YİRMİYEDİNCİ MEKTUB VE ZEYİLLERİ



Otuz Üçüncü Söz'ün Yirmi Yedinci Mektubudur ki: Mektubatü'n-Nur'un birinci muhatabı olan Hulûsi Bey'in hususî mektublarından Risaletü'n-Nur hakkındaki takdiratını gösteren fıkralardır.



Yirmi Yedinci Mektubun ikinci kısmı olan "Zeyl" i dahi elhak bir Hulûsi-i sâni olan Sabri Efendi'nin Risaletü'n-Nur hakkındaki takdiratını gösteren hususî mektublarındaki fıkralardır.

(*) Bu Barla Lâhikası Zeyiller ile beraber Yirmi yedinci Mektub'un bir kısmını ihtiva eder. Sonradan Kastamonu ve Emirdağ Lâhikalarıyle Yirmi Yedinci Mektup tamamlanmıştır.

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ اَبَدًا

(Hulûsi Bey'in birinci fıkrasıdır)


Eyyühel Üstâdü'l-Muhterem!


Kendilerini fakir ve hakir görmekten zevk alan zevât-ı âliye gibi değil, belki olduğu gibi görünmek isteyen ve talebem, kardeşim, birâderzâdem ünvanlariyle taltif buyurduğunuz bendeniz, hakikatte mânen düşkün bir vaziyette ve cidden duanıza muhtaç bir haldeyim. Serâpâ Nur olan Kur'ân-ı Mu'cizü'l-beyanın hak ve hakikatini, bu asır insanlarının bilhassa fırak-ı dâllenin gözlerine sokacak derecede, bazı Kur'ân lemeâtının zâhir olmasına murad-ı İlâhî taallûk etmiş ve bu emr-i mühimme felillâhil'hamd muhterem Üstadımız vasıta olmuştur.

İşte hiç ender hiç olan bu talebenize de yine lütuf ve fazl ve inâyet-i İlâhî ile bu âlî me'muriyetini ifâ eden aziz ve muhterem hocasına ve Hazret-i Kur'ân hesabına pek cüz'î bir hademelik yaptırılmıştır. Bundan dolayı ne kadar şükretsem azdır, fahre zerre kadar hakkım yoktur. Belki şu hademelikte yapmış olmaklığım muhtemel hatîât ve kusurattan dolayı afvımı niyaz ve istirham ediyorum. Fena şahsiyetimi târif eylemekliğim gerçi mânasızdır. Fakat mürâsele ve mülâkatta bu babda pek çok büyük iltifatlarınızı gördüğümden mütehassıl hicab sevkiyle ufak bir tasdi'de bulundum. Son iki mektubunuzda sual buyurulan hususa cevab vermekliğim ısrar ile emir buyuruldu. سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا Fakat bu ağır suale, acz ve fakrın en müntehâsında bulunan bu kardeşiniz hak ve hakikate muvafık ve mutabık bir cevap verebilmek için inâyet ve kerem-i İlâhî ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberîye iltica eyledi. Şöyle ki:


Mübârek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübîn'in nurlu lemeâtıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtrî anlayışları nisbetinde hisse-mend ve faide-mend olurlar. Şimdiye kadar tenkid olunmaması, her meslek ve mezheb ve meşreb ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delâlet etmeğe kâfidirler.


Vazifenizin bitmediğine dair düşünebildiğim bürhanlar:


Evvelâ: Bid'adların çoğaldığı bir zamanda ulemânın sükût etmemeleri lâzım geldiğine dair beyan buyurulan hadîsteki emir ve zecr.


Sâniyen: Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan onlar gibi müddet-i hayatınızca vazifeye devam mecburiyeti olduğu.


Sâlisen: Madem bu hizmet münhasıran re'yiniz ile değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kur'ân, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdân Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem Efendimiz Hazretleri bir gün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ ferman-ı celîlini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i Risaletinin hitâmına remzen işaret eylemişti. Muhterem Üstadın da hizmeti kâfi görülürse, bildirilir kanaatındayım.

Râbian: Sözler hakkında bugüne kadar sükût edilmesi ve tenkide cür'et edilmemesi, ilâ nihâye bu hâlin devam edeceğine delil olamaz. Hâl-i hayatınızda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzat zât-ı fâzılâneleri cevab vereceksiniz.


Hâmisen: Dünyayı unutmak isteseniz, başka hiç bir sebeb olmasa dahi yalnız bu mübârek Sözler'le rabıta peydâ eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevabsız bırakmayacaksınız.


Sâdisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahda bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilminizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözler'e bile geçmeyen mesâil kat'iyetle gösteriyorlar ki: İhtiyaç da hizmet de bitmemiştir.


Birkaç mâruzât: Nurlu Sözler'i cemaate okumak nasib olduğu zamanlarda, bende bazı hissiyat hâsıl oluyordu; şurada arza müsaadenizi rica edeceğim.


Evvelâ: Muhterem Üstadıma mâruzatta bulunmak için kalemi elime aldığım zaman, ruhumda büyük bir inkişaf hissediyor ve ihtiyarsız kalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum.


Sâniyen: Şöyle düşünüyordum; eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emîn olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi köşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve âlem-i insan ve âlem-i İslâm mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblâğ edeyim de Allah-ı Zülcelâl nasıl şe'n-i Ulûhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum. Bundaki hikmet nedir?


Sâlisen: Esmâ-i Hüsnâdan Rahman ve Rahîm isimleri en âzam mertebede olduklarından mı, yoksa başka sebeb ve hikmetle mi بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ kelimesi içine dahil olmuşlardır? Bu da şu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.

Aziz ve muhterem Üstadım, sizin vücudunuza yalnız bizler değil, bütün Âlem-i İslâm muhtaçtır. Çünki; mü'minlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalâlete düşenlere râh-ı hidâyeti gösteren, hükemâ-yı felâsifeyi beht ve hayrette bırakan Kur'ân-ı Mübîn'den nebeân ve lemeân eden o kudsi Sözler'in vücuduna vasıta oldunuz. Hemen Cenâb-ı Erhamürrâhimîn azîz Üstadımızı sıhhat ve âfiyetde dâim ve Ümmet-i Muhammed üzere kâim buyursun, âmin bihürmeti Seyyidi'l-Mürselîn.


Hulûsi




Risale-i Nur mektublarından bu mektubunuzun bendeki te'sirlerini hülâsaten arzedeyim:


Sıhhat ve âfiyetinizin devamı, şükrümü; bu gibi mesâilin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarımda ilim sayılacak her şeyi sizden öğrendiğim için, bu vesile ile hakikat sahasındaki mâlûmâtımı; hasbe'l-beşeriyye fütur hâsıl oluyorsa, şevkimi; hasta bir talebeniz olduğumdan Kur'ân'ın eczahanesinden verdiğiniz bu ilâçlarınızla sıhhatimi; matbaha-i Kur'ân'dan intihab buyurduğunuz bu gıdalarla bütün hasselerimin kuvvetini, hayatın beş derecesini de tâlim, mevtin i'tibârî bir keyfiyet olduğunu tefhim, idam-ı ebedînin mutasavver olamayacağına kalbimi takvîm buyurduktan sonra, Allah için muhabbetin her halde bu hayat derecelerinde de devam ederek hayât-ı bâkiyede bâkî meyvesini vereceğini işaret buyurmakla müddet-i hayatımı nihayetsiz artırmağa sebeb olmuştur.


Risale-i Nur ile ihdâ buyurduğunuz dualar, zâten her gün sevgili Üstadı düşünmeğe kâfi gelmektedir. Kur'an'ın nihâyetsiz füyuzâtından, tükenmez hazinesinden inayet-i Hak'la edindiğiniz ve tebliğe me'zun olduğunuz mânaları, cevherleri göstermekle, bildirmekle de bu biçare ve müştak talebe ve kardeşinize sonuna kadar ders vermek istediğinizi izhar ediyorsunuz ki: Bu suretle de ebeden ve teşekkürle gözümün önünden, hayâlimden ayrılmamaklığınız te'min edilmiş oluyor.

اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Hulûsi


Muvasalatımın ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediği odaya devam eden zevâta; mütevekkilen alâllah, akşam ile yatsı arasında Risale-i Nuru okumağa başladım.


Sevgili Üstadım! Evvelce arzettiğim vechile ben artık bir şey için yaşadığımı zannediyorum. O da, Üstadım olan dellâl-ı Kur'ân'ın vazife-i me'mure-i mâneviyyesini ifâda kendilerine pek cüz'î bir yardım ve Kur'ân hesabına cüz'î bir hizmetkârlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur'ân'dan hakikat-i iman ve İslâm hesabına vâki olacak istihraç ve tecelliyâttan mahrum bırakılmamaklığımı hâssaten istirham ediyorum.


