YİRMİ BEŞİNCİ LEM'A
(Yirmi Beş Devadır)
Hastalara bir merhem, bir teselli, manevi bir reçete, bir iyâdet-ül-mariz ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.
İHTAR VE İTİZAR
Bu mânevi reçete, bütün yazdıklarımızın fevkinde bir sür'atle (Hâşiye) te'lif edildiği gibi, hem umuma muhalif olarak...tashihata ve dikkate vakit bulmayarak... te'lifi gibi gayet sür'atle, ancak bir defa nazardan geçirildi. Demek, müsvedde-i evvel hükmünde müşevveş kalmıştır. Kalbe fıtri bir surette gelen hâtıratı, san'atla ve dikkatle bozmamak için, yeniden tetkikata lüzum görmedik. Okuyan zatlar, hususan hastalar bazı nahoş ibarelerden veyahud ağır kelimelerden ve ifadelerden sıkılıp gücenmesinler; bana da dua etsinler.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الَّذِينَ اِذَآ اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا للَّهَ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ وَالَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ * وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينَ
Şu Lem'ada, nev-i beşerin on kısımından bir kısmını teşkil eden musibetzede ve hastalara hakiki bir teselli ve nafi bir merhem olabilecek Yirmi Beş devayı icmalen beyan ediyoruz...
______________________________ ___
Hâşiye: Bu risale dört buçuk saat zarfında te'lif edilmiştir.
Evet Evet Evet Evet
Rüştü Re'fet Husrev Said
Sh:»(S.N: 20)
% BİRİNCİ DEVA : Ey biçare hasta! Merak etme sabret. Senin hastalığın sana dert değil belki bir nevi dermandır. Çünki : Ömür bir sermayedir gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor. Hem ömrün çabuk geçmesine meydan vermiyor, tutuyor, uzun ediyor... ta meyveleri verdikten sonra bırakıp gitsin. İşte, ömrün hastalıkla uzun olmasına işareten bu darb-ı mesel dillerde destandır ki : "Musibet zamanı çok uzundur, safa zamanı pek kısa oluyor. "
% İKİNCİ DEVA : Ey sabırsız hasta ! Sabret, belki şükret. Senin bu hastalığın, ömür dakikalarını birer saat ibadet hükmüne getirebilir. Çünkü; ibadet iki kısımdır. Biri müsbet ibadettir ki; namaz, niyaz gibi malum ibadetlerdir. Diğeri menfi ibadetlerdir ki; hastalıklar, musibetler vasıtasıyle musibet-zede, aczini, zaafını hisseder. Halık-ı Rahimine iltica eder, yalvarır. Halis, riyasız, manevi bir ibadete mazhar olur.
Evet, hastalıkla geçen bir ömür, ALLAH'dan şekva etmemek şartiyle, mü'min için ibadet sayıldığına rivayet-i sahiha vardır.
Hatta bazı sâbir ve şâkir hastaların bir dakikalık hastalığı, bir saat ibadet hükmüne geçtiği ve bazı kâmillerin bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiği, rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabittir. Senin bir dakika ömrünü, bin dakika hükmüne getirip, sana uzun ömrü kazandıran hastalıktan teşekki değil, teşekkür et.
% ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey tahammülsüz hasta ! İnsan bu dünyaya keyf sürmek ve lezzet almak için gelmediğine, mütemadiyen gelenlerin gitmesi ve gençlerin ihtiyarlaşması ve mütemadiyen zeval ve firakta yuvarlanması şahittir.
Hem insan, zihayatın en mükemmeli, en yükseği ve cihazatca en zengini, belki zihayatların sultanı hükmünde iken, geçmiş lezzetleri ve gelecek belaları düşünmek vasıtasiyle, hayvana nisbeten en edna bir derecede, ancak kederli, meşakkatli bir hayat geçiriyor.
Demek insan, bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safa ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedi, daimi bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür. Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve afiyet gaflet verir... dünyayı hoş gösterir. Ahireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor... Sermaye-i ömrünü bad-ı heva boş yere sarfettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: " Layemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan. "
İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsîh ve îkaz edeci bir mürşiddir. Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer
Sh:»(S.N: 21)
fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir...
% DÖRDÜNCÜ DEVA : Ey şekvacı hasta ! Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. Çünki senin vücudun ve aza ve cihazatın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın... başka tezgahlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların maliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, mesela; gayet zengin, gayet mahir bir san'atkar; güzel san'atını, kıymetdar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadiyle, bir ücrete mukabil, bir saatcik zamanda, murassa ve gayet san'atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakire giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika enva-i san'atını göstermek için; keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba; şu ücretli miskin adam, o zata dese; bana zahmet veriyorsun...eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun...beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun demeye hak kazanabilir mi ? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi ?
İşte aynen bu misal gibi San-i Zülcelal, sana ey hasta ! Göz, kulak, akıl kalb gibi nurani duygularla murassa olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esma-i Hüsnasının nakışlarını göstermek için, çok halat içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şafi ismini de hastalığınla bil. Elemler, musibetler bir kısım esmasının ahkamını gösterdikleri için, onlarda, hikmetten Lem'alar ve rahmetten şualar ve o şuaat içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli güzel manaları bulursun...
% BEŞİNCİ DEVA : Ey maraza mübtela hasta ! Bu zamanda tecrübemle kanaatım gelmiştir ki, hastalık, bazılara bir ihsan-ı İlahidir, bir hediye-i rahmanidir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsız olduğum halde, bazı genç zatlar, hastalık münasebetiyle dua için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki; hangi hastalıklı genci gördüm, sair gençlere nisbeten ahiretini düşünmeye başlıyor... gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvani hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir ihsan-ı İlahi olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki: " Kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki dua edeyim. Hastalık, seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış; ve hastalık, vazifesini bitirdikten sonra, Halik-ı Rahim İnşaallah sana şifa verir." Hem derdim: " Senin bir kısım emsalin sıhhat belasiyle gaflete düşüp, namazı terkedip, kabri düşünmeyip, Allah'ı unutup, bir saatlik hayat-ı dünyeviyenin zahiri keyfi ile, hadsiz bir hayat-ı edebiyyesini sarsar, zedeler, belki de harab eder. Sen hastalık gözüyle, herhalde gideceğin bir menzilin olan kabrini ve daha arkasında uhrevi menzilleri görürsün ve
Sh:»(S.N: 22)
onlara göre davranıyorsun. Demek senin için hastalık, bir sıhhattır. Bir kısım emsalindeki sıhhat, bir hastalıktır..."
