Herkes istediğini düşünebilir, istediğini tasavvur edebilir, hayal dünyasının enginliğine göre herşeyi ama herşeyi hayal de edebilir. İslama göre de bu böyle, tabiî ve fitrî insanî gerçeklere göre de. Zaten aksini yapmaya, düşünceye, tasavvura, tahayyüle engeller koymaya, sınırlar çizmeye, bariyerler inşa etmeye hiç kimsenin gücü yetmez.
Pekala, tahayyül edilen, zihinde tasavvur edilen ve nihayet düşünce şeklinde akılda kıvamını bulan üretilmiş bilgiye zaman, zemin, mekan, insan hiçbir faktör gözetmeksizin söz elbisesi giydirilebilir mi?
İşte genelde bizim kaybettiğimiz nokta burası oluyor. Üretilmiş düşüncenin, bilginin zihinde karârdîde olmuş kanaatin her yerde ulu orta söylenmesi doğru değil. Bediüzzaman Hazretlerinden mülhem ilaveleri ile birlikte şöyle diyelim isterseniz: Her dediğin doğru olmalı; ama her doğruyu her yerde söylemek, herkese söylemek, her zaman söylemek doğru değil. Belki de bu süreçte en önemli unsur, o doğruyu senin söylemen doğru değil.
Neresinden bakarsanız bakın, üsluba, metoda işaret eden hususlar bunlar. Doğruyu ahirette mi söyleyeceğiz diye itiraz edebilirsiniz. Hayır, dünyada söyleyeceğiz ama kim, nerede, ne zaman ve nasıl söyleyecek, bunlar da üretilen bilginin, kanaatın ana unsurları olarak düşünülecek. Başlıkta ifade ettiğimiz gibi bu ifade özgürlüğüne getirilen bir kısıtlama değildir; aksine düşüncenin yerli yerine ulaşması, iş yapması, işe yaraması için mutlaka kaale alınması gerekli beşeri bir olgudur.
Bir giriş mahiyetinde dile getirdiğimiz bu gerçeklerin çok farklı boyutları var. Ben bunlardan en temel olanına işaret etmek istiyorum; düşünce. Acaba düşünce dediğimiz, ifadeye durduğumuz şeyler gerçekten usulüne uygun bir şekilde elde edilmiş midir? Düşünce adını almaya layık sonuçlar mıdır? Bir başka dille ifade edecek olursak, eldeki bilgilere, datalara, tecrübelere bağlı tahliller, sentezler, anolojiler yapılarak mı elde edilmiştir zihnimizdeki sonuç?
Bizi böyle düşündürten çok ciddi bilgi kirliliği var bugün dünyamızda. İsbatı tek kelime ile imkansız, ne bir ilmî bilgiye, ne beşerî tecrübeye, ne itirafa ne de başka birşeye dayanmayan o kadar çok –düşünce demeye dilim varmıyor- laf var ki piyasada ister istemez insan böyle düşünüyor. Âmîyâne bir tabirle olacak ama ‘ağzı olan konuşuyor’. Ne konuşuyor? Aklına geleni. Halbuki güzel bir deyişte belirtildiği gibi ‘söz ağızdan çıkana kadar insanın esiridir ama ağızdan çıktıktan sonra insan sözünün esiri olur’. Hem dünyada esiri olur hem de ukbada. Yunus ne güzel der: Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı/ Söz ola ağulu aşı / Yağ ile bal ede bir söz.
Bence gelin ifade hürriyetine getirilen kısıtlama vs. diyeceğimize, sözümüz sazımız dinlenmiyor diye gıybetler edeceğimize, önce kendimize bakalım; bakalım ve bizim dinlenmediğinden muteriz olduğumuz düşüncelerin düşünce olup olmadığını kontrol edelim. Değilse, önce onu gözden geçirelim, ayaklarının yere sağlam basmasını temin edelim, dinî,siyasî, kültürel temellendirmesini iyi yapalım, ürettiğimiz o bilgiden emin olalım ve ardından yer, zaman, mekan, insan faktörlerini nazara alıp onları dile getirme metodları üzerinde kafa yoralım.