İnşâallah müstecâb olan duânızla Allah-ı Zülcelâl, Risale-i Nur hizmetinde ümid ve arzu ettiğim neticeye vâsıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi âhir nefesde iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedeni'l-Mustafa (Sallâllahu teâlâ aleyhi ve sellem) Efendimize ve siz muhterem Üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle âmâl-i hakikiyeye nâil buyurur.


Risale-i Nur gerçi zâhiren sizin eserinizdir, fakat nasıl ki, Kur'ân-ı Mübîn Allah'ın kelâmı iken Seyyid-i Kâinat, Eşref-i Mahlûkat Efendimiz nâsa tebliğe vasıta olmuştur, siz de bu asırda yine o Fürkan-ı Azîm'in nurlarından bu günün karmakarışık sarhoş insanlarına emr-i Hak'la hitab ediyorsunuz. Öyle ise; O Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptırtan o nurları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette fânilerden belki de hiç ümid edilmediklerden sâhipler, hâfızlar, ikinci üçüncü hattâ onuncu derecede mübelliğler, nâşirler halk buyurur itikadındayım.



Hulûsi


Evet İslâmiyet gibi bir âlî tarikatım, acz ve fakrı Allah'a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyidi'l-Mürselîn gibi bir rehberim, Kur'ân-ı Azîmüşşân gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velâyete erişmek gibi ulvî bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.


Üstadım bana ve dinleyen her zevil akla, tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla edâ et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba'-ı sünnet et, yedi kebâiri işleme dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risaletü'n-Nur ile verilen derslere, Kur'an'dan istinbat buyurarak gösterdiği hakîkatlere karşı Allah'ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hatâ etmedim, isabet ettim.


Hulûsi




Bu kerre irsal buyurulan Mektubâtü'n-Nur zeyilleri, emsâli gibi hoş, güzel ve bedi'dir. Eserlerin Nur ism-i azîminin tecellisi olduğuna, ihtiyaca ve hâl-i âleme göre yazdırıldığına bence aslâ şübhe kalmamıştır. Bunu küçük bir misâl ile te'yid etmek isterim. Mülhidler çok ileri gidiyorlar. Meselâ: ..... ilâ âhir.


İşte bu ahmakların hezeyanına ve her nevi iğfallerine ve zâhiren süslü lâflarına kanmayarak, iman ve itikadlarında sâbit kadem olmaları için erbab-ı imana ve kuvvet ve zümre-i tuğyana kahr ve şiddetle ders-i ibrat verecek pek münasebetli sözler, mevzubahs âsârda ayân-beyan görülmektedir.


Hayfâ ki, bu nurlar şimdilik (Hâşiye) lihikmetin pek mahdut sahada ve ancak mü'minler içinde neşredilebilir.


(Haşiye): Bundan otuz beş sene evvel.

وَالصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ * اِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

Hulûsi

Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfını da Hakkı Efendi kardeşimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî mefhumu var. Tavsife bu âcizin kudreti olsa, belki bu ikinci nokta için pek ziyade rahatsız etmeğe cesâret ederdim. Heyhât ki, diğer hususâtta olduğu gibi, bunda da sıfrü'l-yed bulunuyorum. Yalnız hulûs ve sâfiyetle ve kısaca derim: Belki diğer bütün Sözler'in daha fevkınde parlayan bir necm-i nur'efşândır.


(Doktor'dan Mi'râc'ı nasıl bulduğunu sordum. Doktor Kemal der: "Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslâm olmağa bile lüzum yok, insan olmak kâfi" cevabını verdi.)




Hulûsi


Bizler ki, Elhamdü-lillâhi-teâlâ, ahiret kardeşiniz, Kur'ân hizmetinde âciz hizmetkârınız, esrar-ı Kur'aniyenin beyanında, eşşükrü-lillâhi-teâlâ, "Ashab-ı Kehf" gibi musahibiniziz. Liyâkat ve kifâyetimizin çok fevkınde mahzâ bir lütuf ve inâyet-i Samedânî olarak talebeniz bulunuyoruz. Bundaki niam-ı Sübhaniyeye hamd ve şükürden âciz bulunuyoruz.




