M. Latif SALİHOĞLU
Sizin kedi gargur ediyor mu?


Kedi bahsi, Nur Risâlelerinde olduğu gibi, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında da genişçe bir yer alır.


Bizim Barla, Isparta ve Emirdağ'da yaptığımız tesbitlere göre ve görgü şahitlerinden de bizzat dinlediğimiz kadarıyla, buralarda Üstad Bediüzzaman'ın ikamet ettiği menzillerde birden çok kedileri varmış.
Şahitler, Emirdağ'daki evinde iki adet kedi beslediklerini söylerken, Barla'da ise dört adet kedisi olduğunu Üstad'ın bizatihi kendisi ifade ediyor.


Kedilerin rızıklarının bereket sûretinde geldiğini ve kendisinin de onların bereketinden istifade ederek onlara minnettar olduğunu da itiraf eden Hz. Bediüzzaman, bakın dört kedisiyle alâkalı olarak 24. Söz'ün başlarında neler ifade ediyor:


"...Bir gün kedilere baktım; yalnız yemeklerini yediler, oynadılar yattılar. Hatırıma geldi, 'Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?' Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir sûrette, 'Yâ Rahîm, yâ Rahîm...' diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı." (Age, s. 301)
* * *
Emirdağ'da ikamete mecbur edildiği dönemde, Üstad Bediüzzaman'ın Afyon'dan iki ziyaretçisi gelir. Onlar daha kendilerini tanıtmadan evvel, Üstad onlara "Hoşgeldiniz mollalar" diye hitap eder. Meğerse, ikisi de molla, yani hoca imişler, Üstad'ı bir din âlimi diye ziyarete gelmişler.


Sohbet esnasında yanlarına Üstad'ın bir kedisi gelir. Üstad, biraz dolaştıktan sonra yanı başında oturan kediyi başından beline doğru sıvazlayarak sevmeye başlar. O kediyi okşadıkça, kedi de sarih bir sûrette "Ya Rahim, Ya Rahim..." diye mırıldanmaya başlar.

Bu durum, mollaları ikinci kez şaşkına çevirir. Onların çokça şaşırdığını gören Üstad: "Mollalar, sizin kediniz de böyle 'Ya Rahim, ya Rahim' diyor mu?" diye sorar.


Mollalar cevap verir: "Demez, yok efendim, bizimki demez."


Hazret–i Bediüzzaman'ın onlara son sözü şu olur: "Der mollalar, der. Fakat, sizin kedilerin boğazından haram lokma geçtiği için, ağzı 'gargur' eder; tam olarak 'yâ Rahim, yâ Rahim'i çıkaramaz olur."


Evet, ne dersiniz? Evlâtlarımızın boğazından geçen haram lokma onlara nasıl büyük zarar veriyorsa, aynı haram lokma kedi gibi mâsum ve mübarek hayvanları dahi menfî bir sûrette etkileyebiliyor, demek ki...


Şu mübarek Ramazan hürmetine, Cenâb–ı Hak, bizlerin, evlâtlarımızın ve hatta hayvanlarımızın boğazından, kursağından haram lokma geçirtmesin.


Barla hayatı devresinde (1926–34) dört adet kedisi vardı, Üstad Bediüzzaman'ın. Üstad, onları hem severek besler, hem de rızkındaki berekete sebep oldukları gerekçesiyle onlara minnettarlık duyardı.


Görgü şahitlerinden (Hüseyin Bülbül, vd.) dinlediğimiz kadarıyla, kediler de Üstad'a ziyadesiyle bağlı olup ondan uzun süre ayrı kalmaya dayanamazlardı.


Barla'da Çınaraltındaki menzilinden namaz vakti çıkıp Mus Mescidine giden Üstad Bediüzzaman'a kedileri de tam tekmil iştirak ederlerdi. Namazın bitiminde de, dış kapının gıcırdamasıyla birlikte kediler hemen harekete geçer ve koşarcasına Hazret–i Üstad'ı karşılamaya giderlerdi.


1934 senesinin yaz mevsimi ortalarında, sekiz yıldır Barla'da ikamet etmekte olan Üstad Bediüzzaman'ın Isparta şehir merkezine nakl–i mekân etmesi istenir.


