“Andolsun ki Resulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır!” (Ahzab 21)
“Andolsun ki Resulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır!” (Ahzab 21)
Din Allah (cc)’dan gelir bu yüzden dinin kaynağı Allah’u Teala’dır. Allah azze ve celle bütün sıfatlarında tek olup, O’nun sıfatlarında hiç bir ortağı yoktur. İşte öyle bir Rab olan Allah (cc) buyuruyor ki:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)
Hiçbir istisna yok, hiçbir ortak tanıma yok, bütün insan ve cinler Allah’a ibadet ve edecek, kulluk vazifesini yerine getirecektir. Zira, yaratılmışa yaraşan, yaratana kulluk etmesidir. Bu hakikate binaen Allah (cc), yarattığı kullarına öngörmüş olduğu hayat tarzını bildirmek için yine onlar arasında resuller seçer. Bir ilahın elçisi sıradan olmaz. O elçi, Rabbisinin terbiyesinden geçmiş, akıllı, emin, adaletli, ahlaki faziletlere sahip, günahlara dalmayan, isyan etmeyen, hafızası kuvvetli biri olmalı. İnsanlardan aşağı seviyede değil, insanlığın zirvesinde olup, onlara rehber olacak kıvamda olmalı. Nitekim Allah (cc) da buna şahitlik ediyor ve şöyle buyuruyor:
“Andolsun ki Resulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır!” (Ahzab 21)
Burada; “neden bir melek değil de insan peygamber olarak gönderiliyor?” şeklinde bir soru sorulabilir. Fakat biz, burada peygamberliğin vakasından kaydettiğimiz konuya sadık kalarak şöyle bir soruyu tercih ediyoruz: “Acaba Allah (cc), insanlara göndereceği dinin bir kısımda görüşüne bırakacağı, insiyatifine terk edeceği için mi Resuller seçer ve gönderir? Diğer bir ifadeyle; Resulün, dinde, hüküm koymada bir ortaklık payı var mı? Bu pay azıcık olsun veya çok olsun fark etmez. Acaba böyle bir hakkı var mı?
Dinin kaynağı Allah (cc)’dur. Bu yüzden bir kısmının akidenin mevzusunu bir kısmının ise amelleri ilgilendiren ve böylece dinin muhtevasını oluşturan Kur’anın Allah’tan geldiği ve onda Peygamberin hiçbir katkısının olmadığı her mümin tarafından kabul edilmektedir. Ama Kur’anın açıklaması, detaylarının izah edilmesi meselesine gelince, bazı kimselerin zihinleri gerçekten büyük çelişkiler içerine girmektedir. Oysa Kur’an da Allah’u Teala hüküm, yani insanların hayatlarına haram-helal yönünde tespitte bulunma hakkının sadece kendisine ait olduğunu müteaddit defa belirlemektedir:
“Allah hüküm verenlerin en üstünü değilmidir?” (Tin 8)
“Hüküm sadece Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
“Hüküm Allah’tan başkasının değildir.” (Yusuf 67)
“Ancak Allah hükmeder, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Rad 41)
“De ki : Şüphesiz ben, Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerindeyim. Halbuki siz onu yalanladınız. Zira çarçabuk istediğiniz benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ın dır. Çünkü o gerçeğe uyar ve o sağlam hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (En’am 57)
“Allah ile birlikte başka bir ilaha yalvarma, O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz, O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 88)
“İyi olmayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50)
“İşte O Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur. Eninde de sonunda da hamd O’nundur, hüküm onundur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)
Bu ayetler, Allah’ın din belirlemede ve o dinin haram ve helalini, yani şeriatını belirlemede, onun kaidelerini tespitte Allah tek hakimdir. Haram-helali belirlemeyi, şer’i kaideleri tespit etmeyi kendisine has kılmış, böyle bir şey iddia edenleri yeni bir ilah belirlemek fiiliyle, İslam’la olan alakalarını kestiklerini belirlemiş ve böyle bir düşünceyi dahi zammetmiştir:
“Yoksa onların, dinden Allah’ın izin verdiği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hükm verilirdi (işleri bitirilirdi). Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21)
Demek ki, dinin bir kısmında Allah’a (cc) ortak olma düşüncesi dahi Allah’ın azabını gerektirecektir. O halde Resulullahın dini kaide belirlemede Allah’ın bir ortağı değildir. Esasen Kur’anda Allah’u Teala, Resulün görevinin sadece tebliğ olduğunu, insanların önündeki Cehennemin münzeri, Cennetin ise mübeşşiri olduğunu belirtmiştir:
“De ki; ben, size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben, gaybı da bilmek, size ben, bir meleğim demeliyim de demiyorum. Ben bana vahyolunan Kurandan başkasına uymam...” (En’am 50)
“Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onlar üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.” (En’am 107)
“De ki: "Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.” (Yunus 49)
“(Resûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” (Yunus 109)
“Belki de sen (müşriklerin "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”(Hud 12)
“(Ey Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.” (Nahl 82)
“Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!” (Nahl 35)
“(Resûlüm!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Furkan 56)
“Senden, azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat onlar farkında değilken, o ansızın kendilerine geliverecektir.” (Ankebut 53)
“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şura 48)
“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 9)
“Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.” (Ankebut 18)
“Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gelmiştir.” (Fatır 23-24)
“Resûle düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.” (Maide 99)
Açıkça görülüyor ki; Resulullah, sadece uyaran ve müjdeleyendir. Peki, Peygamber neyi uyaracak, neyi müjdeleyecektir? Ayette Cenabı Allah şöyle buyuruyor.;
“…Sana düşen yalnız uyarmaktır…” (Şura 48)
Duyurmak; belli bir şeyi insanlara ihbar etmek anlamındadır. Demek ki; Resulullahın duyuracağı bu şeyler hazır ve bellidir. İşte Resule, Allah’ın (cc) bildirmiş olduğu bu hazır bilgilerle Hz. Peygamber Efendimiz, Rabbisinin haram bir işi yapma karşılığı olarak insanları Cehennemle uyaracak ve farzlarını yerine getirmenin karşılığı olan Cennetle müjdeleyecek. Demek ki; iki yönde de Allah (cc)’nun emri vardır. İşte Resul de bunları duyurmakla görevlidir. O halde sadece müjdeleme ve korkutmakla görevli olan bir elçinin hangi haram-helal koyma inisiyatifinden söz edilebilir acaba?
Kur’ana dikkatlice baktığımız zaman, Cenabı Allah’ın kainatı yaratması ile onun üzerindeki hükümranlığı arasında mükemmel bir ilginin olduğunu görürüz. Allah’u Teala ayetlerde her şeyi yaratanın kendisi olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Bunun nedeni ne olabilir? İnsanların bu hakikati bilmelerine rağmen, neden Allah (cc) Kur’anda bu ayetleri tekrar tekrar belirtmektedir? Oysa Kur’anda Allah azze ve celle, yeri ve göğü kimin yarattığı sorulsa; müşrik olanların dahi bu soruya; “Allah” diyeceklerini bildirmektedir. Ölümden sonraki hayatı inkar eden bu insanlar dahi kainatın Allah tarafından yaratıldığını kabul etmelerine ve buna inanmalarına rağmen, Allah’u Teala niçin bu ayetleri defalarca belirtmekte ve insanların kabul ettiği bu gerçeği şefaatle ifade buyurmaktadır?!.
Çünkü; “yaratmak” ve yarattığı bu şeylerin haram-helalini belirleme hak ve yetkisi arasındaki o hakiki bağı ve ilgiyi insanların idraklerine, gönül dünyalarına kavratmak için Allah’u Teala bu ayetleri sıkça belirtiyor.
Allah’u Teala; yaratan ve yarattığı şey üzerinde yegane hükümran olandır. O’nun mülkünde sadece O’nun sözü geçer ve insanları helal-haram hükümleriyle kayıt altına alacak olan da yalnız O’dur. Bu gerçeği ifade eden ayetlerden bazıları şöyle:
“Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (Araf 54)
“De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O'na aittir. O'nun görmesi de, işitmesi de şâyanı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O'ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 26)
“…Allah (dilediği gibi) hükmeder, O'nun hükmünü bozacak kimse yoktur…” (Rad 41)
Ayetlerin ifadelerinden anlaşılıyor ki; kainatı yaratan ve üzerinde hükümran olan ve hükümranlığında hiçbir kimseyi ortak tanımayan Allah, dilediği gibi hükümde bulunur ve bu eşyalar üzerinde helal-haram konusunu ancak O benimser. O’nun bu hükmüne ortak olacak veya bu hükmünü bozacak veya kendi indinden bu eşyalara bir helal-haram gibi hüküm tespit edecek bir konuyu, bir meseleyi kendi indinden bir karara bağlayacak hiç kimse yoktur. Resulde dahil insanlar yaptıklarından sorguya çekilecekler.
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri sorguya çekeceğimiz gibi, gönderilen peygamberlere de mutlaka soracağız.” (Araf 6)
Yaptıklarından sorguya çekilmeyen ve mülkte dilediği gibi tasarrufta bulunacak ancak ve sadece Allah’tır.
Bu açıklamalardan şeksiz ve şüphesiz ortaya çıkıyor ki; Resulullah (sav) dinde, Allah’ın hükümranlığında ortak değildir. Esasen yukarıda geçen ayetlerde Allah (cc); “hiç kimseyi” ortak kılmadığını beyan etmektedir. Bu hususta Resulullah’ı ayırt etmiyor, bütün insanları ve cinleri Allah’a (cc) kulluk etmek için yaratmıştır.
Hayır, Allah’ın mülkünde, Allah’ın hükümranlığında ikinci bir ortak yoktur. Biz buna böyle iman ediyor ve Allah indinden vahiy gecikti diye, Allah’ın emrinin önüne geçip, meseleye bir şeri kaide tespit edip Allah’ın ortağı olan birisinin olmadığına iman ettik.
Resulullah (sav) içtihat etmiş midir? İslam’da Allah’ın hükümranlığı yanında Resulullah’ın hükümranlığından bahsetmek mümkün değildir. Resul de dahil insanoğlu Allah’ın hükümlerinin dışında hüküm tespit edemez. Böyle iken Allah’ın hükümranlığına rağmen görevi sadece duyurmak olan bir nebinin kendi indinden “tek hükümran olanın hükmü gecikti” diyerek kendi görüşüyle bir hüküm koyması olacak şey değildir. Allah vahyi geciktirdiğinden habersiz mi kaldı?! Veya “Bana şerik koşmayın” derken vahyi geciktirerek bizzat kendisi mi bir aday tespit ediyor?! Böyle bir söz iyi niyet taşıyor olsa da (ki biz böyle olduğuna inanıyoruz) Resulullah’a iftira olur. O da ümmeti gibi Allah’ın hükümranlığı altında sadece emrolunana itaat etmekle görevlendirilmiş ve bundan da sorguya çekileceği beyan buyurulmuştur:
“O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud 112)
Allah’ın mülkünde helal-haram belirleyenin yine kendisi olan Allah’a şerik olmakla değil O’nun emrine itaat ve kullukla emrolunan Resulullah ise şöyle karşılıkta bulunuyor.
“De ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edineceğim! De ki: Bana Müslüman olanların ilki olmam emredildi ve sakın müşriklerden olma! (denildi). De ki: Ben, Rabbime isyan edersem gerçekten büyük bir günün (kıyametin) azabından korkarım.” (En’am 14-15)
“(De ki: Ben ancak, bu şehrin (Mekke'nin) Rabbine -ki O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zaten O'na aittir. Bana Müslüman-lardan olmam ve Kur'an okumam emredil-di. Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım.” (Neml 91-92)
Demek ki; Allah yarattığı kainatın tek sahibi ve tek hükümranı. Onlar hakkında şer’i hükümleri belirten sadece kendisidir ve Resulün de bu hükümlere teslim olup Allah’a itaat ve kullukta bulunması emredilmiştir:
Din, insanların davranışlarını helal veya haram yönünde kayıt altına alan Şari’nin (kanun koyucu) hitabına denir. İnsanların davranışlarına haram-helal yönünde kayıt koyan Şari’nin hitaplarının oluşturduğu bütüne birden din denir. Rabbimizin; “Dininizi tamamladım.” demesiyle anlaşılan; “Ey insanlar, sizin davranışlarınıza koyduğum bir takım kayıtlarım olan haram-helallerimi tamamlamakla sizin bütün davranışlarınıza ait olan hükümleri belirttim ve dinimi tamamladım. Artık bundan sonra Kur’an ve Sünnette kimi açık, kimi de kapalı- gizli olan hükümlerimi alıp, yaşamakla sorumlusunuz.”
O halde Rabbimizin hitaplarının adı olan dinde, Resul bir hak sahibi değil, bilakis O, dini Allah’a has kılıp kendisi de o dine itaat etmekle, onunla Allah’a kulluk etmekle görevlidir:
“De ki: Bana, dini Allah'a halis kılarak O'na kulluk etmem emrolundu. Bana Müslümanların ilki olmam emrolundu. De ki: Rabbime karşı gelirsem, doğrusu büyük günün azabından korkarım. De ki: Ben dinimde ihlas ile ancak Allah'a ibadet ederim.” (Zümer 11-14)
Demek ki Resul, vahiy geciktiği zaman dinde herhangi bir belirleme mazeret için hakkı doğmuyor. Bilakis tek hükümran Rabbisinin hükmünü bekleyip ona itaat edecektir. Bu emri Resulüne veren Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.” (Şura 10)
Resulullah Allah’ın hükmünü kesti-remezdi ki; içtihad da bulunsun. Cenabı Allah Resulüne içtihad etme hakkı vermemiştir. Çünkü, Resulullah’ın söylediği her şeyi müminlerin anlamasında Allah’ın kati emri vardır. Resulullah’ın bütün bu emirlerini almada hiçbir kimsenin: “Hele biraz bekleyelim, Allah onaylarsa kabul edelim, yok eğer azarlarsa kabul etmeyelim” diyerek bir bekleme hakkına sahip değildir. Resulullah’ın emrinin kabulünde bir aralık-zaman dilimi bile tereddüt edenlerin imanını dinin sahibi olan Allah kabul etmemektedir.
Resulünün din adına söylediği her sözü imandan kılan Allah, Resulüne her mesele hakkında hükmünü bildiriyor ve hükmünü bildirmesini beklemeden kendi indinden bir hüküm verme hakkını Resule vermemiştir. Çünkü onun her söyleyeceği şey dinin muhtevasını oluşturacağı için ve Allah da dinde, din koymada hiçbir ortak kabul etmediği için Resulüne içtihad etme hakkını vermemiştir. Resulün her bildirdiği dindendir. İman ise yakine dayanır, şüphe götürmez. İçtihad ise zanna dayanır, şüphe götürür ve yanlış olması da mümkündür. İçtihadta bağlayıcılık yoktur. Eğer Resul içtihad etseydi bu insanları bağlayıcı olmayacaktı ve Kur’an dışındaki her sözüne; “Bu onun kendi düşüncesi, bana göre şu doğru” diyerek Resul gibi kendi indinden belirlediği görüşleriyle dinini oluşturacaktı. Ama Allah, Resulün her söylediğine itaati emrederek, bu sözlerine itaati dinden kabul ediyor. Resulullah içtihad etmiş olsaydı ve de Allah bunu dinden kabul etmiş olsaydı, Allah (cc) bizzat kendini insanlara dindeki ortağını teklif etmiş olacaktı. Çünkü bir Resulün, Rabbisinin emri gelmeden, din adına kendi indinden bir görüş belirtmesi ilahlığını ilan etmesi demektir. İçtihad ettiğini söyleyenler esasen açıklayamadıkları bazı meseleleri, içtihad etti diyerek kapatmak istemişlerdir. Fakat daha sonra gelenler ilim yapalım derken Allah Resulünün, beşeri ilimlerdeki düşüncelerini de içtihad göstererek ilim adına çok komik düşünceler benimsemiştirler