Hulûsi


Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfını, Ramazan hediyesini ikmale muvaffak oldum. Tevfîk-ı Hudâ yoldaşım olursa diğerlerini de emir buyurduğunuz müddette yazarım. Bu kadar kıymetli ve nurlu Sözler'in en hüsünlü hatt ile hattâ altun ile yazılması lâyık ve muktazi iken, hasbe'l-kader bu biçâre kardeşinizin perişan ve belki ancak okunabilir, hatalı hattı ile yazılması da, hamd ve şükrümü artırmağa vesile oluyor ve her vasıta ile aldığım meserret-bahş selâm ve iltifâtât-ı fâzılânelerinin ve her biri Risale-i Nur'â bir zeyl ve tefsir ve hâşiye makamındaki cihan-değer emirnâme-i ârifânelerinden maddeten dûr bulunacağımdan dolayı çok müteessir olacağım.


Fakat mânevî ciheti böyle düşünmüyorum ve nerede bulunursam bulunayım, înâyet-i Bâri ile aldığım dersi dinletecek bir muhatab bulmağa çalışacak ve neşr-i hakikat yolunda acz ve fakrıma bakmıyarak, duanızla elimden gelen her çareye başvuracağım için müteselli oluyorum.


Yalnız, dünyevî vazifeler ile uğraşmak ise, fıtraten hoşlandığım ve hakâikına meclûb olduğum nurlu Sözler'le iştigalime kısmen mâni' oluyor. İşte buna müteessifim, fakat elimden bir şey gelmiyor. Her geçen gün dünyanın fenâ ve fâni yüzünü daha ziyade üryanlığıyla göstermekte ve bu hayatta bâki ve sermedî hayat için bir şey kazanılmadan geçen vakitlere teessür hâsıl ettirmektedir. Sureten ayrıldığımıza o kadar müteessir değilim. Bilhassa sevgili Üstadın son dersi, bu fâni dünyanın en zevkli halinden pek çok yukarı derecede bir bâki hayat olduğunu kat'iyyetle müjde etmektedir.



Hulûsi


Gönül isterdi ki, O muazzam Sözler'e sönük yazılarımla biraz uzun cevap yazayım. Fakat buna muvaffak olamıyorum. Kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber uhdeme verilmiş olan bir kaç maddî vazifelerin taht-ı te'sîrinde dimağım meşgul ve âdeta meşbu' olduğundan, o mübarek cevherlerinize mukabil âdi boncuk bile ibraz edemiyeceğim.


Biliyorsunuz ki, çok ifadelerimde sizi taklid ettiğim birinci sebebi, merbutiyet-i hâlisânemin; ikinci sebebi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliğidir. Fakat mübarek Yirmi Dördüncü Sözde misali geçen fakir gibi, ben de derim: Ey Sevgili Üstadım, eğer gücüm yetişse, elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkeb cümlelerle size mâruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki, yok. Niyetime göre muamele buyurunuz.



Hulûsi


Eser, emsâli gibi nurlu ve hikmetlidir. İnşâallah temenni buyurduğunuz vecihle Ümmet-i Muhammed'in içtimaî ve pek mühim bir yarasına kat'î devâ olur. Doğrudan doğruya nur-u Kur'ân olan mübarek Sözler'in kasd ve işaret edilmek istenildiğini arzettim ve makam-ı tasdikte şimdiye kadar kendisine bir kaç Söz'ü de okudum ve imkân buldukça da okuyacağım. Lâyüadd ve lâyuhsâ niam-ı Sübhâniyesine mazhar olduğum Allah-ı Zülcelâl tebareke ve teâla ve tekaddes hazretlerine hamd ve şükürden âciz, isyan ile âlûde iken zât-ı üstadâneleri bizi izn-i Rabbanî ile o mübarek münevver Sözler ile irşad edip zulmetten nura çıkardınız.


Taharri-i hakikat ile ömür geçirir iken mukadderat bu âsi biçâreyi de beş sene evvel Şâh-ı Nakşibend hazretlerinden "Muhammedü'l-Küfrevî" hazretlerine doğru açılan tarîk-ı Nakşibendî'ye idhâl eylemişti. Sonra muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken nurlu Sözler'inizle zulmetten nura, girdabdan selâmete, felâketten saadete çıktım. اَلْحَمْدُ ِللّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى ferman buyuruyorsunuz ki: İmanı kurtarmak zamanıdır. عَلَى الرَّاْسِ وَالْعَيْنِ



Hulûsi


Bu defa bu biçâre talebesine ihsan ettiği hediyeyi, gıyabî muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla okuyorum. Baştan başa mu'cize-i kübra-yı Ahmediyeyi ilân eden On Dokuzuncu Mektub'un tahsisen bendelerine irsali, yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş ve mütalâası rikkat damarlarımı tahrik ederek hayli ciddî gözyaşı akıtmağa vesile olmuştur.




