hangi saltanat varki kendisine itaat edenlere mükafatı,
isyan edenlere cezasını vermez.
Aynen öylede Allahın saltanatıda kendisine uyanlara mükafatı,isyan edenlere cezasını verir..
buda ancak ahiirette olur.
hangi saltanat varki kendisine itaat edenlere mükafatı,
isyan edenlere cezasını vermez.
Aynen öylede Allahın saltanatıda kendisine uyanlara mükafatı,isyan edenlere cezasını verir..
buda ancak ahiirette olur.
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Zalim izzetinde mazlum zilletinde burada kalıp gidiyorlar.demek bir mahkemei kübraya bırakılıyor.yoksa bakılmıyor değil.
hakikaten zalim mazluma yapmadığını bırakmıyor.sonra ölüm geliyor ikiside kabirde.mazlumun hakkını kim alacak.
Allah.nerde.vaad ettiği mahkemei kübrada.
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
arıdan şifalı balı,ipek böceğinden en yumuşak kumaşı ve ağaçlardan çeşit çeşit meyveleriyle size böyle şefkat eden bir zat sizi hiç mümkünmüdürki dirilmemek üzere yok etsin.böyle bir şefkatin şefkatsizliğe ınkılabı mümkünmü.elbette hayırç.
evet diyen böyle bir şefkatin olmadığını ispatlasın.madem ispatlanmıyor.demek ebedi srgi yerleri var.sizi bekliyorlar.
haydi kazanmaya.selam
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Kainata dikkatle inceleyen bir mümin ahiretin delilerini bulabiliyor değil mi?
Bir sinekten bir arıdan bir ipek böceğinden tut taa şemsül sümüsa ya da içtimai hayatta bakarak da heryerde ahiretin olduguna delilller bulabiliyor....
Bakıyorsunuz
muhteşem ssüslenmiş bir kainat bir sergi bir ziyafetgah yeri...
İnsanlar hayvanlar bitkiler bi çok mahlukat yaratılmış hepsinin bir gayesi bi amacı var
sonra bunlar yok olsun gitsin ademe gaybolsun
olacak iş mi?
işte yine hem haşri hem ahireti görebiliyoruz
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
madem kainatın en büyük insanı Muhammed a.s..m dır.
madem kainat onun hürmetine yaratılmış.
madem bu kainatın sahibi en küçük bir duayı bile nazarına alıp kabul ediyor.bir çobanın bir koyununun ayağı yaralansa ona merhem gönderiyor.
bitkilerin ve tüm hayvanların fıtri ihtiyaçlarıyla ettikleri duaları kabul ediliyor.
çok zor durumda olan insanlara yardım edip onların dualarını kabul ediyor.
şimdi hiç mümkünmüdürki bu kainatın sahibi olan Allah kainatı hürmetine yarattığı Muhammed mustafa a.s.m. ahiretle ilgili ebedi yaşamakla ilgili duasını kabul etmesin.akıl buna imkan verebilirmi.kella haşa.
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
İşte gel, bak! Şu uzaktaki görünen cemaat-i azîme içinde, evvel adada gördüğümüz büyük nişan sahibi yâver-i ekrem bir tebligâtta bulunuyor; gidelim, dinleyelim. Bak, o parlak yâver-i ekrem, bak o yüksekte talik edilmiş ferman-ı âzamı ahaliye bildiriyor ve diyor ki:
"Hazırlanınız; başka, dâimî bir memlekete gideceksiniz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nisbeten bir zindan hükmündedir. Padişahımızın makarr-ı saltanatına gidip, merhametine, ihsanlarına mazhar olacaksınız - eğer güzelce bu fermanı dinleyip itaat etseniz! Yoksa, isyan edip dinlemezseniz, müthiş zindanlara atılacaksınız" gibi tebligâtta bulunuyor. Sen de görüyorsun ki, o ferman-ı âzamda öyle i’câzkâr bir turra var ki, hiçbir vecihle kâbil-i taklid değil. Senin gibi sersemlerden başka herkes, o ferman padişahın fermanı olduğunu katî bilir. Ve o parlak yâver-i ekremde öyle nişanlar var ki, senin gibi körlerden başka herkes o zâtı, padişahın pek doğru tercümân-ı evâmiri olduğunu yakînen anlar.