% ALTINCI DEVA : Ey elemden teşekki eden hasta ! Senden soruyorum; geçmiş ömrünü düşün ve o ömürde geçmiş lezzetli safa günleri ve belâ ve elemli vakitlerini tahattur et. Herhalde ya oh, ya ah diyeceksin. Yani : ya ELHAMDÜLİLLAH şükür veyahud va-hasreta, va-esefa; kalbin veya lisanın diyecek, dikkat et, sana oh ELHAMDÜLİLLAH şükür dediren, senin başından geçmiş elemler, musibetlerin düşünmesi, bir manevi lezzeti deşiyor ki; senin kalbin şükreder. Çünki; elemin zevali, lezzettir. O elemler, o musibetler zevaliyle, ruhda bir lezzeti irsiyet bırakmış ki, düşünmekle deşilse, ruhdan bir lezzet akıyor; şükürler takattur ediyor. Sana va-esefa, va-hasreta dedirten, eski zamanda geçirdiğin lezzetli ve safalı o hallerdir ki: Zevalleriyle, senin ruhunda daimi bir elemi irsiyet bırakıp, ne vakit düşünsen, o elem yine deşiliyor... esef ve hasret akıtıyor.
Madem bir günlük gayr-ı meşru lezzet, bazen bir sene manevi elem çektiriyor. Ve muvakkat bir günlük hastalıkla gelen elem, çok günler manevi lezzet-i sevabla beraber, zevalindeki halas ve kurtulmaktan gelen manevi lezzet vardır. Senin başındaki şimdilik bu muvakkat hastalığın neticesi ve içyüzündeki sevabı düşün, " bu da geçer Ya Hu! " de, şekva yerinde şükret.
% ALTINCI DEVA : (Haşiye) Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim ! Bu dünya eğer daimi olsa idi ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgarları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde manevi kış mevsimleri olmasaydı; ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize haydi dışarı diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak, o bizi dışarı koğmadan biz bu hastalıklar ikazatiyle şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz...o bizi terketmeden kalben onu terke çalışmalıyız.,
Evet hastalık bu manayı bize ihtar edip der ki: " Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkip edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla, malikini tanı, vazifeni bil, dünyaya ne için geldiğini öğren; kalbin kulağına gizli ihtar ediyor. Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor. Hususan meşru olmazsa... hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor. O zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama; bil'akis hastalıktaki manevi ibadet ve uhrevi sevap cihetini düşün; zevk almaya çalış.
----------------------
(Hâşiye): Fıtrî bir surette bu Lem'a tahattur ettiğinden, Altıncı Mertebe'de iki deva yazılmış; fıtriliğine ilişmemek için öylece bıraktık, belki bir sır vardır diye değiştirmedik.
Sh:»(S.N: 23)
% YEDİNCİ DEVA : Ey sıhhatın lezzetini kaybeden hasta ! Senin hastalığın sıhhatteki nimet-i İlahiyenin lezzetini kaçırmıyor, bil'akis tattırıyor, ziyadeleştiriyor. Çünki; bir şey devam etse te'sirini kaybeder. Hatta ehl-i hakikat müttefikan diyorlar ki:
اِنَمَاَ الاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا
yani: " Herşey zıddiyle bilinir". Mesela; karanlık olmazsa, ışık bilinmez, lezetsiz kalır. Soğuk olmazsa, hararet anlaşılmaz, zevksiz kalır. Açlık olmazsa yemek lezzet vermez. Mide harareti olmazsa, su içmesi zevk vermez. İllet olmazsa, afiyet zevksizdir. Maraz olmazsa, sıhhat lezzetsizdir.
Madem Fatır-ı Hakim insana her çeşid ihsanını ihsas etmek ve herbir nevi nimetini tattırmak ve insanı daima şükre sevketmek istediğini, şu kainatta çeşid çeşid hadsiz enva-i nimeti tadacak tanıyacak derecede, gayet çok cihazat ile insanı techiz etmesi gösteriyor ki: Elbette sıhhat ve afiyeti verdiği gibi, hastalıkları, illetleri, dertleri de verecektir. Senden soruyorum: " Bu hastalık senin başında veya elinde veya midende olmasaydı, sen, başın, elin, midenin sıhhatindeki lezzetli , zevkli nimet-i ilahiyyeyi hissedip şükreder miydin ? Elbette şükür değil belki düşünmeyecektin; şuursuz o sıhhatı gafletle belki sefahate sarfederdin."
% SEKİZİNCİ DEVA : Ey Ahiretini düşünen hasta ! Hastalık, sabun gibi günahların kirlerini yıkar, temizler. Hastalıklar, kefaret-üz-zünub olduğu Hadis-i sahih ile sabittir. Hem Hadiste vardır ki:
Ermiş ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşer; imanlı bir hastanın titremesi de, öyle günahları silker."
Günahlar, hayat-ı ebediyyede daimi hastalıklardır. Bu hayat-ı dünyevide dahi, kalb, vicdan, ruh için manevi hastalıklardır. Sen eğer sabredip şekva etmezsen... şu muvakkat bir hastalık ile daimi pek çok hastalıklardan kurtuluyorsun. Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud Ahireti bilmiyorsan veya ALLAH'ı tanımıyorsan, sende öyle dehşetli bir hastalık var ki: Milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür. Ondan feryat et.
Çünki; bütün dünyanın mevcudatiyle, kalbin, ruhun ve nefsin alakadardır. Mütemadiyen firak ve zeval ile o alakalar kesilip sende hadsiz yaralar açılır. Bahusus Ahireti bilmediğin için, ölümü, idam-ı ebedi tahayyül ettiğinden -adeta- güya yara bere içinde, dünya kadar hastalıklı bir vücudun var.
İşte en evvel hadsiz yaralı ve hastalıklı bu büyük manevi vücudun hadsiz hastalıklarına kat'i ilaç ve kat'i şifa verici bir tiryak olan iman ilacını aramak ve itikadını düzeltmek gerektir ki, o ilacı bulmakta en kısa yol, bu maddi
Sh:»(S.N: 24)
hastalığın yırttığı gaflet perdesinin altında sana gösterdiği aczin ve zaafın penceresiyle, bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretini ve rahmetini tanımaktır.
