Resulullah sallallahu aleyhi ve selem 610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesinde, ridâsına bürünüp Hira'daki mağarada düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü. Melek O'na:-"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):
-"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıkdı.
-"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:
-"Ben okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sıktıktan sonra "el-Alak" Sûresi'nin ilk beş âyetini okudu.
"Yaratan Rabb'ının adıyle oku. O, insanı alak'tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb'ın sonsuz kerem sahibidir." (El-Alak Sûresi, 1-5).
Meleğin arkasından Hz. Peygamber (s.a.s.)'de bu âyetleri tekrarladı. Heyecanla mağaradan çıkarak evine geldi. Yolda ilerlerken gök yüzünden bir sesin:
"Ya Muhammed. Sen Allah'ın elçisisin, Ben de Cibril'im" dediğini duydu. Başını kaldırdığı zaman, Cebrâil'i gördü. Korku içinde evine vardı. Eşi Hz. Hatice'ye:
"Beni örtünüz, çabuk beni örtünüz" dedi. Bir müddet dinlenip heyecânı geçtikten sonra gördüklerini Hz. Hatice'ye anlattı, kendimden korkuyorum, dedi. Hz. Hatice, O'nu şu ölmez sözlerle teselli etti.
"Öyle deme. Allah'a yemin ederim ki, Cenâb-ı Hakk hiç bir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen , akrabanı gözetirsin. İşini görmekten âciz kimselerin ağırlıklarını yüklenirsin, Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misâfiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhûr eden olaylarda halka yardım edersin..."
Hz. Hatice (r.a)’nin Resulullah hakkındaki bu şehadeti üzerinde durulması gereken bir öneme sahiptir. Niçin? Acaba bu gün kaç Müslüman en yakınındaki eşi, arkadaşı, patronu, işçisi, ve tanıyanları tarafından böyle bir şahadetle doğrulanabilir. “Sen iyisin, dürüstsün, ahlakın çok güzeldir” iltifatını en yakınlarımız tarafından alabiliyor muyuz? Bütün meselede budur zaten. Evde eşine, çocuğuna; dışarıda iş arkadaşlarına güven veremeyen, ahlakıyla, tavır ve davranışlarıyla sorgulanıp, beğenilmeyen Müslüman hakikî manada Müslüman olabilir mi?
“Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyuran bir peygamberin “din” diye bize getirdiklerinin hepsi tamamen ahlaktan ibarettir. “Ben şöyle müslümanım, böyle müslümanım” diyen bir kişinin öncelikle ahlakına bakmak gerekir. Ahlakî noktadaki tutum ve davranışları bizi onun Müslümanlığı hakkındaki kanaate götürür. Çünkü biz zahire göre hükmederiz. “Sizin en hayırlınız ahlakı en güzel olanınızdır” nebevi buyruğu hayrın ahlaktan ibaret olduğunu gösterir. Ahlak, kulun kulluğunun idrakine varabilmesidir. Bu idrak Allah’a karşı vazifeler, O’nun elçisine karşı vazifeler ve kullara karşı vazifelerin tatbiki şeklinde kendini gösterir.
Zaten ahlak; huy, yaratılış demektir. Bunun için ahlakı bazı alimlerimiz “yaratılışa uygun olarak hareket etmek” olarak tanımlamışlardır. İnsan doğduğunda nasıl ki tertemiz hiçbir kötü düşünce ve harekette bulunamıyorsa hayatının tüm zamanlarında da aynı halde bulunmalı. Bir insan ahlakı ölçüsünde insandır, ahlakı ölçüsünde müslümandır. Bir insan ahlakını kaybetmişse onun kaybedecek hiçbir şeyi kalmamıştır. Bir insana söylenecek en büyük hakaret ona ahlaksız imasında bulunmaktır. Toplumlar ahlakları ölçüsünde huzur ve rahata ererler. Ahlakını kaybetmiş hiçbir toplum ayakta kalamamış ve kaybolup gitmiştir. Silah zoruyla yapılamayan işgaller bu gün ahlakî dejenerasyonla yapılmakta toplumumuz hızla ahlaksızlığa doğru sürüklenmektedir.
Ne yazık ki bu gün Müslümanlar olarak bu kokuşmuşluğa kendimizi eklemek için çırpınıyoruz. İş hayatından aile hayatına, medyadan eğlence kültürüne kadar her yerde bu kokuşmuşluğun içerisinde olmak için çırpınanlarımız var. Başörtülü genç kızları bilmem hangi şarkıcının konserinde yaka paça görünce hayret etmemek elde mi? Dün peşine gittiği lidere bu gün çamur atmaya çalışan hangi gaye için bunu yapmaktadır. Bu hangi ahlakta vardır. Vefa ve sadakat ahlakın temeli değil midir? Sorgulanmalıyız kendi iç dünyamızda. Biz Müslümanlar; huzurun içselliğin enginliğinden dışa vuran vakarın, sevginin, dünyevileşmemenin, insanlığın, vefanın adresi olacakken cahilî bir takım heveslerin peşine sabun köpüğü gibi kapılıp gitmemeliyiz. “Biz Resulün ümmeti olarak O’nun bıraktığı yerde O’nun adresindeyiz ey insanlık” diyebilmeliyiz. Nedir bu başkalarının peşine kuyruk olmamızın sebebi. Dinde eksik olan ne?
Bu gün insanlık içine düştüğü bu derin ahlaksızlık çıkmazından sadece İslam’ın ahlakî yapısıyla çıkabilir ve bu şüphe götürmeyen bir gerçektir. Peki ama bu yüce ahlakı insanlığa sunacak kapasitemiz, erdemimiz var mı? Biz mümin ahlakını üzerimizde taşıyor olabilseydik şu an dünya üzerinde bir çok problem ortadan kalkmış olacaktı. Ama maalesef üzüntü verici bir durumdayız.
Sokağa çıktığımızda ahlakımızla örnek gösterilemiyorsak, kendi eşimiz çocuğumuz bizim ahlakımızı sorguluyorsa mutlaka bir yerlerde noksanlarımız vardır. Ne dersiniz? İsterseniz kendinizi eşinizle, çocuğunuzla, iş arkadaşlarınızla test edin. Bakalım Hz. Hatice’nin şahadeti gibi size şahadette bulunacaklar mı? Allah’a emanet olunuz.
Sezgin Çakır