2 sonuçtan 1 ile 2 arası

Konu: Elbise ile ilgili hükümler

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Elbise ile ilgili hükümler

    ELBİSE İLE İLGİLİ HÜKÜMLER


    Burada konu, Hanefî, Şafiî, ve Mâlikî mezheplerine göre incele­necektir.


    HANEFİ MEZHEBİNDE ELBİSE

    Hanefi mezhebine göre, elbise ile ilgili hükümler beş kısma ayrı­labilir:

    1. Giyinilmesi farz olan elbiseler: Bunlar avret yerlerini kapatan, vücudu sıcağın ve soğuğun doğuracağı zararlardan koruyan elbise­lerdir. Çünkü avret yerlerinin kapalı olması farzdır. Bir de insan vü­cudu, sıcağa ve soğuğa tahammül edemez. Vücudun elbise ile ko­runması gerekir. Bu, aynen hayatı devam ettirecek kadar yeme ve içme gibi farzdır.

    Elbisenin pamuk veya ketenden olması daha iyidir. Çünkü bu, insanı kibirden daha kolay uzaklaştırır. Kendini aşağı görmemesi için elbisesi kötü olmamalı kibirlenmemesi için de pek lüks olma­malıdır. Çünkü, Rasûlullah sallallahü aleyhi ve sellem şöhretin iki çeşidini de yasaklamıştır: Bunlardan birisi, güzellikte en iyi olmak; diğeri de en kötü ve pejmürde olmaktır. İşlerin en iyisi orta seviyede olanıdır.

    2. Müstehap olan elbise: Zaruret miktarından fazla olup, süslen­mek ve Allah’ın nimetini göstermek için giyilen elbisedir. Bilhassa, ilim adamları ve itibarlı kişilerin böyle giyinmeleri iyi olur. Peygam­ber sallallahü aleyhi ve sellem, şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ, verdiği nimetlerin eserinin kulu üzerinde görülmesini sever.”

    3. Mübah olan elbise: Bu, güzel görünmek için giyilen elbisedir. Eğer, kibirlenme düşüncesi yoksa, Cuma ve Bayram günleri ile top­lantılarda böyle elbiseler giyilebilir. Çünkü, Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem bazen 1.000 dirhem kıymetinde bir rida ile çıkar, ba­zen de 4.000 dirhem kıymetinde bir rida ile namaza dururdu.[50] imam Ebu Hanife de 400 dirhem kıymetinde rida giyinir ve öğrenci­lerine şöyle derdi: “Memleketinize gittiğinizde en güzel elbiseler gi­yininiz.” İmam Serahsî, her zaman kullanılmış elbiseler giyinirdi. Muhtaçları üzmemek için böyle yapardı.Kınye isimli kitapta yazıldı­ğına göre İmam Nehaî[51] evinden güzel elbiseler içinde çıkardı. Onun arkadaşları derlerdi ki, biz çok iyi biliyoruz ki, o, ölü hayvanın etini yemesi caiz olacak derecede fakirdir.

    4. Mekruh olan elbise: Bu, kişiye kibir ve gurur veren elbisedir. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Mikdad b. Ma’di Kerib’e şöyle buyurmuştur: “Seni kibre sokmayacak ölçüde ye, iç ve giyin.”

    5. Haram olan elbise: Erkekler için hakiki ipekten elbise giymek haramdır. Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ipek ve atlas giyinmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur: “Onu nasipsiz olan gi­yer.” Yani ahiretten nasibi olmayanlar giyer, demektir. Sonra bir başka hadisle kadınların ipek giyinmelerine müsaade etmiştir. Hz. Ali’nin de içlerinde bulunduğu bir grup sahabî (Allah onlardan razı olsun) şunu rivayet etmişlerdir: “Peygamber sallallahü aleyhi ve sel­lem bir eline ipeği, bir eline de altını almış olarak yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: “Bu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınla­rına helaldir.” Bir başka rivayette de, “Kadınlarına helaldir, ancak az olması halinde erkeklerine bağışlanmıştır.” şeklindedir.

    Bu sebeple, bir işaret gibi, dört parmak genişliğinde olan bir ipek parçasının erkekler tarafından kullanılması caiz görülmüştür. İpeğin yastık ve döşek yüzü olarak kullanılması caizdir.

    Çözgüsü ibrişimden ve atkısı[52] başka maddelerden dokunmuş olan bir kumaşı erkekler giyinebilirler. Fakat çözgüsü başka madde­den, atkısı ibrişimden yapılmış olan bir kumaşın, yani atlasın sadece harp esnasında giyilmesi caizdir; başka zaman giyilemez. Bu görüş it­tifakla kabul edilmiştir; çünkü, harp sırasında böyle bir kumaşın bir nevi zırh görevi göreceği ve kişiyi düşmana karşı heybetli göstereceği için bunda zaruret vardır.

    Çözgüsü ile atkısının tamamı ibrişimden olan saf ipek kumaşla­rın darü’l-harb’de ve savaş esnasında giyilmesi hususunda ihtilaf edilmiştir. İmam Ebu hanife’ye göre saf ipek kumaşın, darü’l-harb’de erkekler tarafından giyilmesi mekruhtur. Çünkü erkeklerin ipek kumaş giyemiyeceği konusundaki nasslar bir kayda tabi tutulmamış­tır. Savaş sırasındaki zaruret ise atlas (dışı ipek, içi başka maddeden) kumaş ile giderilir.