Hulûsi


Ruhu feza-yı kâinatta beyne'l-ecram seyr-i seri' ile seyahat ettirecek tarzda tulû'eden manzume-i hakikat, bilhassa bizler için büyük mazhariyettir. Tarîk-ı Nakşî hakkındaki fıkraya mukabil "tarîk-ı acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür" ün hesabına tulû eden fıkra da pek çok kıymetli bir cevherdir. Bu Sözler altun ile yazılsa lâyık iken nâkıs hattımla istinsah ettim. O halde kıymeti, âciz bir talebenizin yadigârı olmasındadır.


Hulûsi


Sâniyen: Şu zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfranda mahz-ı inâyet ve lütf-ı Hak olan, Ümmet-i İslâmiyeyi hakâik-ı imaniyeye sevk ve irşada me'mur edilen Zât-ı hakîmanelerini bütün Ümmet-i Muhammediyeyi olduğu gibi bu âcizi de nurlu Sözler ile tarîk-i Nura irşad buyurduğunuzdan dolayı hürmet ve minnetle daim yâd eder,dünyevî ve uhrevî muradlarınızı hâsıl eylemesini Rahîm, Kerîm olan Allah-ı Zülcelâl Hazretlerinden abîdane niyaz ve istirham eylerim, efendim.




Hulûsi


(Kardeşimin bir fıkrasıdır)


Ellerinizi öper, duanızı isterim. Dünyadan dargın, nefsinde âciz olan Abdülmecid'e güzel bir üstad, ulvî bir mürşid olacak yeni eserleriniz geldi. Lâfzî bir üstadı kaybettimse de, mânevî müteaddid mürşidleri buldum diye kendimi tebşir ettim. Hakkikaten irşad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razı olsun ...




Abdülmecid


Evet müteselli olduğum iki cihet var. Biri: Elimizdeki mübarek Sözler vasıtasiyle daima sohbet-i mânevide bulunduğumuz, diğeri: Muhabbetimizin inâyet-i Bâri ile "hubb-u fillâh" mertebesinde olduğuna imanımızdır. Binâenaleyh size benim bugün ve yarın en büyük hediyem: Verdiğiniz dersi, nâmınıza olarak vekâleten alâ kadri'l-imkân mü'minlere tebliğ eylemek ve Allah'ın verdiği hakikî muhabbeti ebeden taşımak ve buna mukabil Erhamürrâhimîn ve Ekremül'ekremîn, Ahsenülhâlikîn, Rabb-i Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden, hakikî muhabbetin, Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında izah buyurulan neticesine mazhar buyurulmaktır. İman-ı tahkikî yolunda buluştuğumuz Hakkı Efendi ile niyetimiz hakka, sıdka, ihlâsa iştirâkimiz muhakkaktır.




Hulûsi


Bu mektubunuzdaki suâl ile ve en son yazılmış olan Otuz İkinci Söz ile münâsebet ve müşâbehet nevinden bu def'aki arîza-i cevabiyem üç vakfeli oldu.


Demek oluyor ki, Risale-i Nur mânevî bir güneş, her bir Söz muhtelif kadirlerden nuranî yıldızlar ve Otuz İkinci Söz üç mevkıfı ile bu yıldızların hepsinin üstünde parlayan ve enzar-ı dikkati hâh-nâhâh üzerlerine celbeden hâlis nurdan vücuda gelmiş birinci kadirden pek nurlu, erbab-ı îmana gülümseyen, ahzab-ı dalâlete haşmetle bakan, gözlerini kör eden, erbab-ı gafleti uyandıran pek haşmetli, çok nurlu birinci kadirden bir kevkeb-i nevvârdır. Ne yapayım talebenizin dili bu kadar dönüyor. Yoksa bu sönük ifade o mübarek Sözler için sarf edilmek lâyık olmadığını biliyorum.


Bizden Üçüncü Maksad'ın te'sirini sual buyuruyorsunuz. Biz Hakkı Efendi ile ittifakan deriz ki: İçindeki hakikatler cerhedilmez, içinde lüzumsuz bir şey yok, zararlı bir kayıt mutasavver değil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfik verirse, imanını kurtarabilirler. Bu hakâikle Avrupa ehl-i dalâletine de meydan okunur, fikrindeyiz. Bu kabil dalâlet ve gaflette olanlar ya mübarezeden mağlûb olurlar, ya ulviyyeti hissedip tegayyüb ederler, yahut Ebu Cehil gibi hakikati kabul etmemekte inad ederler veya dehşetlerinden kulaklarını kapayıp kaçarlar, fikir ve kanaat ve imanındayız. Sözler'i dinleyenlerin bir sükût-u mestî göstermeleri, izhar-ı hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde takdiratta bulunmaları her halde düşündüğümüze kuvvet verir bir keyfiyettir. Ümid ve tahminimizi tasdik ediyor.



