkes tarafından kahraman kabul edilirler.
Nereye gidiyorsunuz? Cihad farz olan bir ibadettir. Tıpkı namaz ve oruç farizası gibi. Bu ibadetin de yerine getirilmesi gerekmektedir. Aksi halde bekleyiniz; size hidayet etmeyecektir ve siz fasıksınız. Bu nedenle yüce , müteakip âyetinde şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Çevrenizde bulunan kâfirlerle savaşın ki siz; sert bulsunlar. Bilin ki takva sahipleri ile beraberdir." (Tevbe, 123) Kâfirlerden size komşu olan ülkelerle savaşınız. Âyet-i kerimede bildirilen "savaşınız" emri farziyet ifade eder. Bu emrin geldiği zaman nasıl bir zamandı biliyor musunuz? Bütün müslüman topraklan müslümanların elinde olduğu zamandı. Peki, bugün müslüman toprakları yağmacılar tarafından yağma edilmiş olursa ve şu hadis-i şerifte de beyan edildiği gibi müslümanlar adeta aç kimselerin başına üşüştükleri bir kap haline gelmiş olurlarsa, savaş emri farziyet değil de başka ne ifade edebilir? Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: "Zaman gelecek ki aç ve obur insanların yemek kabının üzerine üşüştükleri gibi diğer milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir." Sahabeler: "Ey 'ın Rasulü! Bu bizim azlığımızdan mı olacaktır?" diye sorunca, Rasulullah: "Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerinde giden çerçöp gibi olacaksınız" (Ebu Davud, Kitâbu'I-Melahim, bab 5 h.no: 4297) demiştir.

Akan suyun üzerindeki çerçöpü ve köpükleri gördünüz mü? Milyonlarca olsalar dahi hayatta bir kıymetleri yoktur. Bir milyar dahi olsa onun hayatta hiçbir değeri yoktur. Halbuki bir milyar sinek bir kente hücum etse oranın konumunu değiştirir değil mi? Şayet bir milyar kertenkele bir bölgeye üşüşseler orayı yer, tüketirler. Öyle değil midir? Vallahi keşke müslümanlar da en azından bir kertenkele kadar olsalardı... Kâfirleri yer, onları tehdit eder, varlıklarını sarsarlardı...

Keşke savaşmayan bu insanların sakalları ot olsaydı da mücahidlerin atlarına yedirseydik.

Tatarlar'ın İslâm beldelerini işgal ettikleri haberi geldiğinde, İbnu'l-Kayyım el-Cevzî Şam'da hatip idi. Tatarlar birçok memleketi işgal ettiler. Şam'a doğru ilerlemeye başladılar. Onların önünde hiç kimse duramadı. Bunu işiten kadınlar saçlarını traş edip atlara yular olmak üzere ip yaptılar. Bu ipleri İbnu'l-Cevzi'ye gönderdiler. Kadınlar erkeklere şunu demek istediler: "Eğer sizler erkek değilseniz işte sizin atlarınızın dizginleri, belki sizler bu dizginler sayesinde kadınlarınızı kıskanır, onları himaye edersiniz."

Ne yazık ki bugün dahi hocaefendilerirniz, dostlarımız, kardeşlerimiz, ahbaplarımız ve alimlerimiz Afgan cihadına gelen insanı aklı başında olmayan ve burnu doğrultusunda hareket eden bir insan olarak görüyorlar. Hislerine kapılan, çabuk etkilenen biri addediyorlar. Onun Afganistan'a gelmesinden ise memleketinde kalmasını daha uygun görüyorlar. Kardeşimiz, dostumuz ve hocamız Faysal Mevlevi'nin dediği gibi: "Çünkü Afgan cihadına gelen kendisini Rus ve Amerikan savaşı arasına katmış oluyor." Sonra şöyle diyorlar: "Biz İslâm davetçisi olan yavrularımızı Amerikanın mal ve silahla yardım ettiği bir savaşın içine mi katalım? Şayet Amerika mal ve silahını keserse İslâm davetçisi yavrularımızın hali ne olacaktır?"