Kediler, yeni sürgün yerine gitmek için hazırlanan Hazret–i Bediüzzaman'ın bu halini garip bir sûrette hissederler. Yakında başlayacak olan bu meçhûl ayrılığa, bu yakıcı firaka dayanamayacaklarını hisseden kediler, kederinden hastalandılar, yemeden içmeden kesildiler ve peşpeşe ölmeye başladılar.
Onların bu kederli ölümlerine şahit olan Üstad Bediüzzaman, yanlarına giderek şunu söyler: "Hey mübarekler! Siz benden önce gitmeye başladınız."


Hapse girince


Benzer bir hadise de 1948 yılı başlarında Emirdağ'da yaşandı.
Yine görgü şahitlerinin (Ahmet Urfalı, vd.) anlattıklarına göre, çarşı içindeki menzilinde Hazret–i Üstad'ın iki adet kedisi vardı.


Bu kediler öylesine terbiye edilmişlerdi ki, aynı evde beslenen fareye dahi ilişmezlerdi. Tıpkı, Isparta'daki Fıtnat Hanımın evinde olduğu gibi. Normalde birarada bulunması mümkün olmayan bu iki hayvan, uzun müddet aynı evde serbestçe geziyor ve kendi yemleriyle besleniyorladı.


Bediüzzaman Hazretleri, 1948 yılı Ocak ayı ortalarında onlarca talebesiyle birlikte ağır cezada yargılanmak üzere Afyon Hapishanesine sevk edilir.
Onları besleyen, onların sahibi olan Üstad Bediüzzaman'dan ayrı kalmaya dayanamayan kediler hastalanır, günlerce yemeden içmeden kesilir ve nihayet ölüp giderler.



Şahsî faziletini gizliyor


Başka hususlarda olduğu gibi, kedilerin değişen halleriyle alâkalı olarak da şahsına ait fazilet ve harikalıkları gizleyip perdeleyen Bediüzzaman Hazretleri, bu mübarek hayvanların firak acısından kaynaklanan o kederli, hazinane ölümlerinden hiç söz etmez.


Oysa, kedilerin rızkına bereket kattığından ve bu sebeple onlara minnettar olduğundan, muhtelif eserlerinde sitayişle bahseder.


Üstad Bediüzzaman'ın sergüzeşt–i hayatında, buna mümasil pek çok mesele olduğu muhakkak. O, hemen her meselede şahsî kemâlâtı gibi harikulâde hallerini de Risâlelerde mümkün olabildiğince gizlemeye ve perdelemeye çalışmış.



Uyku bahsine zeyl


Hz. Bediüzzaman'ın, Risâle–i Nur dersinde vaki uyuklama hallerini yadırgamamasının sırrını, hikmetini soran okuyucularımıza şu mânâdaki düşünce ve kanaatimizi iletmek istiyoruz: Evvelâ, bu halin en mühim hikmetini Üstad'ın kendisi izah ediyor ki, uyuyan ve o an için şuuru kapanan kişinin uyanık duyguları ve latifeleri var. O duygular, okunan iman dersinden hissesini alıyor. Kaldı ki, Risâle–i Nur, sadece şuura hitap etmiyor. Şuur altında, şuur üstünde ve şuurun ötesindeki duygulara, hatta şeytanın dahi elinin yetişemediği noktalara hitap ederek, oralara da iman nurunu serperek zerk ediyor.


Bir başka nokta da şudur: Derste uyuklamayı yadırgadığınız veya "Kardeşim, madem ki uyuyorsun, o halde gelme" tarzında sözler sarfettiğiniz takdirde, haliyle bazı yorgun, hasta ve uykusuz kalmış bazı bîçarelerin derse gelmesine ve o imanî bahislerden hissedar olmasına mani olursunuz. Bu da, maazallah büyük bir vebâli muciptir.


Netice itibariyle, derse hiç gelmemek mi, yoksa uyuklamaya rağmen yine de gelip isbat–ı vücut etmek mi daha doğru bir hareket olduğunu düşünürsek, insafın gereğini yapmış ve hakkını teslim etmiş oluruz.


Kaldı ki, ders okunurken uyuklayan bir kimse bile, ara verildiğinde, hele hele çaylar geldiğinde derhal uyanır ve kardeşlerle muhabbetdarâne hasbihal etmeye başlar. Bu da az bir kazanç değildir. Zira, o kardeşimiz fenafilkitap olamadıysa da, fenafilihvan sırrına dahil olmuş sayılır. Ki, mâbeynimizdeki en mühim mesele budur.


Bu bahsi, Zübeyir Ağabeyin şu tavsiyesiyle bitirelim:

"Derslerdeki muhabbet faslını uzun tutun."