Hulûsi


Niyetim büyük, tevfik Hudâ'dan. Yalnız oda cemaatımıza Yirmi Beşinci Söz'e kadar okudum. Ve İnşâallah devam edeceğim, Emrinize tebean ve duanıza binâen fütur getirmiyorum. Maddî vazifem oradakinden daha ağırdır. Fakat her umûrumda Allah'a istinad ettiğim için ümidsizliğe düşmüyorum. Oradan ayrıldıktan sonraki füyuzattan istifade etmeyi cân ü yürekten arzu ediyorum. Nâtamam kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözler'in de itmâmına muvaffak olmanızı eltâf-ı İlâhiyeden niyaz eylerim.




Hulûsi


Ben burada inşâallah emanetçi olduğum Sözler'i inâyet-i Hak'la ve duanız berekâtiyle lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümid ediyorum. Üstadım müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları dellâl-ı Kur'ân'dan enzâr-ı cihana vaz'eden Hâlık (Celle Celâluhu) bizim gibi kimsenin ümid ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşr ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa'yim ile, kudretim ile kazandım diyen huddâm o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zâhiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatındayım. Bu sebeble oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur ile çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim.


Hulûsi




Risaletü'n-Nur, Mektubatü'n-Nur'un mütalâası, tahrir edilmesi, neşr ve tebliğe alâ-kadri'l-istitâa çalışılması gibi emr-i hayr-ı azîme havl ve kuvvet-i Samedanî ve inâyet ve lütf-u Rabbânî ile muvaffak olduğum zamanlar ki: Bu evkatta evvelen ve bizzat bu fakir istifade, istifâza, istiâne etmiş oluyor. Bu itibarla mezkûr saatları çok mübarek tanıyor, firakına acıyor, o yaşayışın devamını, tekrarını, kesilmemesini ez-can ü dil arzu ediyorum.


Fakat ne çare ki: İğtinam edebildiğim kısacık vakitlerde zihnimi safîleştirip Nurların karşısına, dolayısiyle Kur'ân'ın mu'cizeleri mecmuasına ve aziz, muhterem Üstadımın medresesine ve ol Seyyidü'l-Kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (ASM) Hazretlerinin ravza-i saadetlerine ve nihayet Rabbü'l-Âlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin huzur-u lâmekânîsine çıkıyorum. Bu sebeble cidden o Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşfi enfâs-ı ma'dude-i hayattan olmaya idiler diyorum.

Hulûsi


Geçen hafta mahtelif iki cemaata Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci ve İkinci Zeyillerini okudum. Dinleyenler hayran ve bu fakirde o parlak i'caz-ı Kur'ân'dan âdeta gaşyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubatü'n-Nur'un en münevverleri safında mütalâa ediyorum. Bu gün Cum'a idi. Komşumuz Fethi Bey'e on bir ve on üç numaralı Sözler'i okudum. Dünyevî işlerden tahlîs-i nefis ile iğtinam edebildiğim vakitlerde, o mübarek nurlu pencerelere koşuyorum. Ruhî ve manevî gıdamı almağa ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeğe çalışıyorum.


Hulûsi


Yirmi Altıncı Mektub'u büyük sevinçle aldım. Defaatla, dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum ve neticede, "duanız olmazsa ne değeriniz var" ferman buyuran Zât-ı Zülcelâl'e ubudiyyetle intisabım hasebiyle ve abdiyyetin tazammun ettiği lisanla, kemal-i acz ve fakr ve şevkle; tamamen hasbî, bütün mânâsıyle Allah namına, bütün vuzûhiyle ehl-i iman ve Kur'ân nef' ve hesabına olan maddî, manevî, zâhirî, bâtınî, dünyevî, uhrevî hıdemâtınızın mükâfatını lütuf ve kerem-i bînihayesine münasib bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasını ve zât-ı üstadânelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Hâlik-ı Rahîm ve Kerîm Hazretlerinden abîdâne tazarrru' ve niyâz eyledim. Ümidim اُدْعُونِى اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanının tecelli edeceğindedir.


