Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
MERHAMET VE ŞEFKAT
“Birbirine karşı merhametlidirler.” (Fetih; 29)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler. Rahim (akrabalık bağı) Rahmân'dan bir bağdır. Kim bunu korursa Allah onunla (rahmet bağı) kurar, kim de koparırsa, Allah da ondan (rahmet bağını) koparır.” (Tirmizî, Ebû Dâvud)
İnsan kendine karşı merhametli ise, kendini Allah’ın azabından korur. Tevbe ederek Allah’a itaat eder ve ihlasla kulluk yapar. Başkasına acıması; Müslüman kardeşlerine eziyet etmemesi ve onlara yardımla mümkündür. Canlılara merhamet etmekte büyük sevaplar vardır.
Rivayete göre Hz. Musa (Aleyhisselam) bir defasında Allah-u Zülcelal’e; “Ya Rabbi! Beni ne sayede seçkin kıldın?” diye sordu. Allah-u Zülcelal ona şöyle buyurdu:
“Seni seçip kendime yakın kılmamın sebebi, yarattıklarıma karşı merhametli oluşundur. Hani sen bir ara Şuayb’ın yanında çobanlık yaparken süründeki bir koyun kaybolmuştu. Sende onun peşine düştün. Araya araya halsiz düştüğün bir sırada onu buldun. Bulur bulmaz kucağına alıp bağrına basarak ona; “zavallı hayvan, hem beni hemde kendini yordun.” dedin. İşte bu yarattıklarıma karşı böyle merhametli davrandığın için seni seçerek peygamberlikle görevlendirdim.”
Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir:
“Allah merhamet etmeyene rahmet etmez, affetmeyeni affetmez ve özür dileyenleri bağışlamayanın tevbesini kabul etmez.”
Sahabilerden bir zat şöyle demiştir:
“Allah, sadece merhametlilere rahmet eder. Siz yerdekilere karşı merhametli olunuz ki, gökte de size rahmet edilsin.”
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah, insanlara merhamet etmeyene rahmette bulunmaz.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)
Bütün bunlara bakarak; Allah-u Zülcelal’in yarattıklarına karşı merhametli davranmamız gerekir.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
KOĞUCULUK
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi, ayıplamayı kendine adet edinenlerin vay haline!” (Hümeze; 1)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala’nın en çok buğzettiği kimseler kötü söz taşıyanlar, dostları ayıranlar, suçsuzlar için suç ve günah uyduranlardır.” (Ahmed b. Hanbel)
Koğuculuk; hoşa gitmeyen bir şeyi açıklamak, daha açık bir ifade ile sırrı açığa çıkarmak, açıklanması hoşa gitmeyen bir şeyden örtüyü kaldırmaktır. Koğuculuk yapan kimse, yeryüzünde fesadı yayar, hıyanet etmekten ve insanların arasını açmaktan hiçbir zaman geri durmaz. Koğuculuk, mü’mini alçaltan en çirkin sıfatlardan birisidir.
Koğuculuk, mü’min için çok çirkin bir sıfattır ve Allah-u Zülcelal'in gazabına sebep olur. Kim ki koğuculuk sıfatını üzerinden atmak için gayret etmezse, bu sıfat sahibini doğruca cehenneme götürür. Onun için Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): “Koğucu cennete giremez.” (Müttefekun Aleyh) buyurmuştur.
Hasan-ı Basri şöyle demiştir:
“Bilesin ki, sana başkalarının sözünü taşıyan kimse senin sözünü de başkalarına götürür.”
Koğuculuk aynı zamanda kabir azabının da sebebidir. Amr bin Dinar'dan şöyle rivayet edilmiştir.
Medine halkından birisinin bir kız kardeşi vardı. Bir gün hastalandı ve vefat etti. O adam kızkardeşinin cenazesini defnettikten sonra evine döndü.
Eve gelince cüzdanını kabre düşürdüğünü hatırladı. Yanına bir arkadaşını alıp kabre geldiler. Kabri açıp cüzdanını buldular. Adam arkadaşına;
“Sen kenara çekil, ben kızkardeşimin ne halde olduğuna bakayım” dedi. Lahidin bir kısmını kaldırınca kız kardeşinin kabrinin alevle dolu olduğunu gördü. Hemen annesinin yanına ge-lerek; kız kardeşinin amelini sordu? Annesi dedi ki;
“O komşuların evlerine gider, kulağını kapılarına koyup konuşmalarını dinlerdi. Sonra da bunu başkalarına anlatırdı.”
