***
DIŞARDA
Points: 155.310, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 0%
Achievements


üstad bediüzzaman'a atılan iftiralar
ÜSTAD BEDİÜZZAMAN'A ATILAN İFTİRALAR
Ezcümle, bir ay bizi tecessüs eden memurlar, birşey bahane bulamadıklarından, bir pusula yazıp ki, "Said’in hizmetkârı bir dükkândan rakı almış, ona götürmüş"; o pusulayı imza ettirmek için hiç kimseyi bulamayıp, sonra yabânî ve sarhoş bir adamı yakalamışlar, tehditkârâne "Gel bunu imza et" demişler. O da demiş: "Tövbeler tövbesi olsun, bu acîb yalanı kim imza edebilir?" Onları, pusulayı yırtmaya mecbur etmiş.(Tarihçe-i Hayat, s.476)
"Risale-i Nur Halkları İfsad Ediyor!"
Eskişehir Mahkemesinde makam-ı iddianın nasılsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nur’un îman derslerine "Halkları ifsad ediyor" gibi bir tabir ve sonradan o tabirden vazgeçtiği halde, Risale-i Nur şakirtlerinden Abdürrezzak namında bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş:
"Hey bedbaht! Otuz üç ayat-ı Kur’aniye işaratının takdirine mazhar ve Imam-ı Ali’nin (r.a.) üç kerametinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı Azamın (k.s.) kuvvetli bir tarzda ihbarıyla kıymet-i dîniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evladını tenvir ve irşad eden ve îmanlarını kuvvetlendiren ve ahlaklarını düzelten Risale-i Nur’un irşadlarına `ifsad’ diyorsun. Allah’tan korkmuyorsun; dilin kurusun" demiş.
Şimdi, bu şakirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, "Said, etrafına fesad saçmış" tabirini insafınıza, vicdanınıza havale ediyorum. (T.H. s.362)
"Said-i Kürdi Dini Siyasete alet ediyor!"
"Said-i Kürdî dîni siyasete alet ediyor" tabiridir. Bu tabirdeki ithamı çürütecek on beş-yirmi delilden ziyade ve beş-on kadarı müdafaatımda zaptinıza geçirilenlerden birisi şudur ki:
Yüzler şahidin şehadetiyle ispat etmeye hazır olduğum şu beyan edeceğim halim, o ithamı esasıyla çürütüyor. Şöyle ki:
Dokuz sene oturduğum Barla köyü halkının müşahedesiyle ve dokuz ay ikamet ettiğim Isparta’daki dostlarımın şehadetleriyle ve beni yakından tanıyan dostlarımın işhadıyla, on üç senedir ki siyaset lisanı olan hiçbir gazeteyi ne okudum ve ne de istedim. Hatta birkaç hadisede, şahsımla alakadar zannedilen ve herkesi meraka sevk eden vakıalardan bahseden gazeteleri okumak arzusu bulunmadı ve okumadım ve okutmam.
On beş maddeden başka bütün mesaili, ahiretime ve îmanıma ve hakîkate müteveccih olduğu hükûmetin tetkikat-ı amîkasıyla tezahür eden Risale-i Nur ile, Said, dîni siyasete alet ediyor; yani kainatta yüksek ve mukaddes tanıdığı bir hakîkat-i kudsiye olan Dîn-i Hakkı ve îman-ı tahkîkiyi siyasete, yani ihtilalkarane, en tehlikeli ve en günahlı ve çok hukùkun zıyaına sebebiyet veren akîm, süfli bir maksada alet etmiş denilir mi? Böyle diyenler, ne kadar daire-i akıl ve insaf ve vicdandan uzak düştükleri ve uzak hükmettikleri anlaşılmaz mı? Elbette, mahkeme-i adalet, böyle asılsız bu evham ve isnadatları defedip, hakkımızda ihkak-ı hak edecektir. Gerçi, kanunları bilmemek eksere göre bir mazeret teşkil etmez. Fakat, haksız olarak ücra bir köyde, tarassud altında, yabancı bir yerde, şiddetle dünyadan küstürüp, nefiy ile ikamet ettirip, mütemadiyen tarassud ile taciz edilen bir adamın kanunları bilmemesi, elbette ehl-i insafın nazarında bir özür teşkil eder.