Evet, ALLAH'ı tanımayanın dünya dolusu bela başında vardır. ALLAH'ı tanıyanın dünyası nurla ve manevi sürurla doludur. Derecesine göre iman kuvvetiyle hisseder. Bu imandan gelen manevi sürur ve şifa ve lezzet altında cüz'i maddi hastalıkların elemi erir, ezilir.
% DOKUZUNCU DEVA : Ey Hâlikını tanıyan hasta! Hastalıklardaki elem ve tevahhuş ve korkmak ise; hastalık bazen ölüme vesile olduğu cihetindendir. Ölüm, nazar-ı gaflet ve zahiri cihetinde dehşetli olduğundan, ona vesile olabilen hastalıklar korkutuyor, telaş veriyor.
Evvelâ bil ve kat'i iman et ki: " Ecel mukadderdir, tegayyür etmez ". Çok ağır hastaların başında ağlayanlar ve sıhhatleri yerinde olanlar ölmüşler... o ağır hastalar şifa bulup yaşamışlar...
Saniyen; ölüm, sureten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok Risalelerde gayet kat'i, şeksiz, şüphesiz bir surette, Kur'an-ı Hakimin verdiği nur ile isbat etmişiz ki: Ehl-i iman için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki aleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbab ve akrabasına kavuşmak için bir vesiledir; hem hakiki vatanına ve ebedi makam-ı saadetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinana bir davettir; hem Halik-ı Rahiminin fazlından, kendi hizmetine mukabil, ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.
Madem ölümün mahiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bil'akis rahmet ve saadetin bir mukaddemesi nazariyle bakmak gerektir.
Hem Ehlullahın bir kısmının ölümden korkmaları, ölümün dehşetinden değildir. Belki daha fazla hayır kazanacağım diye, vazife-i hayatın idamesinden kazanacakları hayrat içindir. Evet ehl-i iman için ölüm, rahmet kapısıdır. Ehl-i dalalet için, zulumat-ı ebediye kuyusudur.
% ONUNCU DEVA: Ey lüzumsuz merak eden hasta ! Sen, hastalığın ağırlığından merak ediyorsun. O merakın senin hastalığını ağırlaştırır. Hastalığın hafifleşmesini istersen merak etmemeye çalış. Yani hastalığın faidelerini, sevabını ve çabuk geçeceğini düşün, merakı kaldır, hastalığın kökünü kes.
Evet, merak, hastalığı ikileştirir; maddi hastalığın altında merak ile manevi bir hastalığı kalbine verir; maddi hastalık ona dayınır, devam eder. Eğer teslimiyetle, rıza ile, hastalığın hikmetini düşünmekle o merak gitse, o maddi hastalığın mühim bir kökü kesilir, hafifleşir, kısmen gider. Hususan evhamla bir dirhem maddi hastalık, bazen merak vasıtasiyle on dirhem kadar büyür. Merak kesilmesiyle, o hastalığın onda dokuzu gider.
Sh:»(S.N: 25)
Merak, hastalığı ziyade ettiği gibi, hikmet-i İlahiyyeyi ittiham; ve rahmet-i İlahiyyeyi tenkid; ve Halık-ı Rahiminden şekva hükmünde olduğu için, aksi maksadiyle tokat yer, hastalığını ziyadeleştirir.
Evet, nasıl ki şükür nimeti ziyadeleştirir... öyle de şekva; hastalığı, musibeti tezyid eder. Hem merakın kendisi de bir hastalıktır. Onun ilacı, hastalığın hikmetini bilmektir. Madem hikmetini, faidesini bildin; o merhemi meraka sür kurtul. Ah yerine oh de, vâ-esefa yerine " Elhamdülillahi Alâ Külli Hal" söyle.
% ONBİRİNCİ DEVA : Ey sabırsız hasta kardeş ! Hastalık, hazır bir elemi sana vermekle beraber... evvelki hastalığından bugüne kadar o hastalığın zevalindeki bir lezzet-i maneviye ve sevabındaki bir lezzet-i ruhiye veriyor. Bugünden, belki bu saatten sonraki zamanda hastalık yok, elbette yoktan elem yok, elem olamazsa... teessür olamaz...Sen yanlış bir surette tevehhüm ettiğin için sabırsızlık geliyor.
Çünki ; bugünden evvel bütün hastalık zamanının maddisi gitmekle elemi de beraber gitmiş; kendindeki sevabı ve zevalindeki lezzet kalmış. Sana kâr ve sürur vermek lazım gelirken, onları düşünüp müteellim olmak ve sabırsızlık etmek divaneliktir. Gelecek günler daha gelmemişler...onları şimdiden düşünüp, yok bir günde, yok olan bir hastalıktan, yok olan bir elemden tevehhüm ile düşünüp müteellim olmak, sabırsızlık göstermekle, üç mertebe yok yoğa vücud rengi vermek, divanelik değil de nedir ?
Madem bu saatten evvelki hastalık zamanları ise sürur veriyor. Ve madem, yine bu saatten sonraki zaman madum, hastalık madum, elem madumdur. Sen, Cenab-ı Hakkın sana verdiği bütün sabır kuvvetini böyle sağa sola dağıtma, bu saatteki eleme karşı tahşid et; " YA SABÛR !" de dayan.
% ONİKİNCİ DEVA :Ey hastalık sebebiyle ibadet ve evradından mahrum kalan ve o mahrumiyetten teessüf eden hasta ! Bil ki.. Hadisce sabittir ki: " Müttaki bir mü'min, hastalık sebebiyle yapamadığı daimi virdinin sevabını, hastalık zamanında yine kazanır. " Farzı, mümkün olduğu kadar yerine getiren bir hasta, sabır ve tevekkül ile ve farzlarını yerine getirmekle o ağır hastalık zamanında sair sünnetlerin yerini, hem hâlis bir surette, hastalık tutar.
Hem hastalık, insandaki aczini, zaafını ihsas eder. O aczin lisaniyle ve zaafın diliyle halen ve kalen bir dua ettirir.