    İmam Ebu Yusuf ve Muhammed (rahimehümallah)’a göre harp esnasında hem ipek, hem de atlas giyilebilir. Çünkü, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem’in harp esnasında ipek ve atlas giymeye müsaade ettiği rivayet olunmaktadır. Ayrıca buna ihtiyaç ta vardır. Bir de saf ipek, silah darbelerine karşı vücudu daha iyi korur ve par­lak olduğu için kişiyi düşmana daha heybetli gösterir.



    Elbise ile ilgili diğer hükümler:

    1- Renkler: Elbisenin beyaz veya siyah renkte olması müstahap­tır. Çünkü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyur­muştur:

    “Allah Teâlâ beyaz elbiselileri sever; zira cenneti beyaz olarak ya­ratmıştır.”

    Rivayete göre Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Mekke’nin fethi günü siyah cübbe giymiş ve siyah sarık takınmıştı.

    Elbisenin mavi olmasının da bir sakıncası yoktur.

    Bazı kitaplarda yeşil giymenin sünnet olduğu belirtilmiştir.

    Erkeklerin elbiseleri kırmızı ve sarı renkli olmamalıdır. Çünkü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem’in bu konuda bir yasağı­nın olduğu rivayet edilmiştir. Kırmızı elbisenin giyilebileceği yo­lunda görüşler de vardır. Buradaki yasağın bir kerâhet-i tenzihiyye olduğu anlaşılmaktadır.

    Kadın elbiselerine renk sınırlaması yoktur.

    2- Başa sarılan sarığın bir ucunu, sırta aşağı bir karış uzunlu­ğunda sarkıtmak sünnettir. Çünkü Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem böyle yapardı. Sarığın bir ucunun sırtın orta kısmına, hatta oturak yerine kadar uzatılmasının sünnet olacağı yolunda görüşler vardır. Sarığı yeniden sarmak isteyen onu çıkarıp yere koyamaz, ol­duğu gibi geriye doğru açar ve baş üzerinde tekrar sarar.

    3- Her çeşit kürk giyilebilir. Bunun yabani veya diğer hayvanların tabaklanmış derilerinden yapılmış olmasının bir farkı yoktur.[53]


    MALİKİ MEZHEBİNDE ELBİSE

    1. Elbise, cildin rengini hemen belli etmeyecek derecede sık ve ka­lın olmalıdır. Dikkatle bakınca cildin rengini belli eden bir elbiseyi giymek mekruhtur. Bu elbise ile namaz kılanın, namazını vakit içinde yeniden kılması gedekir. Elbise şeffaf olup cildin rengini he­men belli ediyorsa bununla örtünme olmaz. Bu şekilde kılınan na­mazın mutlaka iade edilmesi gerekir.

    2. İnce veya dar olduğu için organın şeklini belli eden (muhaddid) bir elbiseyi giymek mekruhtur. Bağlanmak sebebiyle or­ganı belli eden elbise de böyledir. Çünkü bu, bir şahsiyetsizlik sayılır ve selefin elbisesine muhalefet edilmiş olur. Ancak rüzgar vurması veya ıslanması sebebiyle vücuda yapışıp organları belli edecek bir el­biseyi giymenin mahzuru yoktur.[54] Çok dar veya şeffaf elbise giyen kadın çıplak gibi olur. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Giyinmiş fakat çıplak kadınlar, kıvrak bir şekilde yü­rüyerek erkeklerin yüreğini hoplatan (ilgisini çeken) kadınlar cen­nete giremiyecek ve kokusunu hissedemiyeceklerdir. Halbuki cenne­tin kokusu beşyüz yıllık yoldan hissedilir.”[55]

    3. Ne erkek ne de kadın için belli bir elbise modeli yoktur. Çok dar olmamak ve altını göstermemek şartıyla her model elbise giyile­bilir.


    ŞAFİİ MEZHEBİNDE ELBİSE

    Elbisede şart olan organın şeklini belli etse de cildin rengini belli etmemesidir. Elbise organın her tarafını örtmelidir. Cam, saf su ve şeffaf elbise ile örtünme meydana gelmez. Karanlık da başlı başına bir örtü değildir. Vücudu boyama ile örtünme meydana gelmez. Çünkü boya her ne kadar rengi örtse de bir örtü sayılmaz. Ayrı bir varlığı (cirm) olmadığı için pek incedir. Çamur ve bulanık su böyle değildir. Onlarla örtünme meydana gelir.[56]

    Dar elbiseye gelince (mesela dar pantalonlar gibi) bunları da ka­dınların giymesi mekruh, erkeklerin giymesi de hilaf-ı evladır.[57]


    ÖRTÜNMENİN DİNDEKİ YERİ

    Hz. Peygamber tarafından tebliğ edildiği kesin olarak bilinen hü­kümlere ve haberlere zarurat-ı diniyye denir. Her müslümanın bun­ları olduğu gibi kabul ve tasdik etmesi gerekir. Bunlardan birinde te­reddüt veya şüphe etmek kişiyi imansız bırakır.