İşte, ben o adamım. Ve beni yanlış bir vehim ile muaheze ettikleri mevadd-ı kanuniyenin hiçbirini bilmezdim. Hatta yeni hurufla imzamı atamazdım. Bazan hizmetçimden başka, on günde bir adam ile görüşmedim. Herkes bana muavenetten kaçar. Avukat tutmaya iktidanm yok. Bütün hayatımda, "en menfaatli ve en iyi hile, hilesizlik olduğu" düstur olduğundan, bütün müdafaatımda hak ve hakîkat ve sıdk ve doğruluk esasını takip ettim. Bu hakîkate binaen, müdafaatımda veyahut bazan nadiren bir-iki risalelerimde, zaman-ı hazırın kanunlarına ve resmî merasimlerine tevafuk etmeyen ifadatıma nazar-ı müsamaha ile bakmak adaletin mukteziyat ve îcabatındandır. Benim müdafaatımda mücmel kalan noktalar, iddianameye karşı yazdığım îtiraznamemde vardır ve îtiraznamemde mücmel kalan noktaların müdafaatımda izahatı vardır; birbirini tekmil eder. Yüz altmış üçüncü madde-i kanuniyenin tazammun ettiği-manen-kuyûd-u ihtiraziye ile beraber ve vazı-ı kanunun irade ettiği maksat, asayişin ihlaline medar olmamak olduğuna binaen, ihlal-i asayişe işaret ve delalet edecek hiçbir emare ve tereşşuhat, benim ve risalelerim yüzünde görülmediği ve zaptınıza geçen müdafaatımda yirmi defa katî bir sûrette bu kanunun meselemizle alakası olmadığını ve katiyen cezayı müstelzim bir cihet bulunmadığını ispat ettiğim halde; her nasılsa, bidayetteki evhamın tesiratıyla, o madde-i kanuniye ile bizi muaheze etmek için mezkûr maddeyi ileri sürmek hiçbir vecihle şan-ı adalete yakışmayacağından, beraetimi talep eyleyerek, en son sözüm:
"Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhine çeviriyor, inkılapları kökünden yıkıyor"
RISALE-I NUR’un neşriyat ve fütuhat dairesi gittikçe genişliyor. Iştiyakla Nurları okuyanlar günden güne ziyadeleşiyor. Risale-i Nur’daki harika kuvvet ve tesiratın neticesini müşahede eden gizli Islamiyet düşmanları yine bir entrika çevirip Risale-i Nur’a ve müellifi Bediüzzaman’a sû-i kastla, "Bediüzzaman gizli cemiyet kuruyor, halkı hükûmet aleyhicıe çeviriyor, inkılapları kökünden yıkıyor, Mustafa Kemal’e deccal, süfyan, din yıkıcısı diyor, bunu hadîslerle ispat ediyor" gibi bir sürü bahaneler ve planlarla ittiham edilerek, Kastamonu’dan Denizli Ağır Ceza Mahkemesine yüz yirmi altı talebesiyle beraber 943 senesinde sevk ediliyor. HAŞIYE
Sonra, Risale-i Nur Külliyatında siyasî bir mevzu olup olmadığını tetkik için, birkaç memurdan müteşekkil bir ehl-i vukuf teşkil edilerek, müsadere edilen Nur Risaleleri ve mektuplar tetkike başlanınca, Bediüzzaman, "Bu vukufsuz ehl-i vukuf, Risale-i Nur’u tetkik edemez. Ankara’da yüksek, ilmî bir ehl-i vukuf teşkil ettirilsin, Avrupa’dan feylesoflar getirilsin; eğer onlar bir suç bulurlarsa, en ağır cezaya razıyım" der. Bunun üzerine Risale-i Nur Külliyatı ve bütün mektuplar, Ankara’da profesörler ve yüksek alimlerden mürekkeb bir ehl-i vukùfa satır satır tetkik ettirilir.
