Neden Dua Etmeliyiz
dualarımız - niçin dua ederiz - dua etmek
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحِ بِحَمْدِهِ
بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَاؤُكُمْ
Yani: "Ey insanlar! Duânız olmazsa ne ehemmiyetiniz var." mealindeki âyetin beş nüktesini dinle:
BİRİNCİ NÜKTE: Duâ bir sırr-ı azîm-ı ubudiyettir. Belki ubudiyetin ruhu hükmündedir. Çok yerlerde zikrettiğimiz gibi, duâ üç nevidir.
Birinci nevi duâ: İstidad lisaniyladir ki; bütün hububat, tohumlar lisan-ı istidad ile Fâtır-ı Hakîm'e duâ ederler ki: "Senin nukus-u esmânı mufassal göstermek için, bize neşv ü nema ver, küçük hakikatimizi sünbülle ve ağacın büyük hakikatına çevir."
Hem şu istidad lisanıyla duâ nev'inden birisi de şudur ki: Esbabın içtimai, müsebbebin icadına bir duadır. Yani: Esbab bir vaziyet alır ki, o vaziyet bir lisan-ı hal hükmüne geçer ve müsebbebi Kadîr-ı Zülcelâl'den duâ eder, isterler. Meselâ: Şu, hararet, toprak, ziya bir çekirdek etrafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duâdır ki: "Bu çekirdeği ağaç yap, ya Hâlıkımız!" derler. Çünki o mu'cize-ı hârika-ı kudret olan ağaç; o şuursuz, camid, basit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. Demek içtima'-ı esbab bir nevi duâdır.
İkinci nevi duâ: İhtiyac-ı fitrî lisanıyladır ki; bütün zîhayatların iktidar ve ihtiyarları dâhilinde olmayan hacetlerini ve matlablarını ummadıkları yerden vakt-ı münasibde onlara vermek için, Hâlik-ı Rahîm'den bir nevi duâdır. Çünki iktidar ve
sh: » (M: 320)
ihtiyarları haricinde, bilmedikleri yerden, vakt-ı münasibde onlara bir Hakîm-ı Rahîm gönderiyor. Elleri yetişmiyor; demek o ihsan, duâ neticesidir.
Elhasıl: Bütün kâinattan dergâh-ı ilâhiyeye çıkan bir duâdır. Esbab olanlar, müsebbebatı Allah'tan isterler.
Üçüncü nevi duâ: ihtiyaç dairesinde zîşuurların duâsıdır ki, bu da iki kısımdır.
Eğer izdirar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam münasebetdar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmiş ise veya safi, hâlis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile makbuldür. Terakkiyat-i beşeriyenin kısm-i azami ve keşfiyatları, bir nevi duâ neticesidir. Havarik-ı medeniyet dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, manevî bir duâ neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidad ile istenilmiş, onlara verilmiştir. Lisan-ı istidad ile ve lisan-ı ihtiyac-ı fitrî ile olan duâlar dahi bir mani olmazsa ve şerait dâhilinde ise, daima makbuldürler.
ikinci kısım: Meşhur duâdır. O da iki nevidir. Biri fiilî, biri kavlî. Meselâ çift sürmek, fiilî bir duâdır. Rızkı topraktan değil; belki toprak, hazine-i rahmetin bir kapısıdır ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar.
Sair kısımların tafsilâtını tayyedip, yalnız kavlî duânın bir-iki sırlarını gelecek iki-üç nüktede söyleyeceğiz.
İKİNCİ NÜKTE: Duânın tesiri azîmdir. Hususan duâ külliyet kesbederek devam etse; netice vermesi galibdir, belki daimîdir. Hattâ denilebilir ki: Sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de duâdır. Yani, kâinatin hilkatinden sonra, başta nev'-i beşer ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm'ın muazzam olan duâsı, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani: Hâlik-i Âlem istikbalde o zâti, nev-i beşer namına belki mevcudat hesabına bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esmâ-i İlâhiye isteyecek bilmiş; o gelecek duâyı kabul etmiş, kâinatı halketmiş. Mâdem duânın bu derece azîm ehemmiyeti ve vüs'ati vardır; hiç mümkün müdür ki: Bin üçyüz elli senede, her vakitte, nev-i beşerden üçyüz milyon, cin ve ins ve melek ve ruhaniyattan hadd ve hesaba gelmez mübarek zâtlar bil'ittifak Zât-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, rahmet-i uzma-yı İlâhiye ve saadet-i ebediye ve husul-ü maksud için duâları nasıl
kabul olmasın? Hiçbir cihetle mümkün müdür ki, o duâları reddedilsin?