Cenab-ı Hak, insana hadsiz bir acz ve nihayetsiz bir zaaf vermiş...ta ki daimi bir surette dergah-ı İlahiyeye iltica edip niyaz etsin, dua etsin.
قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْ لاَ دَعَآؤُكُمْ yani: " Eğer du
Sh:»(S.N: 26)
anız olmazsa ne ehemmiyetiniz var". Ayetin sırriyle insanın hikmet-i hilkatı ve sebeb-i kıymeti olan samimi dua ve niyazın bir sebebi hastalık olduğundan, bu nokta-i nazardan şekva değil, ALLAH'a şükür etmek ve hastalığın açtığı dua musluğunu, afiyeti kesbetmekle kapamamak gerektir.
% ONÜÇÜNCÜ DEVA: Ey hastalıktan şekva eden biçare adam ! Hastalık bazılara ehemmiyetli bir definedir; gayet kıymetdar bir hediye-i İlahiyedir. Her hasta, kendi hastalığını o neviden tasavvur edebilir,
Madem ecel vakti muayyen değil, Cenab-ı Hak, insanı yeis-i mutlak ve gaflet-i mutlaktan kurtarmak için, havf ve rica ortasında ve hem dünya ve hem Âhireti muhafaza etmek noktasında tutmak için, hikmetiyle eceli gizlemiş.
Madem her vakit ecel gelebilir... Eğer insanı gaflet içinde yakalasa, ebedi hayatına çok zarar verebilir.Hastalık gafleti dağıtır; Âhireti düşündürür; ölümü tahattur ettirir; öylece hazırlanır. Bazı öyle bir kazancı olur ki; yirmi senede kazanamadığı bir mertebeyi yirmi günde kazanıyor.
Ezcümle; arkadaşlarımızdan- ALLAH rahmet etsin- iki genç vardı. Biri İlamalı Sabri, diğeri İslam Köylü Vezirzade Mustafa. Bu iki zat, talebelerim içinde kalemsiz oldukları halde, samimiyette ve iman hizmetinde en ileri safda olduklarını hayretle görüyordum!.. Hikmetini bilmedim...vefatlarından sonra anladım ki: Her ikisinde de ehemmiyetli bir hastalık vardı. O hastalık irşadiyle, sair gafil ve feraizi terkeden gençlere bedel, en mühim bir takva ve en kıymetdar bir hizmette ve Âhirete nafi bir vaziyette bulundular. İnşallah iki senelik hastalık zahmeti, milyonlar sene hayat-ı ebediyenin saadetine medar oldu. Ben onların sıhhati için bazı ettiğim duayı şimdi anlıyorum... Dünya itibariyle beddua olmuş... İnşaallah o duam, sıhhat-ı uhreviye için kabul olunmuştur...
İşte bu iki zat, benim itikadımca, on senelik bir takva ile elde edilecek bir kazanç kadar bir kâr buldular. Eğer ikisi, bir kısım gençler gibi sıhhat ve gençliğine güvenip, gaflet ve sefahete atılsaydılar; ölüm de onları tarassut edip tam günahlarının pislikleri içinde yakalasaydı; o nurlar definesi yerine, kabirlerini akrepler ve yılanlar yuvası yapacaklardı...
Madem hastalıkların böyle menfaati var, ondan şekva değil, tevekkül, sabır ile, belki şükredip, rahmet-i İlahiyyeye itimad etmektir.
% ONDÖRDÜNCÜ DEVA : Ey gözüne perde gelen hasta! Eğer ehl-i imanın gözüne gelen perdenin altında nasıl bir nur ve manevi bir göz olduğunu bilsen, " yüzbin şükür Rabb-ı Rahimime" dersin. Bu merhemi izah için bir hadise söyliyeceğim. Şöyle ki: Bana sekiz sene kemal-i sadakatla hiç gücendirmeden hizmet eden Barla'lı Süleymanın halasının, bir vakit gözü kapandı. O saliha kadın, bana karşı haddimden yüz derece fazla hüsn-ü zan ederek, " gözümün açılması için dua et" diyerek, cami kapısında beni yakaladı. Ben
Sh:»(S.N: 27)
de, o mübarek ve meczube kadının salahatini duama şefaatcı yapıp: " Ya Rabbi onun salahati hürmetine onun gözünü aç " diye yalvardım. İkinci gün Burdur'lu bir göz hekimi geldi, gözünü açtı. Kırk gün sonra yine gözü kapandı. Ben çok müteessir oldum. Çok dua ettim. İnşaallah o dua ahireti için kabul olmuştur. Yoksa benim o duam, onun hakkında gayet yanlış bir beddua olurdu. Çünki eceli kırk gün kalmıştı. Kırk gün sonra- ALLAH rahmet etsin vefat eyledi.
İşte o merhume, kırk gün Barla'nın hazinane bağlarına rikkatli ihtiyarlık gözüyle bakmasına bedel; kabrinde, Cennet bağlarını kırkbin günlerde seyredeceğini kazandı. Çünki; îmanı kuvvetli, salahatı şiddetli idi.
Evet, bir mü'min gözüne perde çekilse ve gözü kapalı kabre girse, derecesine göre, ehl-i kuburdan çok ziyade o âlem-i nuru temaşa edebilir. Bu dünyada nasıl çok şeyleri biz görüyoruz... kör olan mü'minler görmüyorlar. Kabirde o körler, îman ile gitmiş ise, o derece ehl-i kuburdan ziyade görür. En uzak gösteren dürbinlerle bakar nevinde, kabrinde derecesine göre Cennet Bağlarını sinema gibi görüp temaşa ederler.
İşte böyle gayet nurlu ve toprak altında iken, göklerin üstündeki Cenneti görecek ve seyredecek bir gözü, bu gözündeki perde altında şükür ile sabır ile bulabilirsin. İşte o perdeyi senin gözünden kaldıracak, o gözle seni baktıracak göz hekimi, Kur'an-ı Hakimdir.