Koğucu kendisini zelil ettiği gibi başkalarını da perişan eder. Hammad bin Seleme'den şöyle rivayet edilmiştir;
Adamın biri bir köle sattı, satın alana dedi ki;
“Bu kölenin bir kusuru vardır, söz gezdirir.” Köleyi satın alan adam bu kusurunu önemsemedi ve onu evine getirdi. Aradan bir zaman geçtikten sonra, köle sahibinin hanımına gelerek;
“Kocan seni sevmiyor, senin üzerine başka birini seviyor. Sana iyice bağlanmasını ister misin?” dedi. Kadın;
“Elbette isterim. Bunun için ne yapmam lazımdır?” diye sordu. Köle dedi ki;
“Öyle ise git bir ustura bul, kocan uyuduğu zaman, sakalından bir tutam kes, getir. Onunla büyü yapalım.” Sonrada sahibinin yanına giderek;
“Hanımın senden başka bir dost bulmuş. Seni de öldürmek istiyor. Bunu açıktan bilmek ister misin” dedi. Adam bunu duyunca irkildi ve;
“Elbette isterim” dedi. Köle ona dedi ki;
“Öyle ise bu gece uyuyormuş gibi yap.” Gece olunca adam uyuyormuş gibi yaptı. Birde baktı ki hanımı elinde ustura ile geldi. Kendisini öldüreceğini sanarak, usturayı onun elinden aldı ve onu öldürdü. Hanımının akrabaları da gelip adamı öldürdüler. Böylece iki taraf arasında büyük bir kan davası oldu.
Buna bakarak, insan bir başkasının lafını başka birisine söylemeden önce çok iyi düşünüp, sonunun nereye varacağını bilmelidir. Şayet bilirse, kendisini bu çirkin sıfattan muhafaza edebilir.
Koğucu ölümden sonra kabir azabı mahkumu ve kıyamet günü cehennemlik olarak Allah’ın rahmetin-den mahrumdur. İşte koğuculuk böyledir. Şimdi buna bakarak kim Allah-u Zülcelal'in azabına dayanabile-ceğine inanıyorsa, koğuculuk yapmaya devam etsin.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
KOĞUCULUK
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi, ayıplamayı kendine adet edinenlerin vay haline!” (Hümeze; 1)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala’nın en çok buğzettiği kimseler kötü söz taşıyanlar, dostları ayıranlar, suçsuzlar için suç ve günah uyduranlardır.” (Ahmed b. Hanbel)
Koğuculuk; hoşa gitmeyen bir şeyi açıklamak, daha açık bir ifade ile sırrı açığa çıkarmak, açıklanması hoşa gitmeyen bir şeyden örtüyü kaldırmaktır. Koğuculuk yapan kimse, yeryüzünde fesadı yayar, hıyanet etmekten ve insanların arasını açmaktan hiçbir zaman geri durmaz. Koğuculuk, mü’mini alçaltan en çirkin sıfatlardan birisidir.
Koğuculuk, mü’min için çok çirkin bir sıfattır ve Allah-u Zülcelal'in gazabına sebep olur. Kim ki koğuculuk sıfatını üzerinden atmak için gayret etmezse, bu sıfat sahibini doğruca cehenneme götürür. Onun için Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem): “Koğucu cennete giremez.” (Müttefekun Aleyh) buyurmuştur.
Hasan-ı Basri şöyle demiştir:
“Bilesin ki, sana başkalarının sözünü taşıyan kimse senin sözünü de başkalarına götürür.”
Koğuculuk aynı zamanda kabir azabının da sebebidir. Amr bin Dinar'dan şöyle rivayet edilmiştir.
Medine halkından birisinin bir kız kardeşi vardı. Bir gün hastalandı ve vefat etti. O adam kızkardeşinin cenazesini defnettikten sonra evine döndü.
Eve gelince cüzdanını kabre düşürdüğünü hatırladı. Yanına bir arkadaşını alıp kabre geldiler. Kabri açıp cüzdanını buldular. Adam arkadaşına;
“Sen kenara çekil, ben kızkardeşimin ne halde olduğuna bakayım” dedi. Lahidin bir kısmını kaldırınca kız kardeşinin kabrinin alevle dolu olduğunu gördü. Hemen annesinin yanına ge-lerek; kız kardeşinin amelini sordu? Annesi dedi ki;
“O komşuların evlerine gider, kulağını kapılarına koyup konuşmalarını dinlerdi. Sonra da bunu başkalarına anlatırdı.”