Muhterem Üstad! Zaten sizin, biz bîçârelerden beklediğiniz yalnız dua değil mi? Mübarek Sözler hakkında şimdiye kadar mektublarımda mevcut olan ihtisâsâtımı nâtık, sönük ifâdâtımı Risaletü'n-Nur'a takriz yapmak hususundaki niyet-i üstadânelerine bir şey demeğe hakkım yok. Fakat benim o perişan ifadelerim, güneşin yanına mum yakmak kabilinden olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüğüne rağmen o Nurların komşuluğundan, âyinedarlığından hisse-mend olarak nisbî bir parlaklık arzedebilecektir.


Risaletü'n-Nur'un müstemi'leri arasında, Sultan Abdülhamid'in devrinde Kerbelâ'da senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında 88 yaşında bir hoca vardır. Her defaki mütalâadan büyük memnuniyet göstermekte, "çok istifade ettim Allah razı olsun" demekte ve çok dua etmektedir. Yirmi Altıncı Mektub'un Üçüncü Mebhası'nı gayr-ı ihtiyarî muhtelif rütbede mühim zâtlara okudum. Hepsi "çok doğru, çok güzel" dediler. Evet bu fakir çok tecrübe ettim ve yakîn hâsıl ettim ki: وَقُلْْ جَاءَ اْلحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ -ilâ-âhiril âye- âyetinin lâyemut mu'cizesi vardır. Bu defaki mektubları birkaç defa muhtelif küçük cemaatlara okumak nasib oldu. Bunların birinde mühim bir âlim de vardı. Cümlesi hayret ve takdirlerini izhar ettiler. Benim fikrime gelince: Bütün Risaletü'n-Nur ve Mektubâtü'n-Nur, ihtiyac-ı zamana göre her sınıf erbab-ı din ve hattâ, müfrit muannid olmamak şartiyle, dinsizleri bile ilzam ve ikna' edecek derecededirler. Fakat (dünya bu) sevk-i menfaat, hırs-ı câh, küfür ve inad, gaflet ve kesel, şirk ve dalâl gibi ilâçsız hastalıklara tutulanlar için, bu Nurlara karşı göz yummak, görse bilse kabul etmemek, gördüğünü inkâr etmek, hak ve hakikatı reddetmek gibi divanelikler istib'ad edilemez. Malûm-u fâzılâneleri, Allah'ın şu muvakkat misafirhanesinde insan suretinde hayvanları eksik değildir. Bu nurlar intişar etse idi, elbette böylelerinin bugün istidlâlen dermeyan edilen divanelik hezeyanları da açık olarak görülürdü.



Hulûsi


(Şu fıkra kardeşim Abdülmecid'indir)


Bu eserler bütün sınıflara ve cemaatlara dâima mazhar-ı takdir oluyor. Kim görse istihsan eder. Tenkide mâruz olacak eserler değil. Fakat derecât-ı takdir, derecâtı fehim gibi mütefavit ve müteaddiddir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir.



Abdülmecid


(Hulûsi Bey'in selefi, yirmi altı yaşında vefat eden biraderzâdem Abdurrahman'ın vefatından bir iki ay evvel yazdığı mektubudur)

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ

Ellerinizi öperim, duanızı dilemekteyim. Sıhhat haberinizi, irşad edici olan "Onuncu Söz" risalenizle beraber Tahsin Efendi vasıtasiyle aldım, çok teşekkür ederim. Evvelce gerçi emrinize muhalefet ederek muhterem ve değerli amcamdan ayrıldığıma pişman olmuş isem de ve itâbınıza müstehak olmuş isem de, bu da mudadder imiş. Ve Cenâb-ı Hakk'ın emir ve iradesiyle ve belki de bizim için hayırlı olduğu için oldu. Binâenaleyh ben cehalet sâikasıyla bir kusur yaptım ve belâsını da çektim. Bundan sonra çekmemek için afvınızı rica ve duanızı dilerim.


Aziz mamo (*)! Şunu da şurada arzedeyim ki: Himaye ve himmetiniz sâyesinde, din ve âhiretime dokunacak ef'al ve harekâttan kendimi muhafaza ettim ve etmekte berdevamım. Gerçi dünyanın değersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezâiz ve safâsını gördüm, geçirdim. Hiç bir vakit ve hiç bir zaman unutmadım ki: Bunların hepsi hebâ olduğu ve dünyanın Allah için olmayan lezâiz ve safâsı neticesi zillet ve şedid azab olduğu ve dünyada Allah için ve Allah'ın emir buyurduğu yollarda çekilen ve çekilmekte olan mezâhim neticesi sonu lezzet ve mükâfat olduğunu bildiğim ve iman ettiğimden, fenâ şeylerin irtikâbından kendimi muhafaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayâlimde yer yapmıştır. Hakikat böyle olduğunu bildiğim için bütün meşakkatlere şükür ile beraber sabretmekteyim.