% ONBEŞİNCİ DEVA : Ey âh ü enin eden hasta ! Hastalığın suretine bakıp âh ! eyleme. Manasına bak oh! de. Eğer hastalığın manası güzel birşey olmasa idi, Halik-ı Rahim en sevdiği ibadına hastalıkları vermezdi. Halbuki, Hadis-i Sahihde vardır ki :
اَشَدُّ النَّاسِ بَلاَءَ اْلاَنْبِيَاءُ ثُمَّ اْلاَوْلِيآءُ أْلاَمْثَلُ فَالأَمْثَلُ
-ev kema kal- yani: " En ziyade musibet ve meşakkate giriftar olanlar, insanların en iyisi, en kamilleridirler. " Başta Hazret-i Eyyub Aleyhisselam, Enbiyalar, sonra Evliyalar ve sonra ehl-i salahat çektikleri hastalıklara birer ibadet-i halisa, birer hediye-i Rahmaniye nazariyle bakmışlar ; sabır içinde şükretmişler. Hâlık-ı Rahîmin rahmetinden gelen bir ameliyat-ı cerrahiye nev'inden görmüşler.
Sen ey ah ü fizar eden hasta! Bu nurani kafileye iltihak etmek istersen, sabır içinde şükret. Yoksa şekva etsen, onlar seni kafilelerine almayacaklar. Ehl-i gafletin çukurlarına düşersin!... Karanlıklı bir yolda gideceksin.
Evet, hastalıkların bir kısmı var ki: Eğer ölümle neticelense, manevi şehit hükmünde şehadet gibi bir velayet derecesine sebebiyet verir. Ezcümle
Sh:»(S.N: 28)
çocuk doğurmaktan gelen hastalıklar (Haşiye) ve karın sancısiyle, gark ve hark ve taun ile vefat eden şehit-i manevi olduğu gibi, çok mübarek hastalıklar var ki, velayet derecesini ölümle kazandırır.
Hem hastalık, dünya aşkını ve alakasını hafifleştirdiğinden, vefat ile dünyadan, ehl-i dünya için gayet elim ve acı olan müfarakatı tahfif eder; bazen de sevdirir
% ONALTINCI DEVA : Ey sıkıntıdan şekva eden hasta ! Hastalık, hayat-ı içtimaiye-i insaniyede en mühim ve gayet güzel olan hürmet ve merhameti telkin eder. Çünki insanı vahşete ve merhametsizliğe sevkeden istiğnadan kurtarıyor. Çünki:
اِنَّ الاِنْسَانَ لَيَطْغَى * اَنْ رَاَهُ اسْتَغْنَى
sırrıyle, sıhhat ve afiyetten gelen istiğnada bulunan bir nefs-i emmare, şayan-ı hürmet çok uhuvvetlere karşı hürmeti hissetmez. Ve şayan-ı merhamet ve şefkat olan musibetzedelere ve hastalıklılara merhameti duymaz. Ne vakit hasta olsa, o hastalıkta aczini ve fakrını anlar, layık-ı hürmet olan ihvanlarına ihtiram eder. Ziyaretine gelen veya ona yardım eden mü'min kardeşlerine karşı hürmeti hisseder. Ve rikkat-ı cinsiyeden gelen şefkat-ı insaniye ve en mühim bir haslet-i İslamiye olan musibet- zedelere karşı merhameti hissedip, onları nefsine kıyas ederek, onlara tam manasiyle acır, şefkat eder, elinden gelse muavenet eder, hiç olmazsa dua eder, hiç olmazsa şer'an sünnet olan keyfini sormak için ziyaretine gider, sevab kazanır.
% ONYEDİNCİ DEVA : Ey hastalık vasıtasiyle hayrat yapamamaktan şekva eden hasta ! Şükret, hayratın en halisinin kapısını sana açan, hastalıktır. Hastalık mütemadiyen hastaya ve lillah için hastaya bakıcılara sevab kazandırmakla beraber, duanın makbuliyetine en mühim bir vesiledir.
Evet, hastalara bakmak ehl-i iman için mühim sevabı vardır. Hastaların keyfini sormak, fakat hastayı sıkmamak şartiyle ziyaret etmek. Sünnet-i Seniyedir; kefaret-üz-zünub olur. Hadiste vardır ki: " Hastaların duasını alınız, onların duası makbuldür." Bahusus hasta, akrabadan olsa, hususan peder ve valide olsa, onlara hizmet mühim bir ibadettir, mühim bir sevabdır. Hastaların kalbini hoşnud etmek, teselli vermek, mühim bir sadaka hükmüne geçer.
---------------------------
(Haşiye) : Bu hastalığın manevi şehadeti kazandırması lohusa zamanı olan kırk gün kadardır.
Sh:»(S.N: 29)
Bahtiyardır o evlat ki; peder ve validesinin hastalık zamanında, onların seriütteessür olan kalblerini memnun edip hayır dualarını alır. Evet hayat-ı içtimaiyyede en muhterem bir hakikat olan peder ve validesinin şefkatlerine mukabil, hastalıkları zamanında kemal-i hürmet ve şefkat-i ferzendane ile mukabele eden o iyi evladın vaziyetini ve insaniyetin ulviyetini gösteren o vefadar levhaya karşı, hatta melaikeler dahi Maşaallah, Barekallah deyip alkışlıyorlar.
Evet hastalık zamanında, hastalık elemini hiçe indirecek gayet hoş ve ferahlı, etrafında tezahür eden şefkatlerden ve acımak ve merhametlerden gelen lezzetler var.
Hastanın duasının makbuliyeti ehemmiyetli bir mes'eledir. Ben otuz kırk seneden beri, bendeki kulunç denilen bir hastalıktan şifa için dua ederdim. Ben anladım ki, hastalık dua için verilmiş... dua ile duayı, yani: Dua kendi kendini kaldırmadığından anladım ki, duanın neticesi uhrevidir; (Haşiye) kendisi de bir nevi ibadettir ve hastalık ile aczini anlayıp dergah-ı İlahiyyeye iltica eder. Onun için otuz senedir şifa duasını ettiğim halde, duam zahiri kabul olmadığından, duayı terketmek kalbime gelmedi. Zira hastalık, duanın vaktidir; şifa, duanın neticesi değil. Belki Cenab-ı Hakîm-i Rahim, şifa verse, fazlından verir.
Hem dua istediğimiz tarzda kabul olmazsa makbul olmadı denilmez... Hâlık-ı Hakîm daha iyi biliyor, menfaatimize hayırlı ne ise onu verir. Bazen dünyaya ait dualarımızı, menfaatimiz için ahiretimize çevirir... öyle kabul eder. Her ne ise...
Hastalık sırriyle hulusiyet kazanan, hususan zaaf ve aczden ve tezellül ve ihtiyaçtan gelen bir dua kabule çok yakındır. hastalık böyle halis bir duanın medarıdır.
Hem dindar olan hasta, hem hastaya bakan mü'minler de bu duadan istifade etmelidirler.
% ONSEKİZİNCİ DEVA : Ey şükrü bırakıp şekvaya giren hasta ! Şekva, bir haktan gelir. Senin bir hakkın zayi olmamış ki şekva ediyorsun. Belki senin üstünde hak olan çok şükürler var; yapmadın. Cenab-ı Hakkın hakkını vermeden, haksız bir surette hak istiyorsun gibi şekva ediyorsun. Sen, kendinden yukarı mertebelerdeki sıhhatli olanlara bakıp şekva edemezsin. Belki sen, kendinden sıhhat noktasında aşağı derecelerde bulunan biçare hastalara bakıp şürketmekle mükellefsin. Senin elin kırık ise, kesilmiş ellere bak ! Bir gözün yoksa, iki gözü de olmayan a'malara bak! ALLAH'a şükret.
Evet, nimette kendinden yukarıya bakıp şekva etmeye hiç kimsenin hak
Sh:»(S.N: 30)
kı yoktur. Ve musibette herkesin hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, şükretsin. Bu sır bazı Risalelerde bir temsil ile izah edilmiş... icmali şudur ki:
" Bir zat, bir biçareyi, bir minarenin başına çıkarıyor. Minarenin her basamağında ayrı ayrı birer ihsan, birer hediye veriyor. tam minarenin başında da en büyük bir hediyeyi veriyor... O, mütenevvi hediyelere karşı ondan teşekkür ve minnetdarlık istediği halde, o hırçın adam, bütün o basamaklarda gördüğü hediyeleri unutup veyahut hiçe sayıp şükretmiyerek yukarıya bakar." Keşki bu minare daha uzun olsaydı, daha yukarıya çıksaydım, ne için o dağ gibi veyahud öteki minare gibi çok yüksek değil deyip şekvaya başlarsa, ne kadar bir küfran-ı nimettir bir haksızlıktır.
Öyle de: Bir insan hiçlikten vücuda gelip, taş olmayarak, ağaç olmayıp, hayvan kalmayarak, insan olup, müslüman olarak, çok zaman sıhhat ve afiyet görüp, yüksek bir derece-i nimet kazandığı halde, bazı arızalarla, sıhhat ve afiyet gibi bazı nimetlere layık olmadığı veya sû-i ihtiyariyle veya sû-i istimaliyle elinden kaçırdığı, veyahud eli yetişmediği için şekva etmek, sabırsızlık göstermek, aman ne yaptım böyle başıma geldi diye Rububiyet-i İlahiyyeyi tenkid etmek gibi bir halet... maddi hastalıktan daha musibetli, manevi bir hastalıktır. Kırılmış el ile döğüşmek gibi, şikayetiyle hastalığını ziyadeleştirir. Âkıl odur ki:
اَلَّذِينَ اِذآ اَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ قَالُوا اِنَّا لِلَّهِ وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ
sırriyle teslim olup sabretsin ; ta o hastalık, vazifesini bitirsin gitsin...
------------------
(Haşiye) : Evet, bir kısım hastalık duanın sebeb-i vücudu iken, dua hastalığın ademine sebep olsa, duanın vücudu kendi ademine sebep olur; bu da olamaz.
ONDOKUZUNCU DEVA: Cemil-i Zülcelal' in bütün isimleri Esma-ül-Hüsna tabir-i Samedanisiyle gösteriyor ki, güzeldirler. Mevcudat içinde en latif, en güzel, en cami ayine-i Samediyetde, hayattır. Güzelin ayinesi güzeldir. Güzelin mehasinlerini gösteren ayine güzelleşir. O ayinenin başına o güzelden ne gelse, güzel olduğu gibi; hayatın başına dahi ne gelse, hakikat noktasında güzeldir. Çünkü; güzel olan o esma-ül Hüsnanın güzel nakışlarını gösterir.
Hayat, daima sıhhat ve afiyette yeknesak gitse, nakıs bir ayine olur. Belki bir cihette adem ve yokluğu ve hiçliği ihsas edip sıkıntı verir. Hayatın kıymetini tenzil eder. Ömrün lezzetini sıkıntıya kalbeder. Çabuk vaktimi geçireceğim diye, sıkıntıdan ya sefahate, ya eğlenceye atılır. Hapis müddeti gibi, kıymetdar ömrüne adavet edip, çabuk öldürüp geçirmek istiyor. Fakat tahavvülde ve harekette ve ayrı ayrı tavırlar içinde yuvarlanmakta olan bir hayat, kıymetini ihsas ediyor... Ömrün ehemmiyetini ve lezzetini bildiriyor.. Meşakkatte ve musibette dahi olsa, ömrün geçmesini istemiyor... " Aman gü
Sh:»(S.N: 31)
neş batmadı, ya gece bitmedi " diye sıkıntısından of! of! etmiyor.
Evet, gayet zengin ve işsiz, istirahat döşeğinde herşeyi mükemmel bir efendiden sor: ne haldesin? Elbette, aman vakit geçmiyor, gel bir şeş beş oynayalım, veyahud vakti geçirmek için bir eğlence bulalım, gibi müteellimane sözleri ondan işiteceksin... veyahud tul-i emelden gelen bu şey'im eksik, keşki şu işi yapsaydım gibi şekvaları işiteceksin.
Sen bir musibetzede veya işçi ve meşakkatli bir halde olan bir fakirden sor: Ne haldesin ? Aklı başında ise diyecek ki: " Şükürler olsun Rabbime, iyiyim, çalışıyorum. Keşki çabuk Güneş gitmeseydi, bu işi de bitirseydim... vakit çabuk geçiyor... ömür durmuyor gidiyor. Vakıa zahmet çekiyorum, fakat bu da geçer, herşey böyle çabuk geçiyor" diye, manen ömür ne kadar kıymetdar olduğunu, geçmesindeki teessüfle bildiriyor.
Demek meşakkat ve çalışmakla, ömrün lezzetini ve hayatın kıymetini anlıyor. İstirahat ve sıhhat ise, ömrü acılaştırıyor ki, geçmesini arzu ediyor.
Ey hasta kardeş ! Bil ki, başka Risalelerde tafsilatiyle kat'i bir surette isbat edildiği gibi, musibetlerin, şerlerin, hatta günahların aslı ve mayesi ademdir. Adem ise şerdir, karanlıktır, yeknesak istirahat, sükut, sükunet, tevakkuf gibi haletler, ademe, hiçliğe yakınlığı içindir ki, ademdeki karanlığı ihsas edip sıkıntı veriyor. Hareket ve tahavvül ise; vücuddur, vücudu ihsas eder. Vücud ise, halis hayırdır, nurdur.
Madem hakikat budur, sendeki hastalık, kıymetdar hayatı safileştirmek, kuvvetleştirmek, terakki ettirmek ve vücudundaki sair cihazat-ı insaniyyeyi o hastalıklı uzvun etrafına muavenetdarane müteveccih etmek ve Sani-i Hakimin ayrı ayrı isimlerinin nakışlarını göstermek gibi, çok vazifeler için, o hastalık senin vücuduna misafir olarak gönderilmiştir. İnşaallah çabuk vazifesini bitirir gider. Ve afiyete der ki; sen gel, benim yerimde daimi kal, vazifeni gör, bu hane senindir, afiyetle kal.
% YİRMİNCİ DEVA: Ey derdine derman arayan hasta ! Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakiki, bir kısmı vehmidir. Hakiki kısmı ise Şafi-i Hakim-i Zülcelal, Küre-i Arz olan eczahane-i kübrasında, her derde bir deva istif etmiş. O devalar ise, dertleri isterler. Her derde bir derman halketmiştir. Tedavi için ilaçları almak, istimal etmek meşrudur. Fakat te'siri ve şifayı, Cenab-ı Haktan bilmek gerektir. Dermanı o verdiği gibi, şifayı da o veriyor...hâzik mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilaçtır. Çünki ekser hastalıklar su-i istimalattan, perhizsizlikten ve israftan ve hatiattan ve sefahatten ve dikatsizlikten geliyor. Mütedeyyin hekim, elbette meşru bir dairede nasihat eder. Ve vesayada bulunur. Su-i istimalâttan; israfattan men' eder, teselli verir... hasta o vesaya ve o teselliye itimad edip hastalığı hafifleşir, sıkıntı yerinde bir ferahlık verir.
Amma vehmi hastalık kısmi ise; onun en müessir ilacı ehemmiyet ver
Sh:»(S.N: 32)
memektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır. Nasıl ki arılara iliştikçe, insanın başına üşüşürler, aldırmazsan dağılır. Hem karanlıkda gözüne sallanan bir ipten gelen bir hayale ehemmiyet verdikce büyür. Hatta bazen onu divane gibi kaçırır; ehemmiyet vermezse, adi bir ipin yılan olmadığını görür... başındaki telaşına güler. Bu vehmi hastalık çok devam etse, hakikata inkılab eder. Vehham, asabi insanlarda fena bir hastalıktır. Habbeyi kubbe yapar; kuvve-i maneviyesi kırılır... hususan merhametsiz yarım hekimlere veyahud insafsız doktorlara rastgelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı gider; yoksa ya aklı gider veya sıhhati gider.
% YİRMİ BİRİNCİ DEVA : Ey hasta kardeş ! Senin hastalığında maddi elem var, fakat o maddi elemin te'sirini izale edecek ehemmiyetli bir manevi lezzet seni ihata ediyor. Çünki; peder ve validen ve akraban varsa, çoktan beri unuttuğun gayet lezzetli o şefkatleri senin etrafında yeniden uyanıp, çocukluk zamanında gördüğün o şirin nazarları yine görmekle beraber, çok gizli perdeli kalan etrafındaki dostluklar, hastalığın cazibesiyle yine sana karşı muhabbetdarane bakdıklarından... elbette onlara karşı senin bu maddi elemin pek ucuz düşer.
Hem sen müftehirane hizmet ettiğin ve iltifatlarını kazanmasına çalıştığın zatlar, hastalığın hükmüyle sana merhametkarane hizmetkarlık ettiklerinden, efendilerine efendi oldun.
Hem insanlardaki rikkat-ı cinsiyeyi ve şefkat-i nev'iyeyi kendine celbettiğinden, hiçten çok yardımcı ahbab ve şefkatli dost buldun.
Hem çok meşakkatli hizmetlerden paydos emrini yine hastalıkdan aldın; istirahat ediyorsun...
Elbette senin cüz'i elemin, bu manevi lezzetlere karşı seni şekvaya değil, teşekküre sevketmelidir.
% YİRMİ İKİNCİ DEVA : Ey nüzul gibi ağır hastalıklara mübtela olan kardeş ! Evvela sana müjde ediyorum ki; mü'min için nüzul mübarek sayılıyor. Bunu çoktan ehl-i velayetten işitiyordum. Sırrını bilmezdim. Bir sırrı şöyle kalbime geliyorki: Ehlullah, Cenab-ı Hakka vasıl olmak ve dünyanın azim manevi tehlikelerinden kurtulmak ve saadet-i ebediyyeyi te'min etmek için iki esası ihtiyaren takip etmişler.
Birisi : Rabıta-i mevttir. Yani: " dünya fani olduğu gibi, kendisi de içinde vazifedar fani bir misafir olduğunu düşünmekle, hayat-ı ebedisine o suretle çalışmışlar.
İkincisi: " Nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın tehlikelerinden kurtulmak için, çileler ile, riyazetlerle nefs-i emmarenin öldürülmesine çalışmışlar.
Sizler ey yarı vücudunun sıhhatini kaybeden kardeş! Sen ihtiyarsız kısa
Sh:»(S.N: 33)
ve kolay ve sebeb-i saadet olan iki esas sana verilmiş ki; daima senin vücudun vaziyeti, dünyanın zevalini ve insanın fani olduğunu ihtar ediyor. Daha dünya seni boğamıyor... gaflet senin gözünü kapayamıyor... ve yarım insan vaziyetinde bir zata, nefs-i emmare, elbette hevesat-ı rezile ile ve nefsani müştehiyat ile onu aldatamaz, çabuk o nefsin belasından kurtulur.