Koğucu kendisini zelil ettiği gibi başkalarını da perişan eder. Hammad bin Seleme'den şöyle rivayet edilmiştir;
Adamın biri bir köle sattı, satın alana dedi ki;
“Bu kölenin bir kusuru vardır, söz gezdirir.” Köleyi satın alan adam bu kusurunu önemsemedi ve onu evine getirdi. Aradan bir zaman geçtikten sonra, köle sahibinin hanımına gelerek;
“Kocan seni sevmiyor, senin üzerine başka birini seviyor. Sana iyice bağlanmasını ister misin?” dedi. Kadın;
“Elbette isterim. Bunun için ne yapmam lazımdır?” diye sordu. Köle dedi ki;
“Öyle ise git bir ustura bul, kocan uyuduğu zaman, sakalından bir tutam kes, getir. Onunla büyü yapalım.” Sonrada sahibinin yanına giderek;
“Hanımın senden başka bir dost bulmuş. Seni de öldürmek istiyor. Bunu açıktan bilmek ister misin” dedi. Adam bunu duyunca irkildi ve;
“Elbette isterim” dedi. Köle ona dedi ki;
“Öyle ise bu gece uyuyormuş gibi yap.” Gece olunca adam uyuyormuş gibi yaptı. Birde baktı ki hanımı elinde ustura ile geldi. Kendisini öldüreceğini sanarak, usturayı onun elinden aldı ve onu öldürdü. Hanımının akrabaları da gelip adamı öldürdüler. Böylece iki taraf arasında büyük bir kan davası oldu.
Buna bakarak, insan bir başkasının lafını başka birisine söylemeden önce çok iyi düşünüp, sonunun nereye varacağını bilmelidir. Şayet bilirse, kendisini bu çirkin sıfattan muhafaza edebilir.
Koğucu ölümden sonra kabir azabı mahkumu ve kıyamet günü cehennemlik olarak Allah’ın rahmetin-den mahrumdur. İşte koğuculuk böyledir. Şimdi buna bakarak kim Allah-u Zülcelal'in azabına dayanabile-ceğine inanıyorsa, koğuculuk yapmaya devam etsin.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
ZULÜM
“O gün zalimlere özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz.” (Mü’min; 52)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teala buyurur ki; Ey Kullarım! Ben, zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyin.” (Müslim, Tirmizi, İbn Mace)
Zulüm, insan için çok büyük bir günahtır ve sahibi için ahirette çok büyük bir azabın sebebidir. Onun için insan başkalarına zulmetmekten sakınmalıdır. Çünkü aslında başkasına yapılan zulüm, kişinin kendisine zulüm etmesi demektir. Kıyamet gününde kişi, hesap vermek için Allah-u Zülcelal'in huzuruna geldiği zaman, dünyada kime zulmetmişse, onunla yüzleştirilir.
Zalim olan kişinin sevapları, zulmettiği kişiye verilir. Eğer sevapları yetmezse, onun günahlarını yüklenir ve böylece cehennem azabına müstehak olur.
Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kimin üzerinde kardeşine karşı ırz veya başka bir şey sebebiyle hak varsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı [kıyamet (ve hesaplaşmanın olacağı)] gün gelmezden önce daha burada iken helalleşsin. Aksi takdirde o gün, salih bir ameli varsa, o zulmü nisbetinde kendinden alınır. Eğer hasenatı yoksa, arkadaşının günahından alınır, kendisine yüklenir.” (Buhârî, Tirmizî)
Tevratta şöyle yazıldığı rivayet edilmiştir:
“Kıyamet günü sırat köprüsünün arkasında bir münadi şöyle seslenir: Ey Haksızlık yapan zalimler zümresi, Allah kendi izzetine yemin etti ki, hiçbir zalim bu köprüyü geçemeyecektir.”
Evet zulüm büyük günahlardandır. İşlediğin günah seninle Allah arasında ise Allah-u Zülcelal kerem sahibi olduğu için seni affedebilir. Fakat işlediğin günah seninle başka bir kul arasında olunca davacının rızasını elde etmekten başka çare kalmaz.