(*) Kürtçe amcacığım demektir.


Şimdi amcacığım ve büyük üstadım! Habîs olan nefsimle mücadele edebilmek ve onun hevâî ve bilâhare elem verici olan arzularını yapmamak ve dinlememek için teehhül etmek mecburiyetinde kaldım ve şimdi artık her cihetle Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve keremiyle rahatım. Kimsenin dediğini şer ise duymamazlığa gelir ve kimse ile fenâ hasletleri kapmamak için ihtilât etmemekteyim. Dairede müddet-i mesâiden hariç zamanlarımı kendi evimde Cenâb-ı Hakk'ın şükrü ile geçiriyorum. Bundan başka ey amca, sizden sonra şimdiye kadar en çok beni ikaz ve fenâ şeylerden men'eden, üstad-ı âzam ve mürşidim olan bu âyet-i kerîmeden duyduğum ve hissettiğimdir:




بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيم

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا اَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ve öyle biliyorum ki; o gün de pek yakındır. (Hâşiye 1)

اَللّهُمَّ لاَ تُخْرِجْنَا مِنَ الدُّنْيَا اِلاَّ مَعَ الشَّهَادَةِ وَ اْلاِيمَانِ

duam bu ve itikadım böyledir ve böyle de iman ederim. (Hâşiye 2)

آمَنْتُ بِاللّهِ وَ مَلئِكَتِهِ وَ كُتُبِهِ وَ رُسُلِهِ وَ بِالْيَومِ اْلآخِرِ وَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَ شَرِّهِ مِنَ اللّهِ تَعَالَى وَ الْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللّهُ وَ اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدً عَبْدُهُ رَسُولُهُ

Biraderzâdeniz Abdurrahman

Demek Onuncu Söz onun hakkında bir mürşid-i hakikî hükmüne geçmiştir ki; birden onu derece-i velâyete çıkararak şu üç kerâmeti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azîm istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hattâ tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Söz'ün şevkinden demiş; "Yazdığın Sözler'in hepsini bana gönder, kendi hattımla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Tâ intişar edip kaybolmasın." İşte böyle bir kahraman vârisi kaybettim.

Ruhuna elfâtiha.

Said Nursî


_________
(Hâşiye 1): Cây-ı dikkattir, vefatını haber veriyor.

(Hâşiye 2): Hem iman ile gideceğini ilân ediyor.

(Hâşiye 3) Âhir nefesteki kelimat-ı imaniyeyi âhir-i mektubunda zikretmesi dünyadan kahramancasına imanını kurtarıp öyle gideceğine işaret eder.


بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اَيَّامِ الْفِرَاقِ



Aziz, Sıddık, muhlis, hâlis kardaşım.



Evvelâ: Sizin bayramınızı ve nurlarla ciddî iştigalinizi ve daima birinciliği Nur dersinde ve sadakatinde muhafaza etmenizi bütün ruh ve canımla tebrik ederim.


Sâniyen: Hiç merak etme seninle muhabere MA'NEN devam eder. Bütün mektublarımda "Aziz sıddık kardaşlarım" dediğim zaman muhlis HULغSİ saff-ı evvel muhatabların içindedir.


Sâlisen: Nurlar pek parlak ve gâlibane fütûhatı geniş bir dairede devam ediyor. (Sırran tenevveret) sırrıyle perde altında daha ziyade işliyor. İki makine bin ve beşyüz kalemli iki kâtib olmasıyla, inşâallah zemin yüzünü de ışıklandıracak derecede ders verecek.


Kardaşım, ben de senin fikrindeyim ki, Nur hizmeti için Kader-i İlâhî seni gezdiriyor. En muhtaç yerlere sevk eder. Hususan o havali memleketim. Güzel levha-i hakikatın lâhikalarına geçirmek için, nur şâkirdlerine gönderdik. O civarda nurlarla alâkadar zatlara selâm.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Seni unutmayan
Hasta kardaşınız
Said Nursî




Biraderzâdem Nihad'ın gözlerinden öperim. O da babası ile beraber daima duamdadır