    Kur’an-ı Kerîm Allah’ın kelamıdır. Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem indirilmiş ve ondan bize tevâtüren ulaşmıştır. Müs­lümanlar Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem zamanından beri Kur’an-ı Kerîm’e büyük itina göstermişler, hem yazıyla hem de milyonlarca hafızın zihninde ve hafızasında bize kadar ulaştırmış­lardır. Bugün yeryüzünde bulunan Kur’an nüshalarının her biri di­ğerinin aynıdır. Elimizde bulunan Kur’an-ı Kerîm’in Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’e indirilmiş olan Kur’an’ın aynısı oldu­ğunda hiç bir tereddüt yoktur. Onun için Kur’an-ı Kerîm’i, hiç şüp­heye düşmeden kabul ve tasdik etmek gerekir. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerîm’in kesin ve açık olarak belirttiği bütün hükümleri hiç tered­düt göstermeden kabul etmek icabeder. Namaz, oruç, zekat vb. hükümlerin farz olması hırsızlık, zina, faizin haram olması gibi emir ve hükümler nasıl açık ve kesin ise örtünme ile ilgili hükümler de açık ve kesindir. Bu emir ve hü­kümleri kabul etmeyen bir şahıs derhal imanını kaybeder ve kafir olur.[58]



    İNSANLIĞIN DURUMU

    İnsanların bir kısmı samimi olarak müslümandırlar. Bunların kalplerinde ne varsa dillerinde de o vardır. İslâmî hakikatlere doğru bir biçimde inanırlar ve bunu itiraf ederler. İşte gerçek müminler bunlardır.

    İnsanların bir kısmı da kafirdirler. İslâmın hükmünü kabul et­mez ve kendi yanlış inançlarını açığa vururlar. Bunların durumları belli olduğu için müminlerin onlara karşı tavır alması kolay olur.

    Bir kısım insanlar da münafıktırlar. İçlerinde olanı açığa vur­maz, kafir oldukları halde kendilerini mümin gösterir, müslüman­ları aldatmak isterler.

    Deme düşmana düşman elinde silahı ola

    Veli müşkil budur sûret-i haktan gele.

    Bunlar dost görünen düşmanlardır. Bu gibilere karşı tavır almak çok zordur. Müslümanların önemli bir kısmını aldatıp kendilerine destek sağlıyabilir ve fesatlarını sürdürebilirler. Müslümanların asıl düşmanları bunlardır. Bunlara karşı korunmak gerekir. (Münafikun Suresi ayet 4)

    Bunlar yalancıdırlar. Kafir oldukları halde yalan söyler, gerekirse yemin eder kendilerini müslüman göstermeye çalışırlar. (Münafikun Suresi ayet 1) Çok korkaktırlar, en küçük bir sesi ve en küçük bir davranışı aleyhlerinde zannederler. (Münafikun Suresi ayet 4)[59]



    KUR’AN-I KERİM NE DİYOR?

    Kendilerini müslüman zanneden ama İslâm’ın bazı hükümle­rini kabul etmeyenlerle ilgili Kur’an-ı Kerîm’de çok sayıda ayet var­dır. Konumuzla ilgisi dolayısıyla Nisa Suresinin 60. ayetinden 65. ayetine kadar olan kısmını okuyalım:

    “Sana indirilmiş olan Kur’an-ı Kerîm’e ve senden önce indiril­miş bulunan mukaddes kitaplara inandıklarını zannedenleri gör­mez misin, tağuta göre yargılanmak isterler! Halbuki, onlar tağuta karşı çıkmakla görevlendirilmişlerdir. O şeytan onları pek derin bir sapıklığa düşürmek ister.

    Onlara, «Geliniz, Allah-ü Teâlâ’nın indirmiş olduğu Kur’an-ı Kerîm’e ve Hz. Muhammed’e başvuralım.» denince o münafıkları görürsün ki, senden hep kaçınırlar.

    Bizzat elleri ile yaptıkları şey yüzünden başlarına bir felaket gel­diği zaman halleri ne olacak? Bu defa da sana gelirler, «Vallahi mak­sadımız sırf bir iyilik yapmak ve arayı bulmaktı.» diye yemin ederler.

    Onlar var ya, Allah onların kalplarinde olanı bilir. Onlara al­dırma, onlara öğüt ver ve kendi haklarında onlara etkili söz söyle.”




    EK


    T.C.

    BAŞBAKANLIK

    DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIğI

    ANKARA



    Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığına



    Konu : İmam-Hatip Liselerinde Okuyan Kız Öğrencilerin Kıyafetleri

    Karar Tarihi : 30.12.1980

    Karar No. : 77



    Milli Eğitim Bakanlığı’nca İmam-Hatip Liselerinde okuyan kız öğrencilerin kıyafetleri konusunda Bakanlık görüşünün bildirilme­siyle ilgili olarak Devlet Bakanı Sn. Mehmet Özgüneş’e yazılan 22.12.1980 gün ve 018323 sayılı yazı ile Devlet Bakanlığı Makamının konunun Din İşleri Yüksek Kurulunca da incelenerek Bakanlık gö­rüşünün tesbit edilmesine dair 22.12.1980 gün ve 5.05-1020 sayılı yazı­ları konunun önemi ve şumulü dikkate alınmak suretiyle 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 5. maddesiyle Kurulumuza verilen görev, yetki ve sorumluluklara dayanılarak dinî, hukukî ve diğer yönlerden incelendi.