Buna göre zalim, hem yaptığı haksızlıktan dolayı tevbe etmeli ve hem de dünyadayken zulme uğrattığı kimsenin helallığını almalıdır. Eğer bu imkanı bulamaz ise, o zaman Allah’tan mağfiret diledikten sonra zulme uğrattığı kimse için dua etmelidir. Umulur ki, bu sayede kendisine hakkını helal eder.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, zarar ettiklerinde birbirlerini uyarır ise mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allahu Zülcelal’in gazabına neden olan bu ameli yaptığından dolayı ona, Allah-u Zülcelal’in azabının pek şiddetli olduğunu (Bakara; 211), ölümü, kabri, Münker ve Nekir’i, haşri, mizanı, sıratı ve cehennem azabını hatırlatmalıdır. Bu kötü amel Allah’ın gazabına neden olduğu için pişman olup tevbe etmeli, bir daha yapmamaya kendi kendine söz vermelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
“Ey iman edenler! Yakın ve uzak komşuya iyi davranın.” (Nisa; 36)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Komşusu kendi şerrinden emin olmadığı kişi iman etmiş olmaz.” (Müttefekun Aleyh)
Komşuluğun İslam dininde çok önemli bir yeri vardır. Bir kimsenin dünyada rahat ve emin bir şekilde yaşaması komşularına bağlıdır. Eğer bir kişinin komşuları iyi ise rahat ve güvenli olarak yaşar, Ama komşuları iyi değilse, rahat edemeyeceği gibi, malının güvende olmasından endişe eder, mallarını ve ailesini bırakıp, bir yolculuğa bile çıkamaz.
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) birçok hadis-i şerifte, komşuya iyilik etmenin ne kadar güzel ve gerekli olduğunu beyan etmiştir. Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
“Cebrail bana devamlı olarak komşuya iyilik yapmayı tavsiye ederdi. Öyle ki, komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.” (Buhari)
Bu konuda, bizden önceki seleflerin ahlakları bizim için çok büyük rehberdir. Sehl bin Abdullah (Radıyallahu Anh)'ın, mecusi bir komşusu vardı. Onun evinin duvarından, Sehl bin Abdullah'ın evine pis su akıyordu. Sehl, bu pis suyun altına bir kap koyuyor, dolunca da komşusu görmesin diye geceleyin boşaltıyordu. Sehl bin Abdullah, sekârata düşünce komşusunu çağırdı. Komşusu eve gelince, bu akan pis suyu gördü ve;
“Bu nedir?” diye sordu? Sehl dedi ki;
“Bu hal uzun süredir vardır. Rahatsız olmaman için sana söylemedim. Ama şimdi sekârata düştüm. Belki benim çocuklarım buna razı olmaz, seni rahatsız ederler diye, sana haber verdim.” Mecusi komşu:
“Vallahi bu büyük ve hak bir dinin ahlâkıdır.” dedi ve şehadet getirip müslüman oldu.
Bütün bunlara bakarak, daima komşularımıza iyilikle muamele edip, onların ihtiyaçlarını gidermeye, mallarını ve kendileri bulunmadığı zamanlarda ailelerini gözetip muhafaza etmeye gayret göstermemiz lazımdır. Unutmayalım ki, bir kimseden etrafındaki kişiler razı olursa, Allah-u Zülcelal'de ondan razı olacaktır inşallah!
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
TEMİZLİK
“Şüphesiz ki Allah, çokça tevbe edenleri ve temiz-lenenleri sever.” (Bakara; 222)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki, Allah temizdir, temizliği sever.” (Tirmizi)
Bilindiği gibi üç çeşit temizlik vardır.
Birincisi; bedeni necasetten ve taharetsizlikten temizlemektir. (Necaset ve taharetsizlik ile ilgili bilgiler için ilmihal kitaplarına müracaat edilmelidir. Çünkü bu kitaptan maksat; ahlaken uyulması gereken hususların açıklanmasıdır.)
İkincisi; dimağı Allah-u Zülcelal’i düşünmenin dışındaki her şeyden temizlemektir.
Üçüncüsü; kalbi kötü ahlaktan ve riya, kibir ve ucb gibi rezil huylardan temizlemektir. Dinimizde kalp ve aklın temizliği çok önemlidir. Çünkü bunlar temiz olmadıkça, Allah marifeti içlerine girmez ve O’nun nuru üzerlerine yansımaz. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Gerçek şudur ki; gözler kör olmaz. Ancak göğüslerdeki kalpler kör olur.” (Hacc; 46)
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur:
"Uyanık olun, insanın cesedinde bir et parçası vardır. Eğer o et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur. Eğer o fesada uğrarsa bütün vücutta fesada (bozulmaya) uğrar. Dikkat edin o da kalptir." (Buhari, Müslim)
Gerçekten dinin esası, kişinin içindeki bilgi ve amellerdir. Bunlar olmadan dış görünüşteki ameller fayda vermez. Mesela bir insan namaz kılıyor ama riya niyetiyle kılıyor. Böyle bir amel elbette yerini bulmaz. Bilindiği gibi; riya, kibir, ucb, hased gibi hastalıklar kalbi olan hastalıklardır. Bu hastalıkların hepsi kalbi öldürücü hastalıklardır.