Mâdem bu kadar külliyet ve vüs'at ve devam kesbedip lisan-i istidad ve ihtiyac-i fitrî derecesine gelmiş. Elbette o Zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, duâ neticesi olarak öyle bir makam ve mertebededir ki, bütün ukûl toplansa bir akil olsalar, o makamın hakikatini tamamıyla ihata edemezler.
İşte ey müslüman! Senin rûz-i mahşerde böyle bir sefîin var. Bu sefîin şefaatini kendine celbetmek için, sünnetine ittiba' et!
Eğer desen: Mâdem o Habibullahtır. Bu kadar salavat ve duâya ne ihtiyaci var?
Elcevap: O Zât (A.S.M.) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevi saadetleriyle hissedardır ve her nevi musibetleriyle endişedardır. İşte kendi hakkında meratib-ı saadet ve kemalât hadsız olmakla beraber; hadsız efrad-ı ümmetinin, hadsız bir zamanda, hadsız enva'-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsız enva'-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zât, elbette hadsız salavat ve duâ ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.
__________MEKTUBÂT (Yirmidördüncü Mektub'un Birinci Zeyli)________
Dua, sadece isteme eylemi için gerçekleştirilmez. Duanın mahiyeti "ibadet” olmasıdır.
Dua Cenab-ı Hakkın emrettiği bir ibadettir
“Bana dua edin, size icabet edeyim (duanıza cevap vereyim)! Şüphesiz benim ibadetimden (yüz çevirip) kibirlenenler, yakında zelil olan kimseler olarak cehenneme gireceklerdir!” (Mümin, 60)
Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde bu ayete iki şekilde bakmıştır:
“Kuran’ın birçok yerlerinde olduğu üzere dua ibadet manasına olarak; “bana ibadet ve kulluk edin ki, size sevap ve mükâfat vereyim.” demek olur. Dua şart (emir) edilmiştir. “Zira benim ibadetimden istikbar edenler, (yani kibirlerinden bana ibadet etmek istemeyenler) muhakkak yarın rezil olarak cehenneme gireceklerdir.
“İsteyin Benden vereyim size; demektir ki: Süddi’den nakledilen ve ilk nazarda anlaşılan da budur. Buna göre de ibadet, dua ile tefsir edilmek lazım gelecektir. Bunu böyle iki vecihli olarak ifadenin sebebi, ibadetin dua, duanın da ibadet ile telazümünü (bir şey diğerine yapışması) ifade içindir. Bir taraftan dua ibadetin iliği derecesindedir. Bu dua emri çok ehemmiyetli ve şayan-ı dikkattir. Gerek ibadet manasına olsun, gerek sade dua, ikisinde de istemek emredilmiş ve Allah'ın isticabesi (kabul etmesi) için kulun istemesi şart kılınmıştır.”
Peygamber Efendimiz (asm) duanın, ibadetin özü olduğunu bildirmiştir
“Dua ibadetin ta kendisidir. Dua, ibadetin özü ve iliğidir.”(Tirmizi)
Numan İbnu Beşir (ra) anlatıyor:
“Resulullah (asm): ‘Dua ibadetin kendisidir’ buyurdular. Ve sonra şu ayeti okudular. (Mealen): “Rabbiniz buyurdu ki:’Bana dua edin, size icabet edeyim.(duanıza cevap vereyim) !Şüphesiz benim ibadetimden(yüz çevirip) kibirlenenler, yakında zelil olan kimseler olarak cehenneme gireceklerdir!’(Mümin 60) (Tirmizi)
Hadiste Peygamber efendimiz (asm) duanın ibadet olduğunu buyuruyorlar. Cenab-ı Hak da ayetin ilk cümlesinde duanın ehemmiyetinden bahsedip arkasından “benim ibadetimden (yüz çevirip) kibirlenenler…” buyurarak duanın ibadet olduğunu söylüyor.
Ayrıca Ka’b el-Ahbar Peygamber Efendimizin (asm) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bu ümmete üç şey verilmiştir ki, onlar daha önce bir peygamber dışında hiçbir ümmete verilmemiştir. Onlardan birisi, ayette ‘Bana dua edin ki size icabet edeyim.’ buyrulmasıdır.”