    Yapılan müzakereler sonunda:

    1- Kur’an-ı Kerîm’de Nur Suresi’nin 31. ayet-i kerîmesinde: “Mü’min kadınlara da söyle. Gözlerini bakılması yasak olan şeyler­den çevirsinler. İffetlerini korusunlar. (El, yüz, ayak ile bu uzuvlarda bulunan yüzük, kına ve sürme gibi) kendiliğinden görünenler müs­tesna zinetlerini açmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine sal­sınlar...” buyrulmuştur.

    İslâmiyet’ten önce (Cahiliyye Devrinde) kadınlardan başlarını ör­tenler, örtülerini enselerine bağlarlar veya arkalarına salıverirler, bo­yun ve gerdanlarını açık bırakırlardı. Cenab-ı Hak bu ayet-i celile ile Cahiliyye Devri’nin bu adetini kesinlikle yasaklamış, müslüman ka­dınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve ger­danlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiş­tir.

    Kur’an-ı Kerîm’in mücmel hükümlerini açıklama yetkisi, onu tebliğ ile görevli Peygamber-i Zişan Efendimize aittir. Bu ayet-i celi­lede “kendiliğinden görünenler” ifadesiyle mücmel olarak beyan edi­len uzuvların hangileri olduğunu, muhterem eşi Ümmü’l-mü’mi­min Hz. Aişe (r. a.)’nın nakletmiş olduğu bir hadis-i şerifinde Rasûl­lah (s. a.) Efendimiz, Hz. Aişe’nin ablası Hz. Esma’ya yüz ve ellerini işaret ederek: “Ey Esma! Kadın erginlik çağına erince, şurası ve şurası dışında kalan yerlerini göstermesi caiz olmaz.” (Sünen-i Ebî Davud, 4/62 Hadis No. 4104) buyurmuş, böylece ayet-i celilede istisna edilen uzuvları bizzat açıklamıştır.

    Ahzâb Suresi’nin 59. ayet-i celilesinde ise: “Ey Peygamber! Eşle­rine, kızlarına ve mümin kadınlarına, söyle: (Evden çıkarlarken) üzerlerine dış elbiselerini giysinler. Bu, onların iffetli bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar.” buyurmuştur.

    Bu ayet-i celile ile de, müslüman hanımların evlerinden çıkar­ken üzerlerine vücut hatlarını belli etmeyecek bir dış elbise almaları, ev kıyafetiyle sokağa çıkmamaları emredilmiştir.

    Yukarıda mealleri verilen ayet-i celileler ile Hz. Aişe (r.a.)’nın naklettiği hadis-i şerif ve benzeri hadis-i şeriflerden, İslam müctehid ve fakihleri, müslüman kadınların sadece namaz kılarken değil, namaz dışında da vücudun el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımla­rını, aralarında dinen evlilik caiz olan yabancı erkekler yanında açık bulundurmamaları gerektiği hükmünde ittifak etmişlerdir. İslâmî hükümlerin iki temel kaynağı olan Kitab ve Sünnet delilleri ya­nında, ashab ve tabiîn devirlerinden itibaren bu husus daima böyle anlaşılmış, böylece kadınların tesettürü konusunda her asırda icma‘-ı ümmet de meydana gelmiştir. Nitekim, İslâm’ın doğuşundan, gü­nümüze kadar bütün İslâm ülkelerinde her asırdaki uygulama da böylece devam edegelmiş, hiç bir İslâm alimi söz konusu hükme ay­kırı bir beyanda bulunmamıştır.

    2- İnsan haklarına saygılı ve demokratik rejimle yönetilen ülke­lerde, yönetimin en önemli ilkelerinden biri de laiklik ilkesidir. La­iklik, Devletimizin de temel ilkelerinden biridir. Bu ilkenin tabii so­nucu ise, devlet yönetiminde din kurallarına uyma zorunluluğunun olmamasıdır. Bunun yanında, devletin de kişilerin dini inanç ve kanaatlerine saygılı olması, bunları baskı altına almaması, devletçe fertlere tam bir din ve vicdan hürriyeti tanınmış olması da laikliğin tabii bir sonucudur. Nitekim, Birleşmiş Milletler Teşkilatının 10 Ara­lık 1948 tarihinde kabul ettiği «İNSAN HAKLARI EVRENSEL BE­YENNAMESİ»nin 18. maddesinde:

    «Her şahsın fikir, vicdan ve din hürriyetine hakkı vardır. Bu hak, din veya kanaat değiştirmek hürriyetini, dinini veya kanaatini tek başına veya topluca, açık veya özel surette öğretim, tatbikat, ibadet ve ayinlerle açıklama hürriyetini gerektirir.» hükmü yer almıştır. Bu beyenname, 6 Nisan1949 tarih ve 9119 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı­’yla Türkiye tarafından da benimsenmiş ve 27 Mayıs 1949 tarihinden itibaren yürürlüğe konmuştur.