Şeyh Abdullah Azzam Müslüman Topraklarını Savunma, Farzı Ayınların En ünemlilerindendir, isimli kitabını çıkararak büyük bir yanlışlık yapmıştır. Bu kitabın altına imza koyan hocalar da aynı yanlışlığa düşmüşlerdir. Çünkü bunlar farz-ı aynın ancak halifenin cihada çağırması ile gerçekleşeceğini idrak etmemişlerdir."

Bilemiyorum ki hocamız, kardeşimiz ve dostumuz Faysal'a bu fıkıh nereden gelmiş? Değerli kardeşim, sen bu fıkhı nereden aldın? Hangi kitapta cihad etmek için halifenin bulunmasının şart olduğunu okudun? Ve yine hangi kitapta okudun ki Afgan cihadını mal ve silahla Amerika destekliyor? Bu bir vehim ve hayaldir. Bunu Arap ve batı basın organları yalan olarak senin kafana yerleştirmişlerdir.

Dün de söylediğim gibi kanaatime göre Afgan cihadını en çok takip edenlerden biri benim. Amerika'nın tek bir silahın yedek parçasının parasını ödediğine dair iddiaları reddediyor ve buna rest çekiyorum. Ne yazık ki bir takım insanlar, Afgan cihadının bütün kahramanlıklarını ve 'a tevekküldeki temel esasını Amerika'nın Sünger füzeleri ile izah etmeye çalışıyorlar. Afganlılar'ın bu kahramanlıklarının ve bu 'a tevekküllerinin Stinger füzelerinden kaynaklandığını lanse ediyorlar. Stinger füzesinin uçaklara karşı etkin bir silah olduğunu yayıp duruyorlar.
Aslında Stinger füzeleri Amerika'dan müslümanların paraları ile satın almıyor. Her füzenin değeri tam 70.000 dolar. Bu gibi insanlar şunu iyi bilmelidirler ki Amerikalılar Ruslar'ın Afganlılar'la savaşmalarından dolayı Afganlılar'ın galip geleceklerini hissederek düşmanları Rus'un ezilmesine sevindiler ve şöyle dediler: "Rus ayısı Afgan tuzağına düştü. Onun ayaklan Hindukuş dağları üzerinde kaydı. Bizler hu halk kadar vadilerde ve bataklıklarda Ruslar'ı boğan bir halk görmedik."

Böylece Amerikalılar adeta şehid edilen Hz. Osman'ın gömleği belli yerlerde teşhir edilip insanlar Hz. Osman'ı öldürenlere karşı kışkırtıldığı gibi Amerika bütün uluslararası toplantılarda Afgan meselesini gündem etti ve dünyaya Rusya'nın Afganistan önünde mukavemet edemeyeceğini bildirdi. Bu sebeple Rusya artık masum insanları yakarak, toplu katliamlar yaparak Afganlılar'dan intikam almaya girişti. Fiilen Amerika Afgan meselesini Hz. Osman gömleği yaparak Rusya'yı uluslararası arenada zor duruma düşürdü. Rusya ise Afganistan'dan havasını aldı. O öyle bir havalandı ki uçuruma yuvarlandı ve inşallah cehennem uçurumuna da yuvarlanacaktır. Fakat Amerika şunu düşünemedi ki, İslâm'da cihad bir nurdur. Onun aydınlığı İslâm ümmetinin kalbine sızar, aydınlatır, karanlıkları parçalar, ölülere hayat bahşeder. İslâm ümmetine tekrar Rabbine güvenme inancım iade eder ve yaratıcısına tevekkülünü sağlar. Amerika İslâm âleminin Afgan cihadı ile ilgilendiğini ve müslüman gençlerin çeşitli ülkelerden Afganistan'a geldiğini görünce, bu defa meseleyi tekrar gözden geçirdi.

Yahudilerin telkinleri ile buraya gelen müslümanlara vize verilmemesi sağlandı. Meselâ Pakistan'ın bütün dünyadaki elçiliklerine Afganistan'a gelen gençlere vize verilmemesi telkin edildi. Bu gençlerin tehlike arz ettikleri bildirildi.

Batılılar Arap âlemine açıkça: "Biz cihaddan korkuyoruz, cihadın tekrar yeni nesillerin kalbine yerleşeceğinden korkuyoruz" demiyorlar. Fakat onlar şöyle yaklaşıyorlar: "Ey falan yönetici! Bu gençler şu an Afganistan'a gidip eğitim görüyorlar, yarın geri dönüp senin aleyhine devrim yapacaklar." Böylece iki yönden kâr elde ediyorlar. Bir yönden yöneticileri gençlerden korkutuyor, diğer yandan cihada engel olmaya çalışıyorlar.

Peygamber Efendimiz Hudeybiye Sulhü'nü yapmadan önce kendisine gelen Kureyş heyetine şöyle demiştir: "Kureyş'in vay haline! Savaş onları yedi, bitirdi. Eğer onlar benimle Araplar'ı baş başa bırakmış olsalar onlar bundan ne zarar görürler? Eğer Araplar beni mağlup ederlerse Kureyşliler'in istediği olur. Eğer ben onları mağlup edersem, onlar çokça İslâm'a girerler veya bana karşı kuvvetlerini muhafaza ederek savaşmış olurlar." (Bkz. Buharı, Kit. Şurud, bab: 3)

Biz de diyoruz ki vay haline Arap devletlerinin! Şayet onlar bizlerle gençleri baş başa bırakacak olurlarsa onlara ne zarar gelir? Gençler Afganistan'a gelsinler, onların yansı savaşlarda şehid düşer, çeyreği savaşlarda sakatlanır. Geriye sadece dörtte biri kalır. Bunlar memleketlerine döndüklerinde bunları sorgularlar, bunlar için özel sicil defterleri açarlar ve onları hesaba çekerler. Ey 'ım! Bu ne felâket! Bundan daha büyük bir musibet olabilir mi?

Ey idareciler! Sizler bizi kendi ülkemizde cihad etmekten alıkoydunuz. Irz ve namusumuzu himaye etmekten men ettiniz, engel oldunuz. Yahudiler yatak odalarımıza kadar girdiler. Siz ise ellerimize ve ayaklarımıza kelepçeler vuruyorsunuz. İsrail'e bir kurşun sıkanın arkasından on kurşun sıktınız.

'a yemin olsun ki şu an Filistin'in içinde yahudiler aleyhine savaşan bazı özel birimler vardır. İsrail bunlardan herhangi birini yakalayıp mensup olduğu teşkilatı açıklayınca, hemen ertesi gün Arap devletindeki idareciler onun mensup olduğu kişileri tutuklamaktadırlar. Hatta mesele o derece ileri gitmiştir ki, Arap istihbarat birimleri İsrail istihbarat birimleri ile yardımlaşarak çalışmaktadırlar. Sebep? Bölgede güvenliği sağlamakmış. Onlar: "Bu koleradan, bu veba hastalığından kaçının" diyorlar. Bununla da cihadı kastediyorlar. Tam üç yüz yıldır bu insanlar müslümanların akıllarını ifsad etmek ve nefislerini tahrik etmek için çalışıyorlar. Üniversiteler kurdular, çeşitli okullar açtılar, kadını tesettüründen soyup sokağa attılar. Öyle ki elbiseler diz kapaklarının üstüne kadar kısaltılır oldu. Hiçbir müslüman, müslüman bir hanım veya kızın caddenin ortasında bu tür kıyafetlerle gezeceklerini tasavvur etmiyordu.

Vallahi şu an birimizin ninesi gelse ve ona: "Sana bir milyon dolar vereceğiz, şu elbiseyi giy" şeklinde bir teklifde bulunulsa onun böyle bir elbiseyi giymesi mümkün mü? Hatta bu gibi bir elbiseyi üzerine giyip evin içinde dahi prova yapması beklenir mi? Evet, bu insanlar, kadınları hayasından, dininden, değer ölçülerinden, prensiplerinden çıkarıp tamamen yıktılar. Gençlerimizi cinsel bataklıklara gömdüler. Tâ ki müslümanlar birbirleri ile meşgul olsunlar. Üniversitelerde, caddelerde, devlet dairelerinde, hatta polis teşkilatında bile kadın-erkek karışımını gerçekleştirmek için bütün enerjilerini harcadılar.

Emniyette kadının ne işi var? Kendilerine sorulduğunda şöyle diyorlar: "Bu kadın bölgeyi hırsızlardan ve esrar tüccarlarından korumakla görevli." Bu kadın banyonun içinde bir böcek gördüğünde çığlık atar. Bu nasıl olacak da hırsızlara ve eşkiyaya karşı sorumlu olacak? Halbuki kadın atasözünde de denildiği gibi: "Açıkta bırakılan bir et gibidir. Hırsızlar onu hemen yutarlar." Kadın orada acayip bir kıyafet giyiyor, aralarında dayanıyor. Onlar da ona: "Bu kadınlar emniyet görevlileridir" diyorlar.

Bir defasında kadın bir polis (veya iblis) kadın Kabil'in kapısında duruyor, teftiş etmedik hiçbir araba bırakmıyordu. Bu mesele mücahidleri rahatsız etti. Bundan çok huzursuz oldular. Sayyaf'in komutanlarından Zergun isimli biri Kabil'den bir araba kiraladı ve şoförüne: "Bu polis veya iblis kadının beklediği yerde durmayacaksın" dedi. Adam on beş metre ilerledikten sonra bu kadına yaklaşınca kadın ona "Dur!" diye işaret etti ve kızdı. Adam durmadı. Kadın on beş metre koşarak arabaya yaklaştı. Arabanın kapısını açtı. Zergun da arka koltukta oturuyordu. Elini kadını yakalayıp hızla arabanın içine çekti ve taksiciye: "Devam et" dedi. Bir süre sonra bir dağın başına çıktılar. Zergun onu bir kuyuya koyup kesti. Biliyor musun, Zergun onu adeta bir elma tanesini kapar gibi kapıp arabaya koydu.

Evet, bu kâfirler tam üç yüz yıldır bizim aklımız ve dinimizle oynuyorlar. Öyle ki içimizde "İslâm'da savaş yoktur" diyen ve sözde İslâm davetçisi olan güruhlar çıktı.

Üç asır boyunca tağutların gayretleri sonucu, bizler dahi: "İslâm'da savaş yoktur" demeye başladık. Müslüman davetçilerden Amerika'ya gidip zihinleri yıkandıktan, klorla temizlenip ütülendikten sonra dönenlerle tartışmaya başladık. Bunlardan biri geri döndüğünde bana şunu soruyor:
" aşkına söyle, sizler yahudi ve hristiyanları öldürmek mi istiyorsunuz?" Ben de ona dedim ki:
" sana afiyet versin. Seni bize getiren postacıya teşekkür ederiz.
Vallahi bu İslâm davetçilerinden biriydi. Ben ona bir kısım hadisler okudum. O da şöyle dedi:
"Sizler kişilerin veya memleketlerin fazilet ve menkıbelerini izah eden Buhari ve Müslim'deki hadisleri okusanız, sizin için daha iyi olur." Gördüğünüz gibi bu bir beyin yıkamasıdır. Onlar yeni düşünceler icad edip ortaya attılar. Yeni dinler ortaya çıkardılar. Meselâ Kadıyanilik, Bahailik, Babilik ve benzerleri... Bütün bu dinler: İslâm'da artık savaş kaldırılmıştır, bu iş bitmiştir" demekteler. İşte bu dinler tamamen sonradan icad edilmiş ve İslâm'dan cihadı çıkartmayı hedef almış sapık dinlerdir.
Gençler Mısır'dan, Filistin'den, Ürdün'den, Suriye'den ve her yerden buraya geliyorlar. Niçin mi? Afganistan'da İslâm düşmanı olan Ruslar'la savaşmak için. İşte bu hal sapık insanları: "İslâm'da cihad yoktur" demeye sevk etmiştir.