Kalp, Allah-u Zülcelal’e ulaşabilmenin ve O’nun rızasını kazanabilmenin en büyük vasıtasıdır. Günahlarla paslanmış kör bir hale gelen kalp Allah-u Zülcelal’in nurunu alamaz. Günahlar insanın kalbini paslandırıp kör bir hale getirirler.
İnsan günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yerleştirilir. Tevbe edince kalbi cilalanır ve parlar. Dolayısıyla o siyah nokta kaybolur. Ama tevbe etmez-se ve günah işlemeye devam ederse, nokta nokta kalp kararır. Nihayet bu siyahlık bütün kalbi kaplar. İşte bu siyahlıklar kalbi kaplamadan tevbe etmek ve kalbi temizlemeye yönelmek gerekir. Kalbini tevbe ile temizlemeyip, Allah-u Zülcelal’in huzuruna paslı bir kalp ile giden kimsenin sonu perişanlıktır.
Cabir b. Ubeyd el-Adevi şöyle demiştir:
Ala b. Ziyad’a kalbimdeki vesveselerden şikayette bulundum. Bana dedi ki:
“Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Şeytan oraya uğradığı zaman bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan giremez.”
İnsanın çaresi kalbini Allah-u Zülcelal’e sadık yapmasıdır. Çünkü kalp Allah-u Zülcelal’in nazargahıdır. Allah-u Zülcelal’i unutturacak olan her şeyi kalpten çıkarmak lazımdır. Ayrıca kim selim bir kalbe ulaşmak istiyorsa şunlara dikkat etmelidir:
1-) Tevbe ve dua
2-) Helal gıda
3-) Kur’an okumak ve ahkamına tabi olmak
4-) İbadetleri huşu ile eda etmek
5-) Geceleri ihya etmek
6-) Salih ve sadıklarla beraber olmak
7-) Güzel ahlak sahibi olmak
8-) Zikrullaha devam etmek
9-) Ölümü düşünmek
Kim bu şartlara dikkat edip de kalbini güzel sıfatlarla süslediği zaman o kimsenin bütün niyetleri hayır üzerine olur.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
ALLAH-U ZÜLCELAL’E İMAN
Allah-u Zülcelâl birdir, ortağı da yoktur. O doğurmamış ve doğurulmamıştır. O'na hiçbir şey denk değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. Eşi ve benzeri yoktur. Akla, hayale ve düşünceye gelen herşeyin dışındadır. Akıl ve hayalle tasavvur edilemez. O'nun için bir başlangıç ve nihayet (son) düşünülemez. O, kendisini kendisinin övdüğü ve bildiği gibidir.
Bütün bu zikredilenleri insanların bilmesi gerekir.
İman etmiş bir insan, Allah-u Zülcelal’i bu sıfatlarla bildikten sonra, kendini Allah-u Zülcelal’in kontrol ve takibi altında olduğunu düşünmeli ve bunu hissetmelidir. Nitekim Allah-u Zülcelal ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur:
“Allah üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa; 1)
İnsanlar, birbirlerinin dış görünüşlerini bilirler. Allah-u Zülcelal ise, onların hem dışlarını hemde içlerini bilir. Buna göre murakabe ehli mü’min olan kimse, Allah-u Zülcelal’in her şeye muttali olduğunu, insanın kalbini daimi olarak gözettiğini bilmeli ve o şuurla, O’nun rızası doğrultusunda amel etmelidir.
Rivayet edildiğine göre, bir şeyh genç bir müridine ikramda bulunur ve onu diğer müridlerinden üstün tutardı. Bunlardan bazıları bu tutumdan rahatsızlık duyunca, şeyh hepsine birer kuş ve bıçak verip; “Bu kuşları kimsenin olmadığı bir yerde kesin.” der. Müridler kuşları kesip şeyhin emrini yerine getirmiş olmanın rahatlık ve sevinciyle dönerler. Genç olan ise mahzun ve mahçup bir şekilde onu geri getirir. Şeyh niçin kesmediğini sorunca da, mürid şu cevabı verir:
“Ben kimsenin olmadığı bir yer bulamadım. Çünkü nereye gittimse, Allah-u Teala’nın orada olduğunu gördüm.”
Bunun üzerine şehy, müridlere; “İşte ben bu genci bu murakabe halinden dolayı seviyor ve sizden üstün tutuyorum.” dedi.
Yine anlatıldığına göre, bir adam Cüneyd-i Bağdadi’ye; “Gözümü haramdan koruyabilmek için ne yapmalıyım?” diye sorar. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadi şu cevabı verir:
“Bakmak istediğin zaman düşün ki; Allah-u Teala’nın sana bakması, senin harama bakmandan öncedir. (Yani sen harama bakmaya başlamadan önce Allah-u Teala sana bakar ve seni gözetler.)”
Allah-u Zülcelal’i ciddi bir şekilde murakabe eden bir mü’min, murakabe anında O’ndan başkasını gör-mez. Allah-u Zülcelal’in kendisini her an gördüğüne inanan kimse, O’nun beğenmediği bir şeyi yapamaz.
*) İnsanın nefsi ile arasındaki ilişki, ticari ortaklığa benzer. Nasıl ki ortaklar her işten sonra birbirleriyle hesaplaşır, kar ettiklerinde de birbirlerini daha iyisi için teşvik ederlerse, mü’min de ticaret ortağı gibi her akşam nefsiyle hesaplaşmalıdır. Allah-u Zülcelal’in razı olduğu bu salih ameli yaptığından dolayı ona, haşr, mizan ve sırat köprüsünden başarıyla geçeceğini, Allah-u Zülcelal’in kullarına karşı çok lütufkar olduğunu (Şura; 19) ve cennet ni’metlerini hatırlatıp daha iyisini yapması için teşvik etmelidir. Tevfik verip lütufta bulunduğu içinde Allah-u Zülcelal’e hamd ve şükür etmelidir.
kaynak: ebedi hayatın huzuru (Seyda Muhammed'il Konyevi (K.S.))
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
İMAN
Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) imanı şöyle tarif etmiştir:
"İman, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere ve her şeyin Allah'ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır." (Müslim)
İman Allah-u Zülcelal'in Resulullah (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)'ın vasıtasıyla bildirdiği şeyleri, kât-i surette kalben tasdik ve dil ile tekrar (ikrar) etmektir. Bu da iki şekilde olur:
1- İcmâlî İman: İman edilecek şeylere kısaca ve bir bütün olarak iman etmektir.
2- Tafsîlî İman: İman edilecek seylerin her birine açık ve geniş bir surette, ayrıntılı bir bilgi ve idrak ile iman etmektir.
Ehl-i Sünnet itikadına göre, kalbin bilmesi ve tasdik etmesi, iman için yeterlidir. Amel imanın bir kısmı değildir. Bunun için amel ve ibadette tembellik yapıp, ibadet etmemek bir mü’mini dinden çıkarmaz. Fakat imanın kemaline ermek, olgun bir hale getirmek ve bunu bu şekilde yapmakla Allah-u Zülcelâl'in vaad ettiği yüksek nimetlere kavuşmaları, gerçek mari-fetullah'a ulaşabilmeleri için amel ve ibadet şarttır.
Nitekim, Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:
“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat; 56)
Demek ki insan, Allah-u Zülcelal’e iman etmek ve O’nun emir ve nehiylerini yerine getirmeye çalışmak suretiyle kulluk yapmak için yaratılmıştır.
kaynak: ebedi hayatın huzuru (Seyda Muhammed'il Konyevi (K.S.))
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
KİBRİN TEDAVİ OLUP OLMADIĞININ ANLAŞILMASI
1-İnsan herhangi bir meselede kendi emsali ile kendisini tecrübe edip, kibrinin kaybolup kaybolmadığını anlayabilir. Eğer bir hakikati, karşısındaki dile getirdiğinde, bu ağırına gider, memnunlukla karşılamaz ve kabul etmezse, henüz kalbinde gizli bir kibir var demektir.
Bundan Allah-u Zülcelal'e sığınıp, ilim ve amel yapmak suretiyle bu halden kurtulmaya çalışmak lazımdır.
2-İnsan, emsal ve akranları ile aynı meclislere gidip, yolda onları öne geçirmek ve meclislerde arkada oturmak suretiyle, kendisinde kibrin bulunup bulunmadığını öğrenebilir. Şayet onları öne geçirmek, onların arkasında oturmak, kendisine ağır geliyorsa, henüz daha kalbinde kibir var demektir.
Eğer böyleyse, kendini buna zorlayarak ve buna alışmaya, bu ağırlığı üzerinden atmaya gayret etmesi lazımdır. Ancak böyle davranarak kalbindeki kibri kırabilir.
3-Fakir kimselerin davetine katılmak, arkadaş ve yakınlarının işlerini görmekten geri kalmamak suretiyle, kibirli olup olmadığını anlayabilir.
Bu davranış ağırına gidiyorsa, kendisinde kibir var demektir. Halbuki bu davranışlar hem güzel ahlaktır, hem de mükâfâtı çoktur.
Bunlardan kaçınmak, kalbinde manevi kirlerin bulunmasındandır. Bu gibi işleri yapmak suretiyle içindeki bu kirlerden temiz-lenmeye çalışmalıdır. Ancak böylelikle kibir hastalığından kurtulabilir.
4-Kendisinin ve arkadaşlarının eşyalarını bizzat kendisi taşıyarak, kendisinde kibir olup olmadığını anlayabilir. Bundan çekinirse, yine kalbinde kibir var demektir.
5-Eski elbise giymekle kendisinde kibir olup olmadığını anlayabilir.
İşte buraya kadar anlatmış olduğumuz kibir, çok tehlikeli bir kalp hastalığıdır. Aynı zamanda Allah-u Zülcelal'in rızasına giden cennet yolunda çok büyük bir engeldir.
Bunun bir an önce tedavi edilmesi gerekir. Çünkü, kalbin bu gibi manevi hastalıklardan temizlenmesi, sonsuz olan ahiret saadetinin kazanılması demektir.
Cevap: Seyda Muhammed El Konyevi (K.S) efendimizin sohbetleri
KİBRİN SEBEPLERİ VE TEDAVİ YOLLARI
İnsan, kendisini büyük görmedikçe; onda kibir olmaz. Kendini büyük görmek için de kendisinde kemal sıfatlarından birinin bulunmasına inanmış olması gerekir. Kemal sıfatları ise dini ve dünyevi olmak üzere iki kısımdır.
Dini kemal, ilim ve ameldir. Dünyevi üstünlük sıfatları ise asalet, güzellik, kuvvet, servet ve nüfuz gibi şeylerdir.
İlim, kibrin birinci kapısıdır
İlim sahibi olan kişi, hemen ilmin şerefiyle şereflenmek ister. Kendisini büyük görerek, diğer insanları hakir görmeye başlar. Her yerde, insanlardan saygı ve hürmet bekler ve gördüğü saygı ve hürmetin kendi hakkı olduğunu düşünür.
Bu, ilim sahibi kişinin dünyevi açıdan yaptığı kibirdir. Ahiret bakımından da, ilmi sayesinde kendisini Allah-u Zülcelal'e herkesten daha yakın görür. Kendisini daima üstün olarak görüp, başka insanlar için endişelenir; fakat kendisini emniyette hisseder.
Oysa gerçek ilim, insanın kendisini ve Rabbini bilip, son nefesinde dünyadan imanlı olarak mı, yoksa imansız olarak mı ayrılacağından korkmasıdır. İşte bu hakiki ilim, insanın emin olmasını değil, Allah-u Zülcelal'den korkmasını, tevazu ve huşuunu arttırır. Gerçek ilim sahibi, bu ilim nimetinin şükrünü hakkıyla yerine getirmediğini ve Allah-u Zülcelal'in;
“Sana verdiğim ilim ile ne yaptın” diye kendisini sorguya çekeceğini düşünerek, herkesi kendinden hayırlı görendir. Onun için Ebu'd Derda (ra) buyurmuştur ki;
“İlmi çoğalan kimsenin sancıları çoğalır.”
Demek ki ilim, kibrin en büyük sebebidir.
Huzeyfe (ra) bir gün cemaate namaz kıldırıp selam verdikten sonra, dedi ki:
“Bundan sonra kendinize ya başka bir imam bulursunuz, yada namazınızı yalnız başınıza kılarsınız. Ben bir daha imamlık yapmam. Çünkü namaz kıldırırken, aklımdan;
“Bu cemaatte imamlığa benden daha layık kimse yok” diye bir düşünce geçti. Bu da kibir alametidir. Onun için bir daha imamlık yapmam.”
Onlar, Allah-u Zülcelal'in emir ve nehiylerini ince ince yerine getiriyorlardı. Buna rağmen, kendi üzerlerinde bir muhafız gibi davranıyorlar ve kalplerini daima kontrol ediyorlardı. Onların bu hallerinden gücümüz yettiği kadar ibret almamız lazım.
Çünkü Allah-u Zülcelal, saniyesi saniyesine kalbimize mutta-lidir, vakıftır. Kalbimizde olan biten herşeyden haberdardır.
Allah-u Zülcelal, bütün dünyayı Hz.Süleyman (as)'ın emrine vermişti. Hz.Süleyman (a.s.) bir gün memleketine şöyle bir göz atınca, kalbi memleketine meyletti, ondan hoşlandı. Bunun üzerine, Allah-u Zülcelal rüzgara:
“Onun elbiselerini kaldır” diye emretti. Rüzgar da onun elbiselerini havaya uçurdu ve Süleyman (as)'ın avret yerleri açıkta kaldı. Süleyman (as) rüzgara:
“Ey rüzgar! Elbiselerimi yerine getir!” diye emretti.Rüzgar da:
“Sen de kalbini yerine getir” diye cevap verdi.
Kibrin bir kapısı da amel ve ibadettir
Amel ve ibadet sahipleri, başkalarına böbürlenme rezaletinden kurtulamazlar. Oysa bazı evliyalar:
“Amelin meyvesi, tevazudur” demişlerdir. Onun için insan, yaptığı ibadetten dolayı kendisine bir kibir ve büyüklenme geldiğini gördüğü zaman, hemen kendi kendini kontrol edip, o halinden ve o ibadetinden dolayı da Allah-u Zülcelal'e karşı tövbe etmelidir.
Kibrin diğer bir kapısı da insanların helak olduğunu ve yalnız kendisinin kurtuluşa erdiğini sanmaktır
Halbuki esas helaka uğrayanlar, bu düşünceyi taşıyanlardır. Nitekim, Hz. Peygamber (sav) bir hadis-i şeriflerinde;
“İnsanlar helak oldu! diyeni duyduğunuz vakit, (iyi bilin ki) asıl helakte olan kendisidir.” (Müslim, Ebu Hureyre) Başka bir hadis-i şe-riflerinde ise:
“Bir kula, din kardeşini hakir görmesi, kötülük olarak yeter.” (Müslim, Ebu Hureyre) buyurmuştur.
Eski bir rivayette şöyle geçmektedir:
İsrailoğulları zamanında, kötülüğü ile meşhur bir adam vardı. Herkese zulüm yapardı. Bir gün, bir abidin yanından geçerken, kendi kendine:
“Bu da Allah'ın kulu, ben de Allah'ın kuluyum. Bu iyi bir insan, bense kötü bir insanım. Bunun yanında biraz oturayım, belki Allah-u Zülcelal onun hürmetine beni de affeder.” dedi ve o abidin yanına oturdu. Abid onu görünce:
“Bu kötü insan kim oluyor ki benim yanıma oturuyor” diye kibirlendi ve onu yanından kovdu. Bunun üzerine, Allah-u Zülcelal o zamanın peygamberine şöyle vahyetti:
“Her ikisinin de geçmişini yok ettim ve o adamı da affettim.”
Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki, kim kendisini başkasından üstün görürse, bu cehaleti sebebiyle bütün amelini mahvetmiş olur.
Kibrin Diğer Sebepleri de Şunlardır
Birincisi; asaletle övünmektir
Asil bir aileye mensup olan kimse, kendisi gibi olmayanları hakir görür. Hatta ilim ve amelde kendisinden üstün olsa da ona kıymet vermez.
Bir gün Hz.Ebu Zer (ra) ile Hz.Bilal (ra) şiddetli bir tartışmaya girişmişlerdi.
Ebu Zer (ra), Bilal'e (ra):
“Kara kadının oğlu” dedi. Bilal (ra) da bu sözünden dolayı onu Hz. Peygamber (sav)'e şikayet etti.
Peygamber Efendimiz (sav), Ebu Zer'e:
“Söylediğin bu söz, cahiliyet dönemindeki kibirden kalbinde kalan bir şeydir.” dedi. Bunun üzerine, Hz.Ebu Zer kendini yere attı ve Hz.Bilal ayağı ile kafasına basıncaya kadar, başını yerden kaldırmamaya yemin etti.” (Buhari, İman, sh.22)
Yine, iki kişi Peygamber Efendimiz (sav)'in huzurunda birbirlerine üstünlük taslayarak tartışıyorlardı. Biri dedi ki:
“Ben falancanın oğluyum. Sen kimsin? Senin annen bile belli değildir.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav) buyurdu ki:
“Musa (as)'ın yanında iki adam böyle birbirlerine karşı övünmeye kalkıştı. Hatta birisi dokuz batın geriye kadar saydı.
Allah-u Zülcelal Musa (as)'ya şöyle vahyetti:
“Ey Musa! Ona söyle, iftihar ettiği dokuz kişi cehennemdedir. Kendisi de onuncusudur.” (İbni Mübarek)
İkincisi, güzellikle övünmektir. Bu daha çok kadınlarda görülür. Bu da başkalarını ayıplamaya, küçük düşürmeye ve gıybete sebep olur.
Üçüncüsü, Servet ile övünmektir.
Dördüncüsü, Kuvvet ile övünmektir.
Beşincisi ise nüfuzuyla övünmektir. Adamlarının, yardımcılarının, akraba ve çocuklarının çokluğu ile kibirlenmektir.