    Din ve vicdan hürriyeti, esasen, Türkiye’mizde Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan, yani 1839’dan beri devlet umdelerimizin başında gelmiştir. 1924 Anayasasının 75. maddesinde bu hürriyet:

    «Hiç kimse mensub olduğu felsefî ictihad, din ve mezhepten do­layı muaheze edilemez. Asayiş ve umumi muaşeret adabına ve ka­nunların hükümlerine aykırı bulunmamak üzere her türlü dinî ayinlerin yapılması serbesttir.» cümleleriyle ifade edilmiştir.

    1961 Anayasasının «Temel Haklar ve Ödevler»le ilgili bölü­münde yer alan 19. maddesinde ise:

    «Herkes, vicdan ve dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

    Kamu düzenine veya genel ahlaka veya bu amaçlarla çıkarılan kanunlara aykırı olmayan ibadetler, dinî ayin ve törenler serbesttir.

    Kimse, ibadette, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kimse dinî inanç ve kanaatle­rinden dolayı kınanamaz...» hükmüne yer verilmiştir.

    3- Din, sırf bir inanç veya inanç sisteminden ibaret değildir. Dinin inanca ait esasları yanında; ibadet, amel ve ahlaki davranışlarla ilgili hükümleri, dini kabul eden inançlı kişilerin yaşayışlarında uymaları zorunlu emir ve yasakları da vardır. O halde din ve vicdan hürriyeti, sadece bir dinin inançla ilgili esaslarına inanmak veya inanmamak hakkı değil; dindarın mensub olduğu dinin bütün emir ve yasakla­rını hiç bir engele rastlamadan, serbestçe yerine getirebilmesi hakkı­dır. İnanç, ferdin iç alemiyle ilgili olup kendisi tarafından açıklan­madıkça başkaları tarafından kontrolü mümkün olmadığına göre devletin fertlerinin inancına karışıp karışmaması fazla bir önem ta­şımaz. Din ve vicdan hürriyeti, dinin emir ve yasaklarını hiç bir bas­kıya uğramadan yerine getirebilme hürriyeti olduğu şüphesizdir. Ni­tekim İnsan Hakları Evrensel Beyennamesini kabul eden Devleti­miz, Anayasamızın (1961 Anayasası) 19. maddesiyle din ve vicdan hürriyetini açık bir şekilde tanımış ve bu hürriyeti Anayasanın 10. maddesiyle kişiye ağlı, dokunulmaz. devredilmez, vazgeçilmez te­mel hak ve hürriyetlerinden saymıştır. O halde her Türk vatandaşı, bir anayasa hakkı olarak, mensub olduğu dinin bütün emir ve yasak­larını «kamu düzeni, genel ahlak ve bu amaçlarla çıkarılan kanun­lara aykırı olmamak şartıyla» hiç bir baskıya maruz kalmadan, ser­bestçe yerine getirebilme hürriyetine sahiptir. Din ve vicdan hürriye­tinin ve laiklik ilkesinin tabiî ve mantıkî sonucu budur.

    4- Müslüman hanımların başlarını örtmeleri, vücutlarının el, yüz ve ayaklar dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlenme caiz olan yabancı erkekler yanınnda açık bulundurmamaları, bazı çevrelerce sanıldığı gibi belli zümrenin sonradan ortaya çıkardığı bir adet veya işaret değil, İslâm Dini’nin bir hükmüdür. Bu husus yuka­rıda delilleriyle açıklanmıştır. Bu emirlerin bir gereği olarak kadınla­rın örtünmesi milletimizin de bir örfü haline gelmiştir. Ülkemiz­deki hanımların çoğunluğunun, yaşlı hanımların ise hemen hemen tamamının günümüzde de başlarını örtmeleri bunun en açık kanıtı­dır. Üstelik hanımların söz konusu kıyafetlerinde (yani başlarını ka­patmalarında ve dinin emrittiği şekilde örtünmelerinde), kamu dü­zenine, genel ahlaka ve kanunlara aykırı bir durum olmadığı da açıktır. Bu hususun devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunup korunmamasıyla da bir il­gisi yoktur. Bu itibarla müslüman hanımların dinî tesettüre uymala­rının kanunla sınırlandırılması da Anayasamızın 11. maddesi uya­rınca söz konusu olamaz. Kaldı ki, Anayasamız, 10. maddesiyle «devleti, kişinin temel hak ve hürriyetlerini fert huzuru, sosyal ada­let ve hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan si­yasi, iktisadi ve sosyal bütün engelleri kaldırmak ve insanın maddi manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamakla» yü­kümlü kılmıştır.

    5- Hürriyet, en basit anlamıyla, başkalarına zarar vermemek şar­tıyla kişinin dilediği şekilde hareket edebilmesi ve dilediğini yapa­bilmesi demektir. Buna göre, dinin emrettiği şekilde örtünmeyi ka­bul etmeyen bir kimseyi örtünmye zorlamak, kişi hak ve hürriyetiyle ne derece bağdaşmayan bir davranış ise, ister sırf öyle arzu ettiği için veya estetik amaçlarla olsun, örtünmek isteyen bir kimsenin örtün­mesini engellemeye kalkışmak ve bu maksatla ona baskı yapmak da, aynı şekilde kişinin temel hak ve hürriyetlerine açık bir müdahele sayılmak gerekir. Çünkü genel ahlaka aykırı bir durum olmadıkça, kişinin örtünmesi veya örtünmemesinde başkaları için bir zarar söz konusu değildir. Nitekim, hürriyetçi demokrasi ile idare edilen ve laiklik ilkesini kamil uygulayan bütün ülkelerde, kişi hak ve hürri­yetleri bu şekilde anlaşılmakta, ister dini, ister estetik, isterse başka amaçlarla olsun kişilerin giyinişlerine, kılık ve kıyafetlerine hiç bir sınırlama getirilmemekte ve bu konuda herhangi bir müdahele dü­şünülmemektedir. Hatta bu ülkelerde bir takım dinî okulların ve cemaatlerin, kendi inançlarının gereği sayarak giydikleri, toplumun genellikle benimsediği kıyafetten çok farklı olan özel kıyafetleri de hiç bir şekilde yadırganmamakta, hatta saygı görmektedir.