İbadet sadece İslam’ın beş şartı ile sınırlı değildir. Allah’ın sevdiği ve razı olduğu her türlü söz ve davranışlar da ibadet hükmündedir. Namaz kılmak, zekât vermek ibadet olduğu gibi, güzel ahlak, ilim öğrenmek, hastalık ve musibetlere sabretmek, şükür gibi vazifelere de ibadet denir. Dua da bu vazifelerin içinde en önemlilerinden biridir. Dolayısıyla ibadettir.
Dua kula acizliğini ve fakirliğini gösterdiği için ibadettir
İbadetin bir manası aczini ve kul olduğunu bilmektir. Yani kul başına gelen belalar ve sıkıntıları defetmekte aciz olduğunu bilir ve Allah’ın gücü ve kudreti karşısında O’na, ibadete yönelir. Ayrıca ihtiyaçlarının ve isteklerinin karşısında da fakir olduğunu anlayıp Rabbine yönelir.
Dua da kulun, aczini ve fakirliğini anlayıp her şeye gücü yeten Rabbine yönelmesidir. İhtiyaçlarını duasıyla Cenab-ı Hak’tan ister. Yani dua ibadetin ta kendisidir.
Yapılan dualar kaderin değişiminde rol oynar
“Allah (o yazıdan) dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Ana kitap (olan Levh-i Mahfuz) ise O’nun katındadır.” (Ra’d, 39)
Allah (cc), ezeli ve ebedi ilmiyle bizlerin neler yapacağını ezelden bilip Levh-i Mahfuz'a yazmıştır. Cenab-ı Hakk’ın ilmi ve bu levha değişikliğe uğramaz. Ancak bir takım şartların yerine getirilmesi ile değişebilen bir kader vardır. Bu kader Levh-i Mahv ve İsbat ya da Levh-i Muallâk yani kesin olmayıp değişebilen levhada yazılıdır. Kişi sadaka ve duasıyla bu kaderini değiştirebilir.
Mesela Levh-i Muallâkta, kişi yolculuğa çıktığında dua ederse başına gelecek trafik kazasından kurtulacak, eğer etmezse trafik kazası geçirecek şeklinde yazılmıştır. Burada kulun dua edip o kazadan kurtulmasıyla kaderi değişmiş olur.
Allah için edilen her duanın neticesinde uhrevi bir mükâfat vardır
İhlaslı bir şekilde Allah’tan (cc) istenilen şeyler, hemen kabul edilsin veya edilmesin o duaların her biri ahirette birer tohum olarak ekilir. Kul ahirete gittiğinde her bir hayırlı ve güzel duasının neticesi olarak o tohumun meyvelerinden istifade eder. Hatta dualarının mükâfatını görünce kulların “Rabbim dünya da hiçbir duamızı kabul etmeseydin de buradaki mükâfatlarımız daha fazla olsaydı.” diyecekleri söylenmiştir.
Ayrıca peygamber efendimiz (asm) dua için kul dua ettiğinde üç şeyden birine kavuşur buyurmuştur:
• Ya ettiği dua sebebiyle günahı bağışlanır.
• Veya peşin bir mükâfata kavuşur.
• Veyahut da ahirette karşılığını bulur. (Müsned)
Dua sadece Allah (cc) rızası için yapılmalıdır
İbadeti yapmaktaki sebep Cenab-ı Hak emrettiği içindir. Yani çok sevap kazanmak için veya cennete gidip güzel makamlarda olmak için ya da istenilen matlubun verilmesi gayesiyle ibadet yapılırsa o ibadetin ihlası ve makbuliyeti kaçar. İhlassız bir ibadetinde ne bu dünyada ne de ahirette bir faydası olmaz. Bu durumda bir takım dünyevi gayeler Allah’ın (cc) emrinin ve rızasının önüne geçmiş olur.
Oysa ibadet, Allah’a gönülden isteyerek yönelmek, karşılığında sevap va’dedilen dinî vazifeleri ve amelleri Allah’ın rızasını kazanmak için yerine getirmek demektir. Dua da bir ibadet olduğuna göre Allah(cc) emrettiği için ve yine O’nun rızası için yapılmalıdır.
__________________
“Allah gözlerin ihanetini de bilir gönüllerin sakladığını da...” (Mü'min 40/19)