Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Gençlik
Genç kuşaklar üzerine şefkatle eğilmek, ülkeye ve milletimize sahip çıkma yolunda atılmış mânâlı bir adımdır. Ne var ki, bu merhamet hissi, onların kalbî ve ruhî hayatlarına müteveccih olduğu nispette faydalı ise de, cismaniyetlerine yönelik olduğu zaman onları birer bedenî varlık hâline getirmesi, hatta azmanlaştırması söz konusudur.
* * *
Genç nesillere değer veren her millet yükselmiş, onları gençlik heveslerinin akışına terkedenler ise, bu ihmallerinin cezasını çok ağır olarak çekmişlerdir. Şayet bugün, çevremiz ihanetlerle kaynayıp duruyor ve nesiller hergün biraz daha azgınlaşıyorsa, bu, tamamen bizim ihmalimizin neticesidir. Evet, başımız bulutlarda dolaşırken, ayaklarımızın dibinden yatak odalarımıza kadar sızan kobraları sezemedik ve bugünkü acıklı hâlimizi kendi elimizle hazırladık...
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
İzdivaç ve Yuva
Evlenmek, zevk ve haz için değildir; evlenmek, aile teşkili, milletin bekâ ve devamı, ferdin duygu ve düşüncelerinin dağınıklıktan kurtarılması ve cismânî hazlarının zapturapt altına alınması içindir. Bu konuda zevkler ve hazlar ise, fıtratın çok meselelerinde olduğu gibi, birer avans ve imrendirmeden ibarettir.
* * *
Evlenecek kimseler, birbirlerinin üstlerine-başlarına, kılık ve kıyafetlerine, hatta servet ve dış güzelliklerine göre değil; bu en ciddî meselede, ruh güzelliği, namus ve ahlâk anlayışı, fazilet ve karakter yüksekliğine göre karar vermelidirler.
* * *
Evlenirken gerekli tetkikâtı yapmamış veya yapma fırsatını bulamamış kimselere, iş gelip boşanma kertesine dayanınca, en âkilâne kriterlerin dahi hiçbir yararı olmayacaktır. Evet, mesele yuvadaki yangından az zararla kurtulmak değil; önemli olan, yangın çıkaracak unsurların yuvaya sokulmamasıdır.
* * *
Tanımadığımız kimseye kız vermemeli, tanımadığımız kızlara da talip olmamalıyız. Böyle meçhuller üzerine yapılan bir akit, ya boşanma gibi Allah’ın (c.c.) sevmediği bir sonuçla noktalanır veya taraflar için hayat boyu işkencelere vesile olur.
* * *
Daha ilk teşebbüste Hakk’a sığınılarak, mantık ve muhakeme üzerine kurulmuş öyle mübarek yuvalar vardır ki, bütün bir hayat boyu tıpkı bir mektep gibi çalışır ve yetiştirdiği çıraklarıyla, mensup olduğu milletin devam ve bekâsını teminat altına alır.
* * *
Düşünülmeden-taşınılmadan izdivaç adına ortaya konan evlilikler ve bir araya gelmeler, arkada ağlayıp sokaklarda sürünen eşler, “öksüzler yuvası”na bırakılan yetimler ve aileleri yüreklerinden yaralayan caniliklerle neticelenmiştir.
* * *
Evliliğin, ferde ait fayda ve menfaati bir ise, millete ait olanı pek çoktur. Bu itibarla, bozuk evlilik gibi, hiç evlenmemek de, kızları sefil, delikanlıları rezil edip, millete su ve kan kaybettiren bir koleradır.
* * *
Ta baştan sağlam esaslar üzerine kurulmuş ve maddî-mânevî saadetin dalgalanıp durduğu bir yuva, milletçe var olmanın en sağlam bir temel taşı ve faziletli fertler yetiştirmenin de mübarek bir mektebidir. Evlerini mektepler kadar feyizli ve bereketli, mekteplerini de evleri kadar sıcak hâle getirebilen milletler, ıslah hareketlerinin en büyüğünü yapmış, gelecek nesillerin huzur ve mutluluğunu garanti altına almış sayılırlar.