Eh1-i vukuf tarafından, "Bediüzzaman’ın siyasî bir faaliyeti yoktur. Onun mesleğinde cemiyetçilik ve tarîkatçilik mevcud değildir. Eserleri ilmî ve îmanîdir; Kur’an’ın bir tefsiridir" diye rapor veriliyor. Mahkemeye verilişindeki ittihamlar, delilsiz ve ispatsız olduğu için, birtakım uydurma bahane ve tertiplerden ibaret olduğu anlaşılıyor.
HAŞİYE
Denizli hapsinin yegane sebebi, Risale-i Nur’un Isparta ve Kastamonu merkez olarak sair vilayetlerde intişarı ve böylece din muhabbetinin gittikçe tezayüd etmesi idi. Hatta, Denizli hapsinden az evvel, Yedinci Şua olan Ayetü’l-Kübra risalesi İstanbul’da gizli tab’ edilmişti. Îman hakîkatlerinì harika bir sûrette izah ve ispat eden bu eser de îmansızları telaşa düşürmüş ve Denizli hadisesine bir sebep gösterilmişti. (T.H. s.349)
Evet, biz bir cemiyetiz ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda, üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve hergün beş defa, namazla, o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemal-i hürmetle alakalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar ve kudsî programıyla birbirinin yardımına dualarıyla ve manevî kazançlarıyla koşuyorlar. Işte, biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız; ve husûsi vazifemiz de, Kur’an’ın îmanî hakîkatlerini tahkîkî bir sûrette ehl-i îmana bildirip, onları ve kendimizi îdam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferidden kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ittihamımız olan "cemiyetçilik" gibi asılsız ve manasız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmeyiz.
...........
Dünyaya kanşmak arzusu bizde bulunsaydı, böyle sinek vızıltısı gibi değil, top güllesi gibi ses ve patlak verecekti. Dîvan-ı Harb-i Örfìde ve Mustafa Kemal’in hiddetine karşı dîvan-ı riyasette şiddetli ve dokunaklı müdafaa eden bir adam, on sekiz sene zarfında kimseye sezdirmeden dünya entrikalarını çeviriyor diye onu ittiham eden, elbette bir garazla eder.
Bu meselede, benim şahsımın veya bazı kardeşlerimin kusuruyla Risale-i Nur’a hücum edilmez. O, doğrudan doğruya Kur’an’a bağlanmış; ve Kur’an dahi Arş-ı Azam ile bağlıdır. Kimin haddi var, elini oraya uzatsın, o kuvvetli ipleri çözsün.
Hem, bu memlekete maddî ve manevî bereketi ve fevkalade hizmeti, otuz üç ayat-ı Kur’aniyenin işaratı ile ve Imam-ı Ali Radiyallahü Anhın üç keramat-ı gaybiyesiyle ve Gavs-ı Azamın katî ihbarıyla tahakkuk etmiş olan Risale-i Nur, bizim adi ve şahsî kusurumuzla mes’ul olmaz ve olamaz ve olmamalı! Yoksa bu memlekete hem maddî, hem manevî telafi edilmeyecek derecede zarar olacak HAŞIYE Bazı zındıkların şeytanetiyle Risale-i Nur’a karşı çevrilen planlar ve hücumlar, inşaallah, bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez; dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenab-ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler. Eğer maddî müdafaadan Kur’an menetmeseydi, bu milletin can damarı hükmünde, umûmun teveccühünü kazanan ve her tarafta bulunan o şakirtler, Şeyh Said ve Menemen Hadiseleri gibi cüz’î ve neticesiz hadiselerle bulaşmazlar; Allah etmesin, eğer mecburiyet derecesinde onlara zulmedilse ve Risale-i Nur’a hücum edilse, elbette hükûmeti iğfal eden zındıklar ve münafıklar bin derece pişman olacaklar.
Elhasıl, madem biz ehl-i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz, onlar da bizim ahiretimize, îmanî hizmetimize ilişmesinler!
Mevkuf
Said Nursî