İşte mü'min sırr-ı iman ile ve teslimiyet ve tevekkül ile, o ağır nüzul gibi hastalıktan az bir zamada, ehl-i velayetin çileleri gibi istifade edebilir. O vakit o ağır hastalık çok ucuz düşer.
% YİRMİ ÜÇÜNCÜ DEVA: Ey kimsesiz, garib, biçare hasta ! Hastalığınla beraber kimsesizlik ve gurbet, sana karşı en katı kalbleri rikkate getirirse ve nazar-ı şefkati celbederse, acaba Kur'an'ın bütün surelerinin başlarında kendini Rahman-ir-Rahîm sıfatiyle bize takdim eden ve bir lem'a-i şefkatiyle umum yavrulara karşı umum valideleri, o harika şefkatiyle terbiye ettiren ve her baharda bir cilve-i rahmetiyle zemin yüzünü nimetlerle dolduran ve ebedi bir hayattaki Cennet, bütün mehasiniyle bir cilve-i rahmeti olan senin Hâlık-ı Rahîmine iman ile intisabın ve onu tanıyıp hastalığın lisan-ı acziyle niyazın elbette senin bu gurbetteki kimsesizlik hastalığın, herşeye bedel onun nazar-ı rahmetini sana celbeder.
Madem o var, sana bakar, sana her şey var. Asıl gurbette, kimsesizlikte kalan odur ki; îman ve teslimiyetle ona intisab etmesin veya intisabına ehemmiyet vermesin.
% YİRMİ DÖRDÜNCÜ DEVA : Ey masum hasta ! Çocuklara ve masum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar !... Sizin önünüzde mühim bir ticaret-i uhreviye var. Şevk ve gayret ile o ticareti kazanınız...
Masum çocukların hastalıklarını, o nazik vücudlara bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için, bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbaniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyevisine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffi-i hayatına medar olacak büyüklerdeki kefaret-üz-zünub yerine, mânevî; ve ileride veyahud Âhirette terakkiyat-ı maneviyesine medar şırıngalar nev'indeki hastalıklardan gelen sevab, peder ve validelerinin defter-i a'maline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatını kendi sıhhatına tercih eden validesinin sahife-i hasenatına girdiği, ehl-i hakikatca sabittir.
İhtiyarlara bakmak ise; hem azîm sevap almakla beraber, o ihtiyarların ve bilhassa peder ve valide ise, dualarını almak ve kalblerini hoşnut etmek ve vefakârane hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem Âhiretin saadetine medar olduğu rivayat-ı sahihe ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir.
İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evladından aynı vaziyeti gördüğü gibi, bedbaht bir veled, eğer ebeveynini rencide
Sh:»(S.N: 34)
etse; azab-ı uhreviden başka, dünyada çok felaketlerle cezasını gördüğü , çok vukuatla sabittir.
Evet ihtiyarlara, masumlara, yalnız akrabasına bakmak değil; belki ehl-i iman (madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var) onlara rastgelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır.
% YİRMİ BEŞİNCİ DEVA : Ey hasta kardeşler ! Siz, gayet nafi ve her derde deva ve hakiki lezzetli kudsi bir tiryak isterseniz: " Îmanınızı inkişaf ettiriniz" yani tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-î kudsi olan îmanı ve îmandan gelen ilacı istimal ediniz.
Evet, dünyaya muhabbet ve alaka yüzünden güya, adeta, ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, manevi bir vücudu vardır. Îman ise; o dünya gibi zeval ve firak darbelerine, yara ve bere içinde olan o manevi vücuduna birden şifa verip; yaralardan kurtarıp, hakiki şifa verdiğini pek çok Risalelerde kat'i isbat etmişiz...
Başınızı ağrıtmamak için kısa kesiyorum. Îman ilacı ise; feraizi mümkin oldukça yerine getirmekle te'sirini gösteriyor. Gaflet ve sefahet ve hevesat-ı nefsaniye ve lehviyat-ı gayr-ı meşrua, o tiryakın te'sirini meneder. Hastalık, madem gafleti kaldırıyor; iştihayı kesiyor; gayr-ı meşru keyflere gitmeye mani oluyor. Ondan istifade ediniz. Hakiki îmanın kudsi ilaçlarından ve nurlarından tevbe ve istiğfar ile, dua ve niyaz ile istimal ediniz.
" Cenab-ı Hak sizlere şifa versin , hastalıklarınızı kefaret-üz-zünub yapsın." Âmin Âmin Âmin
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَينَا لِهَذَا وَمَا كَنَّا لِنَهْتَدىَ لَوْلآ اَنْ هَدَيَنَا اللَّهُ لَقَدْ جَآءَتْ رُسٌلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ {سُبْحَانَ لاَعِلْمَ اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنآ اِنَّكَ اَنْتَ العَلِيمُ الْحَكِيمُ }
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مَحَمَّدٍ طِبِّ الْقُلُوبِ وَدَوآئِهَا وَعَافِيَتِ الاَبْدَانِ وَشِفَآءِهَا وَنُورِ الاَبْصَارِ وَضِيَآئِهَا وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ
(وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ) Meali: " Bu kitap her derde dermandır." Tevafukat-ı latifedendir ki; Re'fet beyin birinci tesvidden gayet süratle yazdığı nüsha ile beraber, Hüsrevin yazdığı diğer bir nushada, ihtiyarsız hiç düşünmeden, satır başlarında gelen elifleri saydık aynen bu
Sh:»(S.N: 35)
(وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ)
cümlesine tevafuk ediyor. (Haşiye-1).
Hem bu Risalenin müellifinin Said ismine, bir tek fark ile yine tevafuk ediyor. (Haşiye-2 ). Yalnız Risalenin ünvanına ait yazıdaki bir elif hesaba dahil edilmemiştir.
Cay-ı hayrettir ki: Süleyman Rüştünün yazdığı nüsha, hiç elif hatıra gelmeden ve düşünmeden, yüz on dört elif, yüz ondört şifa-yı kudsiyeyi tazammum eden, yüz ondört süver-i Kur'aniyenin adedine tevafukla beraber (وَهُوَ لِكُلِّ دَاءٍ دَوَاءٌ)
şeddeli lam bir sayılmak cihetiyle, yüz on dört harfine tam tamına tevafuk ediyor...