* * *
Millet, hane cüz’ifertlerinden meydana gelir. Bu itibarla, evler iyi ise millet iyi, evler kötü ise millet de kötüdür. Keşke, milletin salâhını isteyenler, her şeyden evvel hanelerin ıslâhına çalışsalardı...!
* * *
“Ev”e, içindeki insanlara göre “ev” denir. Bir hanenin fertleri, o hanede oturanların insanî değerleri paylaştıkları ölçüde mesut sayılırlar. Evet, diyebiliriz ki insan, eviyle insanca yaşar; ev de, içindeki insanlarla “ev” olur.
* * *
Ev, küçük bir millet; millet de, büyük bir hanedir. Büyük-küçük herhangi bir haneyi ârızasız idareye muvaffak olmuş ve hane halkını insanlığa yükseltebilmiş birisi, az bir gayretle daha büyük organizasyonlarda da başarılı olabilir.
* * *
Bir hanedeki nizamsızlık ve döküntü, o hânedeki insanların derbederliğini ve ruh perişâniyetini; bir beldede evlerin, dükkanların, sokakların pisliği, intizamsızlığı, bozukluğu da, belediye kadrosunun derece-i hissini tasvir eder.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Boşanma
Boşanma, ferdin nikâh kaydından sıyrılıp, kendini boşa alması ameliyesidir. Nâdiren dinlendirip rahatlatıcı görünse de, çok defa huzursuzluk ve sefaleti de beraberinde getirir.
* * *
Boşanma, din nazarında mübahların en sevimsizidir. Ne var ki, ruhsat ve cevazının sevimsizliği kadar, men edilmesi de gayritabiî ve gayrifıtrîdir.
* * *
Boşanmayı gerektiren zaruretleri görmezlikten gelmek, insan mâhiyeti ve bu mâhiyetin hususiyetlerini bilememekten kaynaklanmaktadır. Evlenen herkesin birbiriyle imtizaç edeceğini beklemek, herkesi dümdüz, aynı fıtrat, aynı mizaç, aynı yapı ve aynı karakterde tasavvur etme gibi bir safderûnluk ifadesidir.
* * *
Her keyfî boşama, boşayan için bir nedâmet, boşanan için bir haksızlık ve aile fertleri için de öyle bir huzursuzluk kaynağıdır ki, bazen bütün bir hayat boyu, kanayan bir yara gibi acısı, ızdırabı devam eder durur...
* * *
Boşamak, hastalıklı bir uzva karşı cerrâhî bir müdahale ise, izdivacın aklî, mantıkî bir çizgide cereyan etmesi ve sağlam şartlara bağlanması, hijyenik bir hassasiyettir. Onun için, boşamakla aileyi, boşamayı kaldırmakla da vicdanı kahretmezden evvel, izdivaç, doku uyumluluğu titizliği içinde ele alınmalı ve gelecekte bu uyumu temin edecek şartlardan taviz verilmemelidir.
* * *
Bir dünya, uzun asırlar, boşamayı men etmek veya hiç olmayacak şartlara bağlamak suretiyle, beraber yaşamayı düşünmeyenleri zorla bir arada tutmaya çalıştı. Bir başka dünya ise, kadına, onu istediği zaman alıp, istediği zaman da atabileceği bir nesne gibi baktı ve onu bir eşya gibi gördü. Bunlardan biri erkeğe azabın, diğeri de, kadını insan görmemenin ifadesinden başka bir şey değildi.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Anne-Baba
Anne-baba, insanın en başta hürmet edeceği kudsî iki varlıktır. Onlara hürmette kusur eden, Hakk’a karşı gelmiş sayılır. Onları hırpalayan, er-geç hırpalanmaya maruz kalır.
* * *
İnsan, daha küçük bir canlı hâlinde var olmaya başladığı günden itibaren, hep, anne-babanın omuzlarında ve onlara yük olarak gelişir. Bu hususta ne peder ve vâlidenin çocuklarına karşı olan şefkatlerinin derinliğini tayine, ne de onların çektikleri sıkıntıların sınırını tespite imkân yoktur. Bu itibarla, onlara hürmet ve saygı, hem bir insanlık borcu, hem de bir vazifedir.
* * *
Ebeveynin kadrini bilip, onları Hakk’ın rahmetine ulaşmaya vesile sayanlar, bu dünyada da, öteler ötesinde de en talihlilerdendir. Onların varlıklarını istiskal edip, hayatlarına karşı bıkkınlık gösterenler ise, sürüm sürüm olmaya namzet bir kısım uğursuzlardır.
* * *
İnsan, peder ve vâlidesine karşı hürmeti nispetinde Yaratıcısına karşı da hürmetkâr sayılır. Onlara hürmeti olmayanın, Allah’a (c.c) da hürmet ve saygısı yoktur. Günümüzde, ne garip tecellidir ki, sadece Allah’a karşı saygısız olanlar değil, O’nu sevdiğini iddia edenler bile, anne ve babalarına sürekli saygısızlıkta bulunmaktadırlar.
* * *
Evlât, anne ve babasına fevkalâde hürmetli ve itaatkâr, onlar da, en az onun cismaniyetine verdikleri ehemmiyet kadar kalbî ve ruhî hayatına ehemmiyet verip, onu bir an evvel en maharetli hekimlerin terbiyesine teslim etmelidirler. Çocuğunun kalb ve ruhunu unutan anne-baba ne cahil, böyle bir görgüsüzlüğe kurban giden çocuk, ne talihsizdir..!
* * *
Anne-babanın hukukunu hiçe sayan ve onlara isyan eden evlât “insan bozması bir canavar”, çocuğun mânevî hayatını garanti etme gayretinden mahrum ebeveyn de merhametsiz birer gaddardırlar. Ve hele, çocuk yolunu bulup kanatlandıktan sonra onu felç eden anne ve babalar..!
* * *
Yuva, toplumun temel unsurudur. Orada fertler ne kadar birbirlerinin hak ve vazifelerine karşı saygılı olurlarsa, toplum da o kadar sağlam ve sıhhatli olur. Yoksa, yuvada yitirilen şefkat ve hürmeti toplum içinde aramak beyhûdedir..!
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Çocuk
Bir ağacın, nesil ve nev’ini devam ettirmesinde çekirdek ve tohumu ne ise, insan nesli ve nev’inin devamında da çocuk aynı şeydir. Çocuklarını ihmal eden milletler inkıraza, onları yabancı ellere ve yabancı kültürlere terkedenler de, özlerini kaybetmeye mahkumdurlar.
* * *
Her otuz-kırk senede bir milletin en aktif ve en verimli kesimini teşkil edecek nesiller, bugünkü çocuklardır. Çocukları küçük ve değersiz görenler, millet hayatında nasıl mühim bir unsuru hafife aldıklarını düşünüp ürpermelidirler.
* * *
Bugünün nesillerinde görülen fenalığın, bir kısım idarecilerde müşahede edilen yetersizliğin ve milletçe çekilen sıkıntıların mes’ulleri, otuz sene evvelki hakim unsurlardır. Çeyrek asır sonraki her türlü facia veya faziletler de, bugünkü nesillerin talim ve terbiyesini derpiş edenlere ait olacaktır.
* * *
Geleceğini teminat altına almak isteyen her millet, sağa sola harcayacağı zaman ve enerji kadar bir kısım imkânları da, yarının büyük insanları olacak çocukların yetiştirilmesine sarf etmelidir. Başka yönlere harcanan şeylerin büyük bir kısmı bâdihevâ gitse bile, nesillerin insanlığa yükseltilmesi istikametinde sarf edilen şeyler, bitip tükenme bilmeyen bir gelir kaynağı gibi devam edip duracaktır.
* * *
Günümüzde toplumun yüz karası sayılan sefiller, şerliler, anarşistler, ayyaşlar, morfinmanlar, esrarkeşler... dün terbiyelerinde ihmal gösterdiğimiz çocuklardır. Bilmem ki, bugünkü ihmallerimiz yüzünden, yarın sokaklarımızı ne türlü nesillerin dolduracağını hiç düşündük mü..?
* * *
Yarının kaderine, teknik ve teknolojik üstünlüğe sahip olan milletler değil; evlilik müessesesini ciddi olarak ele alan ve kendi nesillerini insanlığa yükseltmesini bilen milletler hakim olacaktır. Evlilik ve doğum meselesini ciddî olarak ele alamamış, kendi terbiye felsefesiyle nesillerine sahip çıkamamış milletler, bugün olmasa da yarın, zamanın insafsız dişlileri arasında eriyip gitmeye mahkumdurlar.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Çocuğun Hakları
İnsan, yaratılırken hayat arkadaşıyla beraber yaratılmıştır. Onun yalnız başına kaldığı devre, hemen hemen yok denecek kadar azdır. Bu şekilde, daha ilk varlığa ererken eşiyle beraber yaratılmak, insan için izdivacın fıtrî olduğunu göstermektedir. Bu fıtrî vazifede en mühim maksat ise “tenâsül”dür. Binaenaleyh, nesillerin yetiştirilmesi hedef alınmadan yapılan evlilik bir eğlence ve macera, bu evlilikten meydana gelen çocuklar da, bir anlık hissin kurbanı talihsizlerdir.
* * *
İnsan nesli, yine ancak insanla devam eder, kalbin ve ruhun hayat seviyesine doğru kanatlanmış insanla... Terbiye görmemiş, ruhî melekelerini geliştirememiş ve dolayısıyla da insanlığa yükselememiş nesiller, Âdem soyundan gelseler bile, insan azmanı bir çeşit garip yaratıklar; böylelerinin anne ve babalığını yüklenenler ise, bağrında canavar büyüten bedbahtlardır.
* * *
Anne-babanın, evlâtlarını yetiştirip faziletlerle donattıkları nispette onlara “evlâdımız” demeye hakları var ise de, ihmal edilmiş yavruları hakkında böyle bir iddiada bulunmaları kat’iyen muvafık değildir. Hele ona, fenanın-çirkinin yollarını gösteriyor, onu insanlıktan uzaklaştırıyorlarsa...
* * *
Bir milletin devam ve bekâsı, iyi yetiştirilmiş nesillerle kaimdir; millî varlığı ve millî ruhu mükemmelleştirilmiş iyi nesillerle... Milletler, geleceklerini emanet etmek üzere mükemmel bir nesil yetiştirememişlerse, istikballeri karanlık demektir. Hiç şüphe yok ki, nesillerin iyi yetiştirilmesinde en birinci vazife, anne ve babalara düşmektedir.
* * *
Anne-baba, çocuklarına sahip çıkar, onların duygu ve düşüncelerini hem kendileri hem de topluma yararlı olacak şekilde geliştirirlerse, millete yeni ve sağlam bir rükün kazandırmış olurlar. Aksine, onu insanî duyguları itibarıyla ihmal etmişlerse, cemiyetin içine herhangi bir haşere salmış sayılırlar.
* * *
Bir ağaç tımar edildiği zaman, bir canlı da, bakımı-görümü yapıldığı sürece hem semere verir, hem de neslini devam ettirir. Bakılmadığı zaman ise, ağaç güdükleşir, canlı da amelmande olur. Ya bin bir istidat ve kabiliyetle dünyaya gönderilen insan? Acaba, onun bir ağaç kadar olsun tımar edilmesi gerekmez mi?
* * *
İnsanoğlu, çocuğu dünyaya getiren sensin! Gökler ötesi âlemlere yükseltmek de senin vazifendir. Onun cisminin sağlığına ehemmiyet verip üzerinde titrediğin gibi, kalbî ve ruhî hayatı için de titre, merhamet et, kurtar o bîçareyi Allah için! Ve, zebil olup gitmesine fırsat verme!
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Ahlâk
Âlim olmak başka, insan olmak başkadır. Âlim, ilmiyle insanlığın emrine girip, ahlâk ve faziletiyle ilmini temsil ettiği ölçüde hafıza hamallığından kurtulur ve yüksek bir insan olma payesine ulaşır. Aksine o, ömrünü beyhude heder etmiş bir zavallıdan farksızdır. Zaten demir mahiyetindeki cehaleti, altın gibi faydalı ve kıymetli kılan da ancak, ahlâk ve fazilettir.
* * *
Aldatılsan dahi, sakın kimseyi aldatma..! Ayrıca, en yüksek bir fazilet olduğu hâlde, bazen kaybetmeye sebebiyet verse de sadakat ve istikametten asla ayrılma!
* * *
Günümüzde ahlâk, artık eskilerin anladıkları gibi, bir faziletler topluluğu şeklinde anlaşılmıyor. Bugünün insanı, onu, daha çok içtimaî nezaket ve terbiye şeklinde anlamak istiyor. Bu şekliyle olsun, keşke onu herkeste görebilseydik!..
* * *
Ahlâk, insanoğlunun davranışlarıyla alâkalı bir kısım yüksek düsturlar ihtiva eder ki, hepsi de ruhun yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Buna dayanarak diyebiliriz ki, kendi ruhuyla içli-dışlı olamamış kimselerin, ahlâk kaidelerini de uzun zaman temsil edebilmeleri oldukça zordur.
* * *
Önceleri “Ahlâk kitaplarda kaldı.” derlerdi. Şimdi, “Eski kitaplarda kaldı.” diyorlar. Öyle de olsa, eskitilmek istenen bu kıymetli şeye ne kadar “yeni” feda edilse değer.
* * *
Kendi menfaatini başkalarının menfaatine feda etmek, bir ruh yüksekliği ve civanmertliktir. Karşılığında herhangi bir menfaat beklemeden hep hayır işleyenler, beklenmedik bir yerde bütün hayırlı düşünce ve işleriyle karşılaşınca, hayret ve hayranlıkla talihlerine tebessümler yağdıracaklardır.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Fazilet
Ebetlere kadar devam edecek olan ruhun için hep yeni yeni şerefler, mansıplar ara! Kazandığın şerefleri kaybetmemek için de hep tetikte ol!
* * *
Eğer bir toplumda, çirkinler ve çirkinliklerin boy atıp gelişmesi üzerinde durulmuyor, güzeller ve güzellikler şakîler gibi takip ediliyor, hakikat ve fazilet âşıkları hakaret görüp tazyike uğruyor, lâahlâkîlik rahatlıkla her yere girebiliyorsa, o ülkede fazilet için yaşayanlara yerin altı üstünden daha hayırlıdır.
* * *
Fazilet, insanların takdir edip, hayvanların hoşlanmadığı; rezîlet de, insanların ürperip uzaklaştıkları, hayvanların umursamadan yapageldiği davranışlara denmiştir ki, yerindedir.
* * *
Din, millet, vatan, namus ve devlet gibi yüksek mefhumlara duyulan şiddetli muhabbet, civanmert ruhların işidir. Onlar, bu yüksek hakikatleri çiğnemez, çiğnetmez; gerektiğinde tereddüt göstermeden o uğurda seve seve ruhlarını feda ederler. Böyle bir ruh yüceliğinden mahrum olan talihsizler ise, buna divanelik derler.
* * *
Fazilet, bazı durum ve şartlara göre zarara sebebiyet verse de, yine fazilettir. Onu hakir görüp, ondan pişmanlık duymak, her zaman haksızlıktır. Fazilet yüzünden gelen zararlar, yine faziletle defedilmeye çalışılmalıdır.
* * *
Fazilet, hak edilen hürmete ehemmiyet vermeme; gurur ise, hak etmediği yerlerde dahi hürmet bekleme ruh hâletidir. Fazilet söylerken, gurur, benliğin bağrına sığınır ve ızdırapla dinlemeye durur.
* * *
Geçmişteki büyüklerimizi hayırla yâd etmek onların hakkı, bizim için de bir kadirşinaslık ifadesidir. Zira onlar, millete asalet kazandıran birer kök gibidirler; onları çürütmeye çalışmak, milleti şerefli mâzisinden ürkütüp uzaklaştırmak demektir.
* * *
Haklı şöhretleri takdir ve onları saygı ile yâd edenler, bir gün mutlaka hürmetle yâd edilirler. Şöhretleri tenkit ve düşürmekle meşhur olmak isteyenler ise, pek fena bir şöhret kazanırlar...
* * *
Kendini bilmek, basiret; kendini görmek ise, körlüktür. Kendini bilen, hem Hakk’a hem de halka yaklaşır; kendini gören ise, benliğinden başka her şeyden uzaklaşır.
* * *
Geçmişe ait hataları değerlendirip onlardan istifade etmek ve geçmişteki insanları bir ölçüde affedip onlarla meşgul olmamak akıllıca bir davranış, gereksiz yere mâzi ve mâzidekileri karalamak ise bir ahmaklıktır.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Terbiye
Bizde, “Çocuk aziz ise, terbiyesi daha azizdir.” diye bir söz vardır; ne kadar doğru!
* * *
Çocuk terbiyesinde ana-baba, perhizli insan gibi olmalı ve terbiyede ölçüye çok riayet etmelidirler.
* * *
0-5 yaş arası şuuraltının en açık olduğu dönemse, bu dönemde çocuklara iyi örnekler adına ne yapılsa değer.
* * *
Her insanın geleceği, çocukluk ve gençlik çağlarındaki intiba ve tesirlerle sımsıkı alâkalıdır. Çocuklar ve gençler, yüksek duygularla coşup şahlanacakları bir iklimde yetişiyorlarsa, zihnî ve fikrî durumları itibarıyla diri, ahlâk ve fazilet itibarıyla da örnek olmaya namzet sayılırlar.
* * *
İnsan, duygularının pes şeylerden uzak olduğu ölçüde insandır. Kalbi kötü duyguların baskısı altında, ruhu nefsanîliğin cenderesine takılmış kimseler, sûretâ insan görünseler de düşünmek icap edecektir. Terbiyenin bedene ait olan kısmını hemen hemen herkes bilir ama; asıl işe yarayan fikrî ve hissî terbiyeyi anlayan çok azdır. Oysaki, birinci şık terbiye ile daha ziyade kas güçleriyle beden insanları, ikinci şıkla ise ruh ve mânâ insanları yetişir.
* * *
Bir milletin ıslâhına fenaları imha etmekle değil, nesilleri millî kültür ve millî terbiye ile insanlığa yükselterek hizmet edilmelidir. Din, tarih şuuru ve gelenekler halitasından ibaret mukaddes bir tohumu yurdun dört bir bucağında çimlendirmedikten sonra, imha edilen her fenanın yerinde birkaç tane yenisi ot gibi bitecektir.
* * *
Çocuklara okutulacak kitaplar, şiir olsun nesir olsun, düşünceye kuvvet, ruha metanet, ümit ve azme fer verecek mahiyette olmalıdır ki, iradeleri güçlü, fikirleri sağlam nesillere sahip olunabilsin...
* * *
Kız çocukları ileride deruhte edecekleri çocuklarının terbiyesine göre, bir çiçek gibi nazik, ince ve şefkatli yetiştirilmeleri esas olmakla beraber, hak düşüncesine sahip çıkmaları bakımından da polat gibi olmalarına dikkat edilmelidir. Yoksa, nezaket ve incelik uğruna onları bir kısım miskinler, âcizler hâline getirmiş oluruz. Unutmayalım, dişi arslan da yine arslandır.
* * *
Terbiye başlı başına bir güzelliktir ve kimde olursa olsun takdir edilir. Evet, cahil dahi olsa, terbiyeli olduğu takdirde sevilir. Millî kültür ve millî terbiyeden mahrum milletler, kaba, cahil ve serseri fertlere benzerler ki, bunların ne dostluğunda vefa, ne de düşmanlıklarında ciddiyet olmaz. Böylelerine güvenenler, hep inkisar-ı hayale uğrar; bunlara dayananlar, er-geç desteksiz kalırlar.
* * *
Bir üstada çıraklık yapmamış ve sağlam bir kaynaktan terbiye almamış mürebbî ve mürebbiyeler (eğitimci), başkalarının yollarına fener tutan körler gibidirler. Çocukta görülen arsızlık, şımarıklık, bağrında geliştiği kaynağın bulanık olmasından meydana gelmektedir. Ailedeki duygu, düşünce ve hareket intizamsızlığı, katlanarak çocuğun ruhuna akseder. Tabiî, ondan da topluma...
* * *
Mekteplerde en az diğer dersler kadar terbiye ve millî kültür üzerinde de durulmalıdır ki, vatanı cennetlere çevirecek sağlam ruh ve sağlam karakterli nesiller yetişebilsin. Tâlim (öğretim) başka, terbiye (eğitim) başkadır. İnsanların çoğu muallim olabilir ama, mürebbî olabilen çok azdır.
* * *
En lüzumlu olduğu hâlde en az üzerinde durulan dersler, millî kültür ve millî terbiye dersleridir. Bir gün dönüp bu yolu işletmeye koyulursak, milletin terakkisi adına en isabetli kararı vermiş olacağız.
* * *
Şair, doğuştan şairdir. İmruu’l-Kays, hiç mektep görmemiş. Einstein, mektepten kaçarmış. Zira düşüncesi başka. Newton, matematikten zayıf almış ama, teorisi matematik üzerine. Biz, elin-âlemin kazanı içerisinde kendi kepçemiz ile karıştırmaya çalışıyoruz.
* * *
Ruhları aynalar gibi parlak, fotoğraf makineleri kadar süratli kayıt yapan çocukların ilk mektepleri, kendi hâneleri, ilk terbiyecileri de anneleridir. Annelerin sağda solda harcanmadan iyi birer terbiyeci olarak yetiştirilmeleri, bir milletin varlığı ve bekâsı için en mühim bir esastır.
Cevap: Ölçü veya Yoldaki ışıklar
Nasihat
Nasihat, dinî hayatın orta direğidir.
* * *
Eğer nasihat yararsız olsaydı, Allah, hiç peygamber gönderir miydi?
* * *
Nasihat, hayırlara ulaştıran önemli bir vesiledir; hayrın vesilesi hayır, sevabınki de sevaptır.
* * *
Nasihat eden, herkesten evvel, anlattıklarını yaşamalıdır ki, inandırıcı olsun. Dünkü müessiriyetin, bugünkü tesirsizliğin sebepleri bence bunda aranmalıdır.
* * *
Körlerin rehberliğine kalanlar, yol yürüyeceklerine oldukları yerde kalsalar, hedefe daha yakın bulunurlar.
* * *
Gönüllerin anahtarı, yumuşak huy ve yumuşak kelimelerdir.
* * *
Vaiz, bütün cemaati bir anda görüp, kontrol edebilendir.
* * *
Her zaman davranışlarla anlatma, sözle anlatmadan daha inandırıcı olmuştur.
* * *
Yumuşak konuş ki, kalblerin kapıları açılsın; sıcak kalbli ol ki, vicdanlar, senin düşüncelerine “buyur!” etsin; ihlâslı davran ki, tesirin sürekli olsun..!
* * *
Bütün sözlerin havada kaldığı zaman, muhataplarına iyilikle itap etmeyi denemek de yararlı olabilir...
* * *
Hayırdan daha büyük hayır, şerden daha büyük şer vardır.. hangisinin ne zaman tercih edileceğini akıllı ve ilhama mazhar olanlar bilirler.