Acaba o yâver-i ekrem o ferman-ı âzamla beraber bütün kuvvetiyle dâvâ edip tebliğ ettikleri şu tebdil-i memleket meselesi, hiç kâbil midir ki, îtiraz kabul etsin? Evet, kâbil değil; illâ ki, bütün bu gördüğümüz Herşeyi inkâr edesin.
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Beşinci Sûret:
Bak, bu işler içinde, görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır. Çünkü, her musîbetzedenin imdadına koşturuyor, her suâle ve matlûba cevap veriyor. Hattâ, bak, en ednâ bir hâceti, en ednâ bir raiyyetten görse, şefkatle kazâ ediyor. Bir çobanın bir koyununun bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.
Gel, gidelim. Şu adada büyük bir içtimâ var; bütün memleket eşrâfı orada toplanmışlar. Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yâver-i ekrem, bir nutuk okuyor. O şefkatli padişahından birşeyler istiyor. Bütün ahali, "Evet, evet! Biz de istiyoruz" diyorlar. Onu tasdik ve teyid ediyorlar.
Şimdi dinle, bu padişahın sevgilisi diyor ki:
"Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını, membalarını göster; ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme; bizi huzûruna al, bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb’îd ile tâzib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp idâm etme" diyor ve pekçok yalvarıyor; sen de işitiyorsun.
Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki, en ednâ bir adamın en ednâ bir merâmını ehemmiyetle yerine getirsin, en sevgili bir yâver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin? Halbuki, o sevgilinin maksudu umumun da maksududur; hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adâletinin muktezâsıdır, hem ona rahattır, ağır değil. Bu misafirhânelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez. Mâdem numunelerini göstermek için beş altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu; elbette, hakiki hazînelerini, kemâlâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak.
Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Hiç mümkün müdür ki, en ednâ bir hâceti, en ednâ bir mahlûkundan görüp kemâl-i şefkatle ummadığı yerden is’âf eden; ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan işitip imdad eden; lisân-ı hal ve kâl ile istenilen her şeye icâbet eden nihayetsiz bir şefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab, en büyük bir abdinden, en sevgili bir mahlûkundan en büyük hâcetini görüp bitirmesin, is’âf etmesin, en yüksek duâyı işitip kabul etmesin?
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Gel, bu zamandan tecerrüd edip, fikren Asr-ı Saadete ve hayalen Cezîretü’l-Araba gidiyoruz. Tâ ki, Resûl-i Ekremi (Aleyhissalâtü Vesselâm) vazife başında ve ubûdiyet içinde görüp, ziyâret ederiz.
Bak: O zât nasıl ki risâletiyle, hidâyetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husûlü ve vesîle-i vüsûlüdür; onun gibi, ubûdiyetiyle ve duâsıyla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesîle-i icâdıdır.
İşte bak: O zât öyle bir salât-ı kübrâda, bir ibâdet-i ulyâda saadet-i ebediye için duâ ediyor ki, güyâ bu cezîre, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü ubûdiyeti ise, ona ittibâ eden ümmetin ubûdiyetini tazammun ettiği gibi, muvâfakat sırrıyla bütün enbiyânın sırr-ı ubûdiyetini tazammun eder. Hem o, salât-ı kübrâyı öyle bir cemaat-ı uzmâda kılar, niyaz ediyor ki, güyâ benîâdem’in Hazret-i Âdem’den asrımıza kadar, belki Kıyâmete kadar bütün nurânî ve kâmil insanlar ona tebâiyetle iktidâ edip, duâsına "Âmin" derler
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...
Hem, o celâl ve izzete uygun bir dâr-ı mücâzât olacaktır. Çünkü, ekseriyâ zâlim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor; yoksa, bakılmıyor değil. Bâzan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit mâruzdur.
Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudât içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuâtıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan İmân ile Onu tanımazsa; hem, bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibâdetle kendini Ona sevdirmese; hem, bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamd ile Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl, bir dâr-ı mücâzât hazırlamasın?
Hem, hiç mümkün müdür ki, o Rahmân-ı Rahîmin kendini tanıttırmasına mukabil, İmân ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil, ibâdetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukabil şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dâr-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin?
Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur...