Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstadı ilk ziyaretim"
"Nihayet Üstadın adresini Ahmet Ramazan'dan aldım. Hemen Emirdağ'a vardım. Adres merhum Ceylân kardeşin pederi Mehmed Çalışkan'ın dükkânı imiş. Mehmed Çalışkan kardeşimiz dükkândaydı. Mehmet Çalışkan'a,
"Beni şu adresi götürür müsünüz?' dedim.
"Bediüzzaman bugün rahasız, ziyaretçi kabul etmiyor.'
"Ben uzak yol kat ederek geldim. Lütfen beni götürün.'
"Kardeşim, hususan bize tenbih etti. 'Ziyaretçi getirmeyin, hastayım, kimseyle görüşecek halim yok' dedi.'
"Mehmed Efendi kardeşimizi bir türlü ikna edemedim. İki saat peşinde dolaştım, yalvardım. 'Bir kere sorun, kabul ederse giderim. Hoca Efendiyi benim geldiğimden haberdar etmeden beni göndermeyin' diye ısrar ettim. Allah'a şükür, Mehmed Efendi kardeşimiz, 'Bir sorayım' dedi, gitti. Hac yolcusu bekler gibi büyük bir ümitle yolunu bekledim. Üstadın yanından döndüğü zaman yüzü gülüyordu. Çok neşeliydi. Daha gelirken kabul edildiğimi anlamıştım.
"Buyurun, gidelim, sizi kabul etti.'
"Bu söz bana dünyadan daha tatlı gelmişti. Sürûrum sonsuzdu. Mehmed Efendi kardeşimizin peşine takıldım, gittik. Eski, ahşap bir eve girdik. Üstadın odasına yaklaşmıştık. Bana Mehmed Efendi, 'Başındaki serpuşu çıkar, Üstad sevmez' dedi. Üstadın kaldığı odanın karşısında odun koyulmuş bir yer vardı. Gayri ihtiyari serpuşu oraya attım. O günden bu yana serpuş giymem. Mehmed Efendi kapıyı vurdu. 'Üstadım, misafiri getirdim' dedi. Mehmed Efendi odayı terk ederek gitti. Üstad karyolasının üzerinde istirahat ediyordu. Gayet mütevazı bir oda idi. Dünyaperestelerin, halılarla koltuklarla müzeyyen tantanalı odası gibi bir oda değildi. Dünyaya ve dünya saltanatına hiç ehemmiyet vermeyen, dünyasını ahiretine mezra yapan, yalnız ahireti düşünen, orası için çalışan müstağni bir zatın odasıydı. Bu odada taban halısı gibi bir ziynet eşyası yoktu. Karyolasında, karyola örtüsü ve karyola eteği gibi şeyler yoktu. Sadece karyolada bir yatak vardı.
"Odaya girdiğimizde hemen Üstadın elini öptüm. Gözüm oturacak bir koltuk veya sandalye aradı. Ne gezer? Karyolanın başı ucunda yere serilmiş bir minder vardı. Pantolonunun ütüsünün bozulmasından endişe eden o mindere bağdaş kurup oturmaya mecburdu. Ben de dizlerim üzerine bu mindere oturdum. Üstad:
"Nereden geliyorsun?'
"İstanbul'dan, efendim.'
"İstanbul'dan geldiğimi söyler söylemez büyük bir çeviklikle sıçradı, yatağın ortasına oturdu.
"Orada talebelerime işkence ediyorlarmış, doğru mu? Benim etimi cımbızla çeksinler, talebelerime ilişmesinler.'
Bir az daha bekledim, rahatsız olduğu için fazla durmadım, elini öptüm, çıkarken; 'Oğlum buradan çıktığın zaman seni isticvap ederlerse, 'Hastaydım, onun için gittim' de, zira yalan söylemiş olmazsın. Manevî hastalık hepimizde var' dedi. Ayrıldım.
"K. Maraş'a geldim. Islahiye'ye Zübeyir Ağabeye telefon açtım. 'Ben Said Nursî Hazretlerinin yanından geldim. Okumam için bana eserlerinden vereceksin, selâmı var' dedim.
"Zübeyir Ağabey büyük bir heyecanla, 'Ney! Sen o zatı gördün mü?' dedi. Ben de, 'Evet gördüm' dedim. 'Geliyorum' dedi.
"İki saat sonra merhum Zübeyir Ağabey eserlerle birlikte K. Maraş'a geldi. Beni kucaklayarak, 'O zatı gören gözlere de kâfi' dedi ve benim gözlerimden öptü. Böylece ben de Risale-i Nur okuyucuları arasına girdim. 'Hâzâ min fazlı Rabbî.'
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstad hâlis niyetlileri kabul ediyordu"
"Sene 1952. Üstadın Gençlik Rehberi adlı eseri, Konyalı Muhsin tarafından yeni harflerle bastırılmıştı. Eserin müellifi, bu sebeple İstanbul'da mahkemeye verilmişti. Üstad mahkeme için İstanbul'a teşrif etti. Bir müddet İstanbul'da mahkeme sebebiyle kaldılar. Sirkeci'de, Akşehir Palas Oteli'nde ikamet ettiler. Üstad İstanbul'da iken, ben sık sık İstanbul'a zahiren ticaret için, hakikatte Üstadı ziyaret için gidiyorum.
"Bir gün, musallî, salih iki Maraşlı arkadaş, 'Bizi de Üstadı ziyarete götür' dediler. 'Gidelim' dedim. Ancak niyeti halis olmayan bir Maraşlı daha bize katılmak istedi. Ona, 'Arkadaş, bu zat sana yaramaz, sen nasıl adammış, bir göreyim diye gideceksin. Bu niyetle gittiğin için bizi de kabul etmez. Sen bizden ayrıl' dedim. İnanmadı. 'Öyle şey mi olurmuş, niye kabul etmesin? Ayrılmam, ben de gideceğim' dedi. Gittik, Üstad kabul etmesin? Ayrılmam, ben de gideceğim' dedi. Gittik. Üstad kabul etmedi. Ahmet Ramazan kardeşimizin dediği aynen görüldü. Diğer iki Maraşlıya, 'Bu adamdan vitrinlere bakarken ayrılalım, tekrar Üstadı ziyarete gidelim' dedim. Kendisi bir vitrine bakarken biz kaçtık, bizi kaybetti. O adamdan ayrı olarak Üstada gittik, kabul etti. Böylece o halis niyetli arkadaşlar da ziyaret etmiş oldular.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstad, doktor ve öğretmenlere önem verirdi"
"Yine sene 1952. İstanbul Belediyesinin doktoru Nihat Ongun bana rica etti. 'Beni Üstadın ziyaretine götür' dedi. Doktorla beraber Üstadı ziyarete gittik. Yine kabul buyurdular. Üstad, Nihat'ın doktor olduğunu öğrenince şöyle bir nasihatta bulundu:
"Ben iki meslek erbabına çok kıymet veririm. Bunlardan biri doktorlar, diğeri muallimlerdir. İmanlı muallimler körpe dimağlara imanı, İslâmı yerleştirir. Onun için benim nazarımda muallimler çok kıymetlidir. Sana tavsiyem şudur. Sen bir hastayı tedavi ettiğin zaman ücretin 100 lira değerse de, 2,5 lira verirlerse al, cebine at. Zannetme ki, 97,5 lira kaybettin. Sadaka olarak defter-i âmâline geçer.'
"Doktor Nihat Bey çok iyi bir intiba ile ayrıldı. Bana, 'Bu zatın sözleri iliklerime işledi' dedi. Bu kardeşimiz halen salâhatını muhafaza etmektedir.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Rüyada yediğim yemek"
"Sene 1952, İstanbul'dayım. Kardeşim Mahmut Ramazanoğlu o tarihte hukuk fakültesi talebesiydi. Onun Şehzadebaşı'ndaki evinde yatmıştım. Rüyamda Üstad, talebeleri ile birlikte bulgur pilâvı yiyorlardı. Ben varınca yemeğe davet ettiler. 'Teşekkür ederim' dedim, yemeğe dahil olmadım. Ama Üstadla birlikte yemek yemeyi de çok arzu ediyordum. Bir daha çağırsalar yemeğe giderdim diye bekledim. Ne yazık ki yemeğe tekrar buyur etmediler. Büyük bir üzüntü ile uyandım.
"O gün öğleye yakın bir zamandı, saatini hatırlayamıyorum, ama öğleye yakındı. Üstadın odasından Muhsin kardeşimiz çıktı. Beni görünce, 'Gel gel, kardeşim, Üstadın artığını ye, sevaptır' diyerek bana küçük bir sefertası içerisinde, bir kaşık gelecek kadar kuru fasulye verdi, ben de yedim. Allah'ıma hamd ettim. Rüyada beraber yemek yiyemeyişimin üzüntüsünü Rabb-ı Rahimim artığını yedirerek ref'etti. Bu bir tesadüf değildi. Ben buna da Üstadımın bir kerameti nazarı ile bakıyorum.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Albayın Üstada hayranlığı"
"Yine sene 1952. Üstad Fatih'te Reşadiye Otelinde kalıyordu. Günlerden Cuma idi. Üstadı ziyarete gittim. Cuma namazı da yakındı. Otele vardığım zaman baktım ki, salonda, Üstad beni görünce eliyle yanağımı okşayarak, 'Hoş geldin oğlum' dedi. Arkasındaki talebelerine dönerek, 'Siz benimle gelmeyin, hükûmetin nazar-ı dikkatini çekmeyelim' dedi. Ve merdivenlerden indi. Arkasındaki cemaatin içinde bir de albay vardı. Resmî elbisesi ile gelen bu albay, 'Çocuklarımın maişeti olmasaydı, ben şimdi istifa eder, bu zat-ı muhtereme hizmet ederdim' dedi.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstad bir delikanlı zindeliğindeydi"
"Üstad otelin kapısından çıktı. Ben hemen dışarıya kendimi attım. Üstadı yolda giderken görmek istiyordum. Çünkü her ziyaretimde yatağında oturuyor bir vaziyette gördüğüm için, Üstadı zor yürüyecek bir durumda tahayyül ederdim. Otelden çıktığım zaman Üstadın, otelin bulunduğu kaldırımdan karşı kaldırıma 20 yaşındaki bir delikanlının çevikliğinde geçtiğini gördüm. Akasya ağacının engin dallarındaki yaprakları eliyle okşayarak çevik adımlarla Fatih Camiine doğru ilerledi. Üstadın bu dinç durumu beni çok mesruru etmişti.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstad Fatih Camiinde"
"Fatih Camiine Cuma namazını kılmak üzere girdik. Ben artık Üstadın peşini hiç bırakmıyordum. Cuma namazından sonra beraber camiden çıktık. Camiden çıkan cemaat bir anda Üstadın etrafını sardılar. Birbirlerine, 'Bediüzzaman' diye yüksek sesle ve büyük neşe içinde haber veriyorlardı.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstad, 'Taksi!' diye seslendi"
"Cemaat Üstadın elini öpmek için itişmeye başladı. Orada büyük bir izdiham oldu. Camii otele çok yakındı. Üstad camiye yaya olarak gelmişti. Üstad bu tezahürattan kurtulmak için orada bulunan bir taksiye 'Taksi!' diye seslendi ve taksiye hemen atlayıverdi. 'Beni otele götür' dedi. Bunu yapmasaydı camiden çıkan Müslümanlar Üstadın otele gitmesini en az iki saat tehir ettirebilirlerdi. Üstadın bu müdakkik hali beni hayran bıraktı.
Cevap: Mustafa Ramazanoğlu
"Üstadın Maraş'a olan alakası"
"Üstadın K. Maraş'a olan sevgisini de aksettiren bir mektuplaşma ile hatırama son vereyim.
"Kayalar Ağabey üstada bir mektup yazarak Diyarbakır'a davet etmişti. Kayalar Ağabeyin bu mektubu lâhika yapılmış, dağıtılmıştı. Bir tanesi de bana gelmişti. Ben bu davet mektubunu okuyunca hemen Üstada bir mektup yazarak K. Maraş'a davet ettim. Üstad mektubuma şu cevabı verdi.
"Ben Urfa'yı, Diyarbakır'ı ve Maraş'ı aynı gözde görüyorum ve duama ismen dahil etmişim. Diyarbakır'a gidersem Maraş'a da gelirim' demişlerdi. Diyarbakır'a da, K. Maraş'a da teşrifleri mümkün olmadı.