    6- Milli Eğitim Bakanlığı yazısında kadınların örtülü kıyafetleri­nin «Atatürk ilkelerine tamamen aykırı» olduğu ifade edilmekte ise de, genel ahlaka ve kanunlara aykırı olmayan her türlü kadın kıyafe­tinin Atatürk devrim ve ilkelerine aykırılığı söz konusu değildir. Ni­tekim bizzat Atatürk «Eğer kadınlarımız Şer‘in tavsiye ve dinin em­rettiği bir kıyafetle, faziletin icabettiği tavr u hareketle içimizde bulu­nur, millatin ilim san’at, ictimaiyyat hareketlerine iştirak ederse bu hali, emin olunuz, milletin en mutaassıbı dahi men‘-i nefs edemez.» demiştir. (Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk ve Türk Kadın Haklarının Ka­zanılması, Tarih Boyunca Kadının Hak ve Görevleri, s.104, İstanbul, 1968, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlarından).

    Atatürk’ün müslüman Türk kadınının kıyafeti konusunda be­nimsediği bu fikirlerine aykırı bir sözüne rastlanmadığı gibi bu sözle­rinden çok sonra çıkartmış olduğu devrim kanunlarından kıyafetle ilgili olan 671, 677 ve 2596 sayılı kanunların hiç birinde kadın kıyafe­tiyle ilgili bir hükme de yer verilmemiştir. Esasen, Atatürk’ü ve ilke­lerini, -çoğu zaman yapıldığı gibi- dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükümlerine karşı göstermek, memleketimiz yararları ve Atatürk ilkelerinin benimsenmesi açısından son derece sakıncalı bir tutum­dur. Müslüman Türk vatandaşı, «ya Allah’ın emri, ya Atatürk ilke­leri» şeklinde son derece vahim bir tercihle karşı karşıya bırakılma­malıdır.

    Unutulmamalıdır ki, örtünmek dinin bir emridir ve Atatürk di­nimizin en son ve mükemmel din olduğunu çeşitli vesilelerle bir çok defalar ifade etmiştir.

    7- Bilindiği üzere İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kurslarında, Kur’an-ı Kerîm’in usulüne uygun olarak tilaveti yanında, bu okul­lardaki eğitim ve öğretimin bir gereği olarak dini hükümler de öğre­tilmekte ve bu hükümlere her müslümanın uymasının gerekli ol­duğu anlatılmaktadır. Dinimizin kadın kıyafetiyle ilgili hükmü, yu­karıda belirtilmiştir. Sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarında dinimizin kadınların örtünmeleriyle ilgili hükümleri de tabiatıyla öğretilecektir. Bu durumda, bir taraftan müslüman kadınların ör­tünmelerinin dinen zorunlu olduğu öğretilirken, diğer yandan müs­lüman kızların başlarını açmaya zorlanmaları, izahı kabil olmayan bir çelişki olacağı gibi, onların vicdanında da son derece olumsuz et­kiler meydana getirecektir. Şüphesiz bu durumun eğitim ve öğretim açısından da fevkalade sakıncalı ve olumsuz sonuçları olacaktır.

    Diğer taraftan İmam-Hatip Liselerimizde ve özellikle Kur’an Kurslarımızda Kur’an-ı Kerîm Öğretimi, temel dersler arasında yer almaktadır. Bilindiği gibi, Kur’an-ı Kerim okumak bir ibadettir. İba­det esnasında Allah’ın emirlerine tam bir itaat halinde olmak gere­kir. Kız öğrencilerin yaptıkları bir ibadeti başı açık halde yapmaya zorlanmaları, onların vicdanına açık bir baskı teşkil eder.

    8- Vatandaş vicdanına baskı daima reaksiyonla karşılaşır ve top­lumun huzursuz olmasına sebep olur. Şayet bu baskılar devletten ge­liyorsa, devlet-millet ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesine se­bebiyet verir.

    İmam-Hatip Liseleri ve Kur’an Kursları gibi dini öğrenim ku­rumlarında okuyan öğrencilerin ve onların velilerinin vicdanlarına yapılacak baskıların okul-veli-öğrenci, ilişkilerini olumsuz yönde et­kileyeceğinde şüphe yoktur. Çünkü sözü edilen eğitim ve öğretim kurumlarına çocuklarını gönderen veliler, çocukların öğrenimlerini dinî hükümlere uygun yapmalarını ve onların dinî emirlere riayet­kar olarak yetişmelerini istemektedirler. Kaldı ki ilk nazarda sadece okul-veli-öğrenci ilişkilerinde olumsuz gelişmelere sebep olabileceği sanılan bu gibi durumlar, genişleyerek toplum vicdanında da rahat­sızlıklara sebep olabilir.


    SONUÇ

    Belirtilen sebeplerle, İmam-Hatip Liseleri’nin Yönetmeliğinde, dinimizin müslüman kadınların örtünmesiyle ilgili hükümlerine aykırı, Anayasamızın tanıdığı, kişinin temel hak ve hürriyetlerini zedeleyici ve sözü edilen okulların yönetim, eğitim ve öğretim faali­yetlerini olumsuz yönde etkileyici nitelikte hükümlerin yer alması­nın uygun olmayacağı mütalaa olunmuştur.

    Keyfiyetin Devlet Bakanlığı Makamına sunulmak üzere Başkan­lık Makamına arzına karar verildi.

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 455.346, Level: 100
    Points: 455.346, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 100,0%
    Overall activity: 100,0%
    Achievements
    SiLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    EMEKTAR KURUCU

    .
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    ISPARTA
    Mesajlar
    18.956
    Points
    455.346
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    10

    Standart Cevap: Elbise ile ilgili hükümler

    * Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR, Süleymaniye Vakfı Başkanı.

    [1] Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, C. IV, s.3506 ve C. V, s.3927 (Nur Suresi 31, Ahzab 59).

    [2] Fahreddin er-Râzi Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer (öl. 606 h. /1210 m.) et-tefsîr’ül-kebîr, Mısır, C. XXV, s.230 (Ahzab 59).

    [3] el-Kurtubî Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (öl. 671 h. /1273 m.), tahkik eden Ebu İshak İbrahim Etfiş, el-Cami li Ahkam’il-Kur’an, Kahire 1387 h. 1967 m. C. XII, s.158 ve C. XIII, s.113.

    [4] el-Kurtubî, a.g.e., C.XIII, s.243 (Ahzab 59).

    [5] Ebubekr el-Cessas er Râzî (öl. 370 h. /980 m.), Ahkam’ül-Kur’an, Beyrut (Matbaa-i Amire baskısından ofset), C. III, s.371.

    [6] Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s.206; el-Kurtubî a.g.e., C. XII, s.230.

    [7] Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, İst. 1986, s.99; Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tuhfet’ül-Muhtac bi Şerh il-Minhac, (Şirvânî ve İbâdî haşiyeleri ile birlikte) tarih ve yer yok, C. II, s.111; Abdullah b. Ahmed b. Kudame (öl. 620 h. /1223 m.) el-Muğnî, Kahire, C. I, s.578.

    [8] Muhammed Uleyş, Menâhil’ül-Celî alâ muhtasar-i allâme Halîl, tarih ve yer yok, C. I, s.133.

    [9] er-Rağıb el-İsfahânî, Müfredâtü elfâz'il-Kur'an, Beyrut 1412/1992, s. 505. Burada geçen ifade şöyledir: (الضرب إيقاع شيء على شيء)

    [10] er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s.506.

    [11] er-Rağıb el-İsfahânî, a.g.e. s.298.

    [12] İbn'ul-Esîr, el- Mübârek b. Muhammed el-Cezerî (544/606 h.), en-Nihâye fî garîb'il-hadîsi v'el-eser, Beyrut 1399/1979, II/78.

    [13] İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem (630-711 h.), Lisan'ul-Arab, Beyrut, 1410/1990, IV/257; Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâc'ul-Arûs, Mısır 10306, III/188.

    [14] İbn Manzûr, Lisan'ul-Arab, IX/332.

    [15] Muhammed Uleyş, a.g.e., C. I, s.133.

    [16] el-Kurtubî, a.g.e., C. XIV, s.243; Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.371.

    [17] Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Muhammed b. Muhammed el-İmâdî (öl. 982 h. /1574 m.) Tefsirü Ebissuud (Tefsir-i Kebir ile birlikte) Matbaa-i Amire, C. VII, s.801 (Ahzab 59).

    [18] Şeyhülislâm Ebussuud Efendi, a.g.e., C. VII, s.801.

    [19] Firuzabâdî, Kamus’ül-Muhît, tercüme Asım Efendi.

    [20] el-Mucem’ül-Vecîz, Heyet tarafından hazırlanmış, Mısır 1400 h. /1980 m.

    [21] Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.

    [22] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.371.

    [23] Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.

    [24] Elmalılı, a.g.e., C. IV, s.3927-3928.

    [25] İsmail b. Kesir (öl. 774 h. /1372 m.), Tefsirü İbni Kesir, Muhammed es-Sabûnî tarafından ihtisar ve tahkik edilmiş nusha, Beyrut 1393, C. III, s.114.

    [26] Elmalılı, a.g.e., C. V, s.3928.

    [27] Elmalılı, a.g.e., C. V, s.3928.

    [28] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.372.

    [29] Damad Abdurrahman b. Muhammed, Mecma’ül-Enhür (hudud), İstanbul 1301, C. I, s.542 vd.

    [30] Fahreddin er-Râzî, a.g.e., C. XXIII, s.205.

    [31] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315 (Nur Suresi 30).

    [32] Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali, (Müslümanlıkta aile ve karabet münasebetleri) İst. 1986, s.415.

    [33] Bkz. Nisa Suresi ayet 23.

    [34] Bkz. Nisa Suresi ayet 23.

    [35] Damad, a.g.e., C. II, s.538-542.

    [36] Damad, a.g.e., C. II, s.538-542.

    [37] Firuzabâdî, Kamus, Asım Efendi Tercümesi.

    [38] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. II, s.315-316; Şemsüddin es-Serahsî (öl. 483 h. /1090 m.), el-Mebsût, Mısır 1324, C. X, s.149 (İstihsan).

    [39] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.149.

    [40] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315.

    [41] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315; Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.152.

    [42] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.152. Burada çarşaf diye tercüme ettiğimiz “müâle” kelimesidir. Müâle, bir ya da iki en kumaştan yapılır, kadınlar bununla bütün vücutlarınıbürüyüp örtünürler. Cilbab konusuna da bakınız.

    [43] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.316.

    [44] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.

    [45] Nesaî, Zinet 18. Aynı hadis, küçük kelime değişiklikleriyle Ebu Davud, Tereccül 4 ve Ahmed b. Hanbel, C. VI, s.262 de geçmektedir. Her üçünde de el yerine “yed” kelimesi kullanılmıştır. Yed kelimesi Arapçada hem kol, hem de el anlamına gelir (Kamus). Bu hadis-i şerif, Ebu Yusuf’a ait olan kolun açılabileceği görüşünü desteklemektedir. ancak Mebsût’ta geçen rivayette “yed” yerine “keff” kelimesi geçmektedir. Keff ise elden başka bir anlama gelmez. (Bkz. Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153).

    [46] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.

    [47] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.

    [48] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.153.

    [49] Ebubekr el-Cessâs, a.g.e., C. III, s.315.

    [50] Şemsüddin es-Serahsî, a.g.e., C. X, s.150.

    [51] Dirhem, Peygamber sallallhü aleyhi ve sellem zamanında ve daha sonra dolaşımda bulunan gümüşten basılmış para biriminin adıdır. Peygamberimiz devrinde birbirineden farklı üç ayrı dirhem vardı. Hz. Ömer (r. a.) devrinde kabul edilen İslam dirheminin yaklaşık ağırlığı 2.975 gr.’dır.Değeri ise 0.425 gr. altına eşittir. Bu altın genellikle 22 ayardır. O zaman yaklaşık olarak 5 dirheme bir koyun alınabilmekteydi. (Bkz. Abdülaziz BAYINDIR, «Paranın Değer Kaybetmesiyle Ortaya Çıkan Problemler ve İslam Hukukuna Göre Çözüm Yolları», İslam Açısından Enflasyon ve Çözüm Yolları s.17 vd. İstanbul 1983).

    [52] İbrahim en-Nehaî, Ebu İmran b. Yezid b. Kays: Kadim ulema ve fukahadandır. Kûfe’lidir. Aslen Yemen’deki Nehaî kabilesine mensuptur. Hz. Aişe validemizle karşılaşmıştır. Sikadır, ancak hadis rivayetinde çok kere irsalde bulunurmuş. H. 96 yılında elli yaşında olduğu halde vefat etmiştir. (Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuk-ı İslamiyye Kamusu I/439).

    [53] Çözgü: Dokumacılıkta, boyda kullanılan ipliktir.

    Atkı: Dokumacılıkta, enden atılan ipliktir.

    İbrişim: Bükülmüş ipek ipliğidir.

    [54] Bu bilgiler için bk. Damad, a.g.e., C. II, s.531 vd. (Faslün fi’l-lübs) ile Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihali s.429 vd. 8. Kitap, (Giyilmeleri ve Kullanılmaları Lazım ve Caiz Olup-Olmayan Şeyler)54- Ömer Nasuhi BİLMEN, Muvazzah İlm-i Kelam, İstanbul 1972, s.102; Bekir TOPALOĞLU, (İslam İtikadı Açısından Kıyafet ve Örtünme’ kitabı içinde) İstanbul 1987, s.15 vd.


    [55] Muhammed ‘Uleyş, a.g.e., C. I, s.136.

    [56] Ebu’l-velid b. Rüşd, el-Mukaddimât (el-Müdevvene ile beraber) Matbaa-i Hayriyye, 1325, C. I, s.109.

    [57] Ahmed b. Hacer el-Heytemî, a.g.e., C. II, s.111-112.

    [58] Abdülhamid eş-Şirvânî, Tuhfe haşiyesi II, 112. (Bu görüş, Nihâye ve Muğnî’den nakledilmiştir).

    [59] Ömer Nasuhi BİLMEN, Kur’an-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Alîsi ve Tefsiri, İstanbul, C. I, s.18.

Benzer Konular

  1. Yeşil Elbise
    By Hakikatbin in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 03.09.08, 21:03
  2. yeşil elbise
    By Nisan_Yağmuru in forum Dini Hikâyeler
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 18.07.08, 14:04
  3. Yeşil Elbise
    By SiLa in forum Yaşanmış Hikayeler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 01.07.08, 20:46
  4. Zekatla ilgili hükümler
    By SiLa in forum Fitre ve Sadaka
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.08, 19:38
  5. Zekatla ilgili hükümler
    By SiLa in forum Zekat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.06